Yazı Duyurusu

Menu

Browsing "Older Posts"

1 MAYIS NEDEN KUTLANIYOR?

27 Nisan 2018 Cuma / No Comments
1 mayıs neden kutlanıyor, 1 mayıs neden işçi bayramı, 1 mayıs emek ve dayanışma günü, 1 mayıs tarihçesi, dünyada 1 mayıs, türkiyede 1 mayıs, işçi bayramı, emek ve dayanışma günü, olaylı 1 mayıs kutlamaları


1 MAYIS NEDEN İŞÇİ BAYRAMI OLDU?

İşçi Bayramı’na uzanan sürecin ilk adımının 1856 yılında Avustralya'nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri çalışma saatlerinin azaltılması için başlattığı protestolara kadar dayanıyor. Ancak bu protestolar tarihte, ABD'nin Chicago kentinde işçilerin 1 Mayıs 1886'dan itibaren iş gününün 8 saat olması için başlattığı mücadelenin, 1889'da Milletlerarası İşçi Kardeşliği Teşkilatı’nın Paris Kongresi'nde "işçilerin ortak bayramı" olarak kabul edilmesine kadar uzanıyor.

Amerikalı işçilerin, 8 saatlik iş gününü kabul ettirmek için mücadelesi 1884'te başladı. Chicago'da, Trade-Unions (İşçi Birliği) Kongresi de 1 Mayıs 1886'dan itibaren normal iş gününün 8 saat olarak belirlenmesini kararlaştırdı. 1 Mayıs 1886'da ABD'nin büyük kentlerinde beş binden fazla grev ilan edildi. Polisle grevciler arasında çıkan çatışmalarda bir işçi öldü, çok sayıda işçi yaralandı. 3 gün süren gösteriler sonrasında sendikacılardan dördü idam, dördü ağır hapis cezasına çarptırıldı.

Milletlerarası İşçi Kardeşliği Teşkilatı’nın 1889 Paris Kongresi'nde (II. Enternasyonalin 1. kongresi), işçilerin dayanışmaları amacıyla yılda bir günün ortak bayram ilan edilmesi benimsendi. Amerikalı sendikacıların önerisi üzerine o gün ''1 Mayıs'' olarak belirlendi.

TÜRKİYE’DE 1 MAYIS

Dünyada 1890’lı yıllara uzanan İşçi Bayramı, tarihi kaynaklara göre, Osmanlı Devleti’nde ilk kez 1911'de kutlandı. Selanik’teki tütün, pamuk ve liman işçileri Türk tarihinde ilk kutlayanlar arasına girdi. İstanbul’da ise ilk kez 1912 yılında kutlandığı bilgisi kaynaklarda yer aldı. 1’inci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşları’nın ardından 1 Mayıs uzun bir aradan sonra ilk kez 1921'de kutlandı. Türkiye Sosyalist Fırkasının (TSF) çağrısı üzerine İstanbul işçileri mayısın birinci pazar günü tatil yaptı. TSF merkezindeki bayramlaşmadan sonra partinin Genel Başkanı Hüseyin Hilmi Bey ve üç delege, sadrazamı ziyaret etti.

Ankara'da da Sovyetler Birliği ile dostluk ilişkileri çerçevesinde, 1 Mayıs 1922'de işçi bayramı kutlandı. 1 Mayıs 1923’te de ilk kez “resmi” olarak işçi bayramı kutlamaları yapıldı. Ancak, 1924 yılında “kitlesel” 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı. Ardından 1925 yılında çıkarılan “Takrir-i Sükun” yasasıyla kutlamalar 1935 yılına kadar yasaklandı.

Cumhuriyet'in ilanından sonra 27 Mayıs 1935 tarihli "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun" ile 1 Mayıs "Bahar Bayramı" olarak kabul edildi. Büyük ölçekli kutlamaların yaşanmadığı Türkiye’de 1 Mayıs yaklaşık 50 yıl aradan sonra tekrar ısındı. İlk açık 1 Mayıs kutlaması, 1975 yılında İstanbul Tepebaşı'nda bir gazinoda yapıldı. 1976 yılında ise Taksim Meydanı’nda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyon’u (DİSK), geniş kapsamlı bir kutlama tertip etti.

KANLI 1 MAYIS: 1977

Tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçen 1977’deki kutlamalar, daha sonraki yıllar için Taksim Meydanı’na özel bir anlam yükledi. Yaklaşık 500 bin kişinin katılımıyla o zamana kadarki en geniş katılımlı 1 Mayıs toplantısı düzenlendi. Şimdiki The Marmara otelinin yerinde olan Intercontinental oteli ve Sular İdaresi binasından işçilerin üzerine ateş açıldı. Çıkan arbede sonrası Kazancı Yokuşu’na doğru kaçmaya çalışanların birçoğu ezilerek hayatını kaybetti. Daha sonraki yıllarda bu ölümlü kutlamalar için Taksim Meydanı 1 Mayıs’ın simgesi haline geldi. Halen tam olarak aydınlatılamayan saldırı birçok senaryo ortaya atıldı.

1978 yılında kutlamalar ve anma törenlerinin yapıldığı 1 Mayıs’ta, ertesi yıl 1979 yılında sokağa çıkma yasağı uygulanmasına rağmen, binlerce kişi kutlama yaptı. 1980 yılında sıkıyönetim nedeniyle kutlamalar yapılamazken, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından 1981 yılında Milli Güvenlik Konseyi 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı resmi tatiller arasından çıkarıldı.

"İLLEGAL" BAYRAM

12 Eylül döneminde resmi tatil olmaktan çıkarılan 1 Mayıs, 30 yıla yakın aradan sonra Nisan 2009'da "Emek ve Dayanışma Günü" olarak resmi tatil ilan edildi. Bu 30 yıllık süreçte “illegal” olarak kutlanmaya çalışılan 1 Mayıs’ta pek çok olay çıktı.

Bunların en dikkat çekeni 1996 yılında Kadıköy’de 150 bin kişinin katılımıyla gerçekleşen kutlamalar oldu. Yasaklı olan Taksim Meydanı yerine Kadıköy’de düzenlenen kutlamalarda 3 kişi hayatını kaybetmesi üzerine olaylar çıktı. Televizyonlarda yayımlanan görüntüler orantısız güç tartışmalarına yol açtı. Bunun üzerine Kadıköy’de kutlamalar 2005 yılına kadar yasaklandı. 2006 yılında 10 yıl aranın ardından düzenlenen kutlamalarda ise hiçbir olay yaşanmadı.

yılında Taksim Meydanı’nda kutlama ve anma töreni düzeni yapmak isteyen gruplara izin verilmedi. Polis, Taksim’e çıkmak isteyenlere müdahale ederken, çıkan olaylarda birçok kişi yaralandı, resmi rakamlara göre de 580 kişi gözaltına alındı.

"Emek ve Dayanışma Günü" ilan edilen 1 Mayıs’ta kutlamaları 2008 yılında Taksim Meydanı’nda yapmak isteyen gruplara Valilik izin vermedi. 1 Mayıs günü Taksim’e çıkmak isteyen gruplara polis müdahale ederken, bir hastanenin acil servisine biber gazı gelmesi tartışmalara yol açtı. Ankara’da da Sıhhiye Meydanı’nda yapılmak istenen kutlamalarda olaylar çıktı.

NE ZAMAN RESMİ TATİL OLDU?

1980 Darbesi sonrası resmi tatiller arasından çıkarılan 1 Mayıs, 2009 yılında tekrar resmi tatil olarak ilan edildi. 2010 yılında uzun bir aradan sonra en geniş kapsamlı kutlamalar gerçekleştirildi. Resmi rakamlara göre 140 bin, gayriresmi rakamlara göre 500 bin kişinin katıldığı kutlamalar Taksim Meydanı’nda olaysız bir şekilde gerçekleşti.



1 mayıs neden kutlanıyor, 1 mayıs neden işçi bayramı, 1 mayıs emek ve dayanışma günü, 1 mayıs tarihçesi, dünyada 1 mayıs, türkiyede 1 mayıs, işçi bayramı, olaylı 1 mayıs kutlamaları

RUH ve BEDEN SAĞLIĞI

25 Nisan 2018 Çarşamba / No Comments
beden sağlığı, elmanın iki yarısı, hayat, kaliteli hayat, resimli sözler, ruh sağlığı ne demektir, ruh sağlığı nedir, sağlıklı yaşam, ruh beden ilişkisi nasıldır, ruh nedir,

Ruh ve beden sağlığı bir bütündür.
Elmanın iki yarısı gibidir.
Sağlıklı bir hayat için,
tek başına birisi yeterli değildir.
Daha kaliteli bir yaşam için;
Ruh sağlığınızı koruyun...
*

RUH SAĞLIĞI NEDİR?

Ruh sağlığı, “kişinin hem iç dünyasında hem de dış çevresiyle iletişiminde barışık ve huzur içinde yaşaması” olarak tanımlanabilir. Ruh sağlığı iyi olan insan gerçekleri berrak bir şekilde algılar. İnsanlar ve olaylarla ilgilidir. Özgüveni olduğu gibi diğer insanlara da güven duyabilir. Kendini geliştirme yetisine ve müstakil bir kişiliğe sahiptir. Yaptığı işlerde verimlidir. Çevresindeki insanlarla samimi ve sevgi dolu bir diyalog içine girebilir, kendini kabul ettirebilir. Tüm bunların yanı sıra mantıklıdır. Hoşgörülü ve esnek davranma özelliğine sahiptir. Strese direnebilecek güçtedir. Çevresiyle ve kendisiyle barışıktır. Devamlı bir iç neşesine sahiptir. Eleştiriye, öğüde, nasihate açıktır. Hata yapma korkusundan uzaktır. Hatalarını telafi edebilme yeteneği vardır. Bunlar ruh sağlığı yerinde olan, dengeli insanlarda görülen özelliklerdir.

Ancak ruhen sağlıklı bir kişiyi tanımlamak için belirlenen bu özellikler yine de kesinlik bildirmez. Yani bir kişinin yukarıda sayılan özelliklere sahip olması onun ruh sağlığının kesin olarak yerinde olduğunu göstermez. Ruh sağlığı dengeli olan insanda bunun dışında başka faktörler de aranmaktadır.

Ruhsal hastalık durumunu ise, insanın davranışlarında, duygu ve düşüncelerinde sıra dışı sapmaların, aykırılıkların bulunması olarak tanımlayabiliriz. Ruhsal hastalığı olan bir kişinin dış dünya ile uyumu bozulur ve insanlarla ilişkileri sarsılır. Çalışma hayatı da bu rahatsızlığın etkilerinden payını alır.

Ruh Nedir?

“Can. Canlılık. Nefes. Cebrail (as.)...”

“Bir kanun-u zîvücud-u haricî, yani hariçte müstakil bir varlığı bulunan bir kanun."

“Emir âleminden olup, beden ülkesini idare etmesi için kendisine müstakil bir varlık verilen bir kanun. Bedenden ayrılınca da varlığını devam ettirebilen lâtif bir cisim.”

Bazı insanlar Peygamber Efendimize ruhu sordular. Cevap vermeyip, vahyi bekledi. Gelen ayet gayet netti: “o, rabbimin emrindendir, de.” Ruhun varlığı tasdik ediliyor, fakat mahiyeti açıklanmıyordu. Çünkü, muhatapların söyleneni anlamasına imkân yoktu. Akıl, “emir aleminden” olan bir varlığı kavrayacak kapasitede değildi.

“Emir alemi” ölçüden, tartıdan, şekilden, renkten uzak varlıkların dünyasıdır. Maddeler için söylenen uzun, kısa, mavi, sarı, yuvarlak, düz, ağır, hafif gibi kelimelerin o alemde karşılığı yoktur. Ölçülere mahkum akıllar, ölçülemeyeni nasıl anlasın?

Ancak o, mantık ölçüsüyle her eserin bir ustaya delalet ettiğini bilir. Böylece kâinat denilen o muhteşem eserden hareketle yaratanı tanır. Yine o, öznesiz fiil olamayacağını kabul eder. Bu yolla, bedeni harika bir tarzda idare eden, fakat göz ile görülemeyen bir özün, yani ruhun varlığını tasdik eder. Zaten kendinden beklenen de budur.

Hadiste “Kendini bilen rabbini bilir.” buyruluyor. Bir büyük mütefekkirimiz de, “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku...” diyor. Şu halde, insanın kendini tanımaya çalışması şart. Kendimizden giderek ona ulaşacağız!

- Ruh hakkında neler biliyoruz?

Ruhun kendisini bilemiyoruz. Ancak bazı özelliklerinden söz edebiliriz. Beden, anne karnında belli bir olgunluğa erişince, ruh verilir.

Bedenin sultanı olan ruh, nurani, şuurlu, diri ve harici vücut sahibi bir varlıktır. Sonradan yaratılmıştır, ama ebedidir. Birdir, bölünmez, parçalara ayrılmaz. Tesirleriyle bedenin her yerinde bulunur, fakat mekânı yoktur. Bedenin içinde olmadığı gibi, dışında da değildir. Ona ne uzaktır, ne de yakın. Bütün işleri aynı anda idare eder, bir iş diğerine mani olmaz. O, tabiattaki kanunlara benzer. Eğer kanun şuurlu olsaydı ve harici vücut giyseydi ruh özelliği kazanırdı. Ruh, kendisinin ve diğer varlıkların farkındadır.

Ruh, sahip olduğu maddi ve manevi cihazlarıyla işler yapar. Şuuruyla fark eder, aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, karar verir, hayaliyle planlar yapar, hafızasıyla bilgi depolar, kalbiyle sever. Onun sayılamayacak kadar çok kabiliyeti vardır. Bunların bir kısmı da maddi uzuvlarla ortaya çıkar. Ruh, eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, ayağıyla yürür... Bedende bulunduğu sürece bedene muhtaçtır. Faaliyetleri bedenle sınırlıdır. Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek de inanıyoruz ki, elektrik hâlâ mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor. Fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah ruha münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor.

Dostlarımız soruyorlar, “Ruh nasıl bir şey?” diye. “Bilmiyorum”, diyor ve devam ediyorum: böyle demekle sorunuzun gerçek cevabını vermiş oluyorum.

Mahiyeti bilinmezler hakkında en ileri ilim, “bilmiyorum,” kelimesinde ifadesini bulur. Böyle demeyip de onun hakkında bir takım tahminlerde bulunsam, “uzundur veya kısadır”, desem, “bedenin şurasında veya burasındadır”, “şu veya bu renktedir”, gibi lâflar etsem aldanmış ve aldatmış olurum. Çünkü ruh, beden cinsinden değil. Biri hane ise diğeri misafir, biri tezgâh ise beriki usta.

Ne bir evin bölmeleri, insanın organlarına benzer, ne de tezgâhın aksamı ustanın azalarına.

Beden ve kâinat... Her ikisi de kesif ve maddî. Ruh ise lâtif ve nurânî. O halde ne beden, ne de şu âlem bize ruhun mahiyeti hakkında bir bilgi verir. Onlara dayanarak yapacağımız bütün tahminler yanıltıcı olmaya mahkûm... Toprağa bakıp yerçekimi hakkında tahminler yürütmek gibi bir şey.

Nur Külliyatı'nda, ruhun bekası ifade edilirken şöyle buyrulur:

“Ruh ise tahrib ve inhilâle maruz değil. Çünki: basittir, vahdeti var.”

Buradaki “basit” kelimesi, terkip olmama demektir. Gerçekten de insanın ruh dünyası ayrı bir âlem. Terkip değil, fakat nelere sahip değil ki!.. Ama, bu çokluk onun vahdetini, birliğini bozmuyor. Ondaki akıl, hafıza, duygular ve his dünyası ne bedenin organlarına benziyor, ne de kimyevî bir bileşimin unsurlarına... Bunların müstakil bir şahsiyetleri yok. Tek başına bir akıl, yalnız kalmış bir irade, sahipsiz bir hafıza düşünebiliyor muyuz?

Ruhun bu harika yaratılışı insan için büyük bir irşat kapısı... İnsan bu sayede, Cenâb-ı Hakk’ın kudsî sıfatlarının, zâtından ayrı düşünülemeyeceği hakikatine bir derece bakabilir.

- Ruh beyinden mi ibarettir?

İnsan, ilim sahibidir. Hem kendini, hem de diğer varlıkları bilir. Üstelik bildiğini de bilir. Bilgisi bilinçlidir. Bilgisayar disketinden farklıdır. Bir diskete de birçok bilgileri kaydetmek mümkündür, ama o disket kendisinde bulunan bilgilerin farkında değildir. Öğrenmek için herhangi bir arzusu da yoktur. İlmi istemek ve öğrenmeye çalışmak ise, maddenin özelliklerinden değildir.

İlimden mahrum atomlar, ne kadar mükemmel bir şekilde bir araya gelmiş olurlarsa olsunlar, ilim sıfatını kazanamazlar. Beyin de bu ilimsiz ve şuursuz atomlardan meydana gelmiştir. Bilgileri aktarır ve kaydeder, ama bu işi şuursuzca yapar. Bilgisayar disketinden farkı yoktur. O, ruh adlı varlığın emirlerini yerine getiren bir alettir sadece.

“İrade” gerçeği ise, başlı başına bir harikadır. Seçmek, karar vermek, ayırmak, istemek, reddetmek, bilgisiz bir et yığınının yapacağı işler değildir. En mükemmel uzuv olan beynin, irade sahibi olduğunu iddia eden adam gülünç olur. O, irade etmez, sadece ruhun istediğini yapar.

Milyarlarca hücreden yaratılan beyin, akılları hayrette bırakacak kadar harikulade bir bilgisayardır. Fakat her bilgisayar gibi, onu birinin programlaması gerekir. Beyin, ruhun ürettiği paket programları uygulamak, bedenin diğer parçalarına iletmek için kurulmuş bir santrale benzer. Yeni yollar, başka imkanlar, farklı işler peşinde koşacak iradeye sahip değildir.

Ona, “Ben bir bilgisayarım.” dedirtebiliriz. Fakat bu deyiş, teybin ses vermesi gibidir. Hiçbir bilgisayar kendini aşamadığı gibi, beyin de kendini aşamaz, ancak belli bir program dahilinde faaliyet yapar.

Beyin denilen o harika cihaz, ruhu inkara değil, yaratanı kabule götürür. Basit bir hesap makinesinin bile ustasız olamayacağını bilirken, beynin sonsuz ilim ve irade sahibi bir ustası olduğunu nasıl inkâr edebiliriz?

- Ruh ile beden arasındaki ilgi nasıldır?

Kaba, sert bir ağacın, narin ve nazik bir meyve vermesi gibi, bu haşmetli ve cansız âlemden kendisine pek de benzemeyen bir varlık süzülmüş: insan... Güneş yakarken o yanmış, rüzgâr eserken o nefes almış, ırmaklar akarken o kanmış, toprak mahsul verirken o tüketmiş.. Ağacı cansız iken o canlı olmuş, âlem görüp işitmezken o görücü ve işitici kılınmış...

Artık bu üstün meyve, kâinat ağacının gözü kulağı kesilmiş. Bu şerefli rütbe ile birlikte büyük de bir mesuliyet yüklenmiş. O, neye hizmet etmişse, kâinat da mânen o işin peşine düşmüş; o neye kulak vermişse âlem onu dinlemiş ve o neye bakmışsa bütün hizmetçiler de onu seyre koyulmuşlar...

İşte bu insan meyvesinin şu görünen beden hanesinin ötesinde, şu âlemi memnun yahut mahzun eden bir efendi mevcut. Elini dilediği meyveye uzatabiliyor. Gözlerini arzu ettiği istikamete dikiyor. Ayaklarını keyfince hareket ettirebiliyor. İşte bütün bir kâinat ve top yekûn insan bedeni o efendi için yapılıp çatılmış. Renkler âlemi onun gözü önünde hazır. Tatlar âlemi onun diline arz edilmekte. İlim ve hikmet âlemi onun aklına bakıyor.

Bu beden ve şu kâinat, o ruhun önünde iki sahife gibi. Dilerse bedeni okur, isterse kâinatı... Beden ve kâinat, bir başka cihetle de o ruhun önünde iki sofra. Her ikisinden de istifade ediyor. Her ikisini de seviyor; her ikisi için de hâlik’ına şükrediyor.

Ruhun önünde nice düşündürücü levhalar, nice ibret sahneleri ve hayret tabloları mevcut. Kâinatı temaşa, bedeni tefekkür, kâinatla beden arasındaki mükemmel münasebete nazar, beden ile ruh arasındaki akıl almaz ilgiye hayret ve bu sonuncusunu vesile ederek gayb âlemi ile şu görünen âlem arasındaki ulvî rabıtalara iman...

Bir de ruhun kendi mahiyetini bilmedeki aczi var ki, bu acz, nice hakikatlere pencereler açıyor... Her biri diğerinden güzel olan bu mevzulardan sadece bir ikisine kısaca işaret edelim:

Ruhla beden arasındaki ilgi, gerçekten, çok mükemmel. Beden hizmetçi, ruh ise efendi. Hizmetçi efendiye tâbi. Gözden akan yaş, üzüntüden haber veriyor. Üzülen ne göz, ne de onun takılı olduğu beden makinesi. Zira bedenin kederle bir alâkası yok. Ruhtaki teessür, gözden yaş olarak dökülmede.

Ters yöne giden bir arkadaşımıza,  b diye sesleniriz. Bu seslenişte muhatabımız, ne onun kulak zarı, ne de ayaklarıdır. Kulak sadece bir ahizedir, ayaklar ise doğru yahut yanlış yoldan anlamazlar.

Bedenin ruh namına hareket etmesi, gayb âleminin şu şehadet âlemine hâkimiyetini temsil etmede. Ayaklar diledikleri yöne gitmedikleri gibi, şu dünya da kendi keyfince dönmüyor. Göz, kendi arzusuyla bakmadığı gibi, güneş de ışığını kendi iradesiyle vermiyor.

Beden şu âlemdeki birçok hâdisenin tesirinde kalır. Ama ruhun bedene tesiri bunların hepsinin üstünde. Aşırı soğuk da sinir sistemi üzerinde olumsuz tesir yapar; ama bu tesir hiçbir zaman bir ihanetin, bir zulmün, bir vefasızlığın tesiriyle kıyaslanamaz. Bazı gıdalar da tansiyonu yükseltici tesire sahip; lâkin bu yükseltme, üzüntünün, heyecanın tesirleri yanında küçük kalır...

Ruh ile beden arasındaki ilgi, bir bakıma, sesle mânâ arasındaki ilgiye benzer. Ses mânânın bedeni, mânâ sesin ruhudur. Bu ruh o bedenin ne sağındadır, ne solunda, ne içindedir, ne dışında... Mânâ, hayatiyetini devam ettirmek için sese muhtaç değildir. O, hâfızada sessizce durur, dimağda gürültüsüz meydana gelir, kalpte kelimesiz bulunur. Ancak, görünmek ve bilinmek istedi mi, işte o zaman, sese görev düşer.Ses, muhatabın kulağına varınca ömrünü tamamlar. Mânâ ise ondan sonra da varlığını sürdürür.

Mânâ sesten önce de vardı, sesle birlikte göründü, sesten sonra da varlığını devam ettirmede. Ruh Allah’ın kanunu, beden o’nun mahlûku. Bu bedeni, o kanunla tanzim ve idare ediyor. Allah’ın mahlûkata benzemekten münezzeh olduğundan gaflet etmemek şartıyla, insan kendi ruhunda, birçok rabbanî hakikatlere işaretler bulabilir. Bu işaretleri hakikate tatbik ederken, çok dikkatli olmak gerek. İşaretle asıl arasında bir benzerlik kurma gafletine düşülmemeli. Haritadaki bir nokta, bir şehre işaret eder, ama o nokta ile şehir arasında bir benzerlik kurmak cehalettir. Bir yazı, kâtibini gösterir, onun sanatına delil olur; lâkin, kâtibi yazıya benzetmek, yahut yazının özelliklerinde yazarın sıfatlarını aramak mânâsızlıktır.

Meseleye bu şuurla nazar ettiğimizde, ruhumuzda bazı hakikatlere işaretler bulabiliriz:

Ruh, beden ülkesinin yegâne sultanıdır; birdir, şeriki yoktur.

Ruh, bedenin hiçbir cüz’üne, hiçbir organına benzemez.

Ruhun zâtı, bedenin zâtına benzemediği gibi, sıfatları da bedenin sıfatlarına benzemez.

Ruhun bir meseleyi tefekkür etmesiyle, midenin bir lokmayı yoğurması arasında benzerlik düşünülemez.

Ruh doğmaz, doğurmaz, bedende mekân tutmaz. Bunlar hep bedenin, maddenin özellikleridir.

Ruhu mahiyetiyle kavramak mümkün değildir. Onun zâtı hakkında ne düşünülse, ona şirk koşulmuş olur.

Bir bedende iki ruh bulunsa, beden fesada gider...

Bedenin eliyle ne alınırsa alınsın, şükür daima ruha yapılmalıdır.

Ruhun bedendeki icraatı, güneş’in gezegenlerini döndürmesi gibi, mübaşeretsizdir; yâni bu iş, dokunmaksızın, temassız yapılır.

Bir hücreyi idare etmekle, bütün hücreleri idare etmek arasında, ruh için bir fark düşünülemez; birincisi ona daha hafif, ikincisi daha zor değildir...

Bir başka açıdan:

Bedeni kafese, ruhu ise kuşa benzetirler. Bu güzel teşbihten alacağımız çok dersler var. Bunlardan birkaçı:

Beden ruh içindir, ruh beden için değil.

Kafesin boyanmasıyla kuş güzelleşmez. Beden sıhhati de ruhun olgunluğuna delil olamaz.

Kafesi büyütmekle kuşu geliştirmiş olamazsınız. Onun büyüme yolu daha başkadır.

Kuş, kafesten dışarıyı seyreder, ama gören kafes değildir.

“Göz bir hassedir ki; ruh, bu âlemi o pencere ile seyreder.” (Sözler)

Kuşsuz kafesi kimse evinde barındırmaz. En yakınımızı bile ölümünden sonra kaç gün misafir ediyoruz?

Kuş kafesten önce de vardı, kafesten uçtuktan sonra da varlığını devam ettirir.

Şu koca kâinat sarayı, ruh için bir oda gibi. Beden ise kafes. Ruh kafesten uçtuğu gibi, saraydan da çıkar gider, daha geniş âlemlere kavuşmak üzere.

Kafeste boğulmayan, odaya aldanmayan, kendini unutmayan ruhlara müjdeler olsun!...

Ruhun serbest olması ne demektir?

Nur Külliyatı'nda ölümün “mahiyeti” yani  “ne olduğu” konusunda çok güzel tespitler yapılmış. Bunlardan birisinde ölümün  “ıtlak-ı ruh” olduğu belirtiliyor.

Itlak; “kayıtlı olmama, serbest olma” demektir.

Allah’ın bütün sıfatları mutlaktır. Yani, İlâhî sıfatların icraatını bir başka kudret, yahut bir başka irade sınırlayamaz, kayıtlayamaz, onların icraatlarını engelleyemez.

*           

Allah’ın şuurlu bir kanunu olan ruh, insan bedeninde görev yaptığı sürece, o hanenin şartlarına uymak mecburiyetinde kalıyor. “Göz bir hassedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.” cümlesinin ders verdiği gibi, insanın bu âlemi seyretmesi göz ile kayıtlanmış durumda. O pencereyi açmadıkça bu âlemi seyredemiyor. Gözlerini kapayıp uykuya geçtiğinde ise bir başka âlemin kapıları kendisine açılır.Ve o yeni âlemde bambaşka  şeyler görmeye başlar.

*

İnsan uyanık iken, ancak kendisini kuşatan mekânı görebilir. Bir başka beldeyi görmesi için bedenin oraya göç etmesi gerekir. Rüyada ise beden kaydından bir derece kurtulan ruh, o kapalı gözleriyle farklı mekânları seyretme imkânına kavuşur.

Yine uyanık halde, beden zamanla da kayıtlıdır. Gözler ancak hazır zamana ait hadiseleri seyredebilir. Rüya âleminde ise, ruh, “yıllar ve asırlar ötesi zamanları” dolaşabilmekte, berzaha göçmüş nice insanlarla görüşüp konuşabilmektedir.

Nur Külliyatı'nda “nevmin büyük kardeşi olan mevt” ifadesi geçer. Uyku ölümün küçük kardeşidir (Mektûbât, Birinci Mektup). Buna göre, ruhun uykudaki serbestiyeti de ölümle kavuşacağı “ıtlaka, kayıtsızlığa, hürriyete” göre çok cüzi kalır.

Ruh, bedenden ayrıldığında,  onun kayıtlarından da kurtulur. Görmek için göze ihtiyacı kalmadığı gibi, yürümek için ayağa, tutmak için ele, işitmek için kulağa muhtaç olmaz. Yani, onun görmesi de, yürümesi de, tutması da, işitmesi de beden kaydından azade olmuştur.

Görme, ruhun bir sıfatıdır. İnsan uyanık iken de bu sıfatını kullanarak çok uzak mesafeleri görebilir, güneşe, aya bir anda ulaşabilir. Şu var ki, ruh bedenle kayıtlı olduğu için, o ülkelere bizzat gitme imkânından mahrumdur.

Bedenden ayrılan bir ruh, dünya hayatında sadece uzaktan seyrettiği o beldeleri, artık bizzat ziyaret etme imkânını yakalamış oluyor.

Ölüm, beden içindir; ruh için değil.  Sebeplere bağlı olarak,  zaman içinde ve safhalar halinde yaratılan beden, ruhun ayrılmasıyla yine kademeli olarak, ama çok hızlı bir şekilde, zeval bulmaya başlar. Ruh ise, sebepsiz ve birden yaratıldığından, ona beka nimeti ihsan edilmiştir. Yavaş yavaş kemale erenler yine kademeli olarak zevale meylederken, ruh bu kanunun dışında kalır. “İbka” yani Allah’ın onu baki kılması, ona ihsan ettiği varlık nimetini ebediyen geri almaması sayesinde, ruh ebedî olarak yaşayacaktır.

 *

“Ölmeden önce ölünüz.” hadis-i şerifine göre ıtlak-ı ruh dünyada da bir derece gerçekleşebilir. Bunun şartı, ruhun bedene galip gelmesidir. Nur Külliyatı'nda “Ruhu cismaniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri sür’at-i ruh mizanıyla cereyan eder.” buyrulur (Mesnevî-i Nuriye, Şemme).  Bir başka risalede de  “Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalp ve ruhun derece-i hayatına gir.” tavsiyesi yapılır (Lem’alar, On Yedinci Lem’a).

Buna göre, bir mümin, “büyüyüp gelişme” diye özetleyebileceğimiz “nebatî ve cismanî” cihetini ve yine “yeme, içme, görme, işitme, yürüme, evlenme” gibi fonksiyonların tamamını ifade eden “hayvanî” cihetini aşarak, “düşünme ve inanma” merkezli olan “insaniyet” cihetinde terakki ettiğinde, kalp ve ruh ön plana geçmiş olur.

Artık böyle bir kişinin ruhu da, bir bakıma, “ıtlaka” mazhar olmuştur. Şu var ki,  bu ıtlak ölümde olduğu gibi bedeni tamamen terk etme şeklinde değil, kalbini “dünya hayatına ve mahlukata bağlamama” olarak kendini gösterir.

Böyle bir kalp, artık “makam, mevki, servet, şan ve şöhret” gibi nefsin can attığı bütün kayıtlardan azadedir. Dünyayı, Nur Risalelerinde ders verildiği gibi “kesben değil, kalben terk” eder. Dünyadan büsbütün elini çekmez; ancak dünyayı ahiretin tarlası bilerek hayatını “meşruiyet ve hayır çizgisinde” tutmaya dikkat eder. Böylece, dünyanın bütün nimetlerini uhrevî saadetine vesile yapar.

Bunu başaran bir kalp, dünyanın “içinde” boğulmaz, “üstünde” dolaşır. Ömrünü, sadece beden hanesinin ihtiyaçlarını karşılamakla heder etmez. O haneye gereği kadar önem verir, nefsin meşru ihtiyaçlarını -israfa girmeksizin- temin eder. Bununla birlikte, çok iyi bilir ki, yaratılışındaki asıl maksat, ne bu fani dünyaya, ne de onun gibi fani olan bedene hizmet değil, “bâki” olan ruhunu “ebedî” âleme hazırlamaktır.

İşte bu şuura sahip olan bir ruh, “beden, dünya ve nefis” kayıtlarından kurtulmakla “ıtlaka” bu dünyada mazhar olarak Allah Resulünün “Ölmeden önce ölünüz.” hadis-i şerifinde haber verdiği kutlu zevata iltihak eder.





beden sağlığı, elmanın iki yarısı, hayat, kaliteli hayat, resimli sözler, ruh sağlığı ne demektir, ruh sağlığı nedir, sağlıklı yaşam, ruh beden ilişkisi nasıldır, ruh nedir, ruh nedir risale

GÖNÜLDEN SÖZLER

24 Nisan 2018 Salı / No Comments
 altın sözler, ayna, dünya, gönül sözleri, mevlana sözleri gönül, resimli sözler, gönül ile ilgili özlü sözler, gönülden gelen sözler, gönül ile ilgili aşk sözleri, gönülden sözler facebook

GÖNÜL ALMAYI BİLMEYENE,
ÖMÜR EMANET EDİLMEZ .

Gönül bir deryadır, yüzmesini bilene.
Gönül bir alemdir, gezmesini bilene. 
Gönül bir dünyadır, görmesini bilene.
Gönül bir aynadır, bakmasını bilene...
Hz Mevlana

*

Minareden düşenin parçası bulunur bulunur da gönülden düşenin parçası bulunmaz. Mevlana
*
Gönül kendine benzeyen gönüle akar. Hz. Ali
*
Kırılmasın diye üzerine titrerdim. O hep üşüyorum sanırdı. Can Yücel
*
Pişman değilim yaşadıklarımdan. Öfkem belki de yaşayamadıklarımdan. Nazım Hikmet
*
Her kalbin çarpıntısı, kendi ecelinin ayak sesidir. Bâyezid-i Bistami Hz.
*
İster kral, ister köylü olsun, dünyada en mutlu insan evinde huzur olandır. Goethe
*
Öyle tütüyorsun ki gözümde, hamt olsun, hasret çekiyorum. Cahit Zarifoğlu
*
Oturup konuşsaydık geçerdi belki her şey. Başını alıp gitmek sevdaya dâhil değil. Cahit Zarifoğlu
*
Kendini çok zorlama, en güzel şeyler; onları en az beklediğinde olur. Fight Club
*
İnsanların da yan etkileri var. Bazıları başını döndürürken, bazıları mideni bulandırabiliyor. N.Parra
*
Çok gülen insana iyi davranın. Çünkü bir yerlerde hep tek başına ağlar. Can Yücel
*
Hiçbir şeyden asla vazgeçme; vazgeçenler yalnızca kaybedenlerdir. Abraham Lincoln
*
Sana hiç dokunmasam, öpmesem, bilmesem hatta tanımasam bile; Seni Seviyorum. V For Vendetta
*
Çok sıkıldıysan hayattan, bir mezarlığa git. Ölüler iyi bilir yaşamak güzeldir. Necip Fazıl
*
Canım benim Bilir misin? Canım dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep. Ahmed Arif
*
Sen bilmezsin. O bilmez. Hiç kimse bilmez, bilemez. Hatta ben bile. Bir tek paşa gönlüm bilir. Aşık Veysel
*
İnsan parasını kaybedince fakir, özgürlüğünü kaybedince esir, aşkını kaybedince şair olurmuş. Özdemir Asaf
*
Anlamasan da olur. Kimse anlamasa da olur. Gerçek hürriyet budur. Ben anlıyorum. Anlatamasam da olur. Oğuz Atay
*
Garip! Sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız. Dostoyevski
*
Kaf Dağı kadar yüksekte olsan da, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma her şeyin bir hesabı var üzdüğün kadar üzülürsün. Mevlana
*
Belki yıllar sonra sokakta birbirimizin yanından geçerken ikimizde diyeceğiz ki; bu yabancı ne kadar da çok benziyor hatıralarıma. Hope





altın sözler, ayna, dünya, gönül sözleri, mevlana sözleri gönül, resimli sözler, gönül ile ilgili özlü sözler, gönülden gelen sözler, gönül ile ilgili aşk sözleri, gönülden sözler facebook

AYDINLANMA ÇAĞI

/ No Comments
avrupada aydınlanma çağı, aydınlanma çağı, coğrafi keşifler, endüstri devrimi, hacı bektaşi veli sözleri, marifetname, nefis nasıl terbiye edilir, ödev notları, reform, rönesans, sanayi inkılabı,

AYDINLANMA

Madde karanlığı, akıl nuru;
Cehalet karanlığı, ilim nuru;
Nefis karanlığı, marifet nuru;
Gönül karanlığı, aşk nuru ile aydınlanır. Hacı Bektaşi Veli
*
Aklın nuru, maddi karanlıkları boğar.
*
İlmin nuru, cehaletin karanlığını yok eder.
*
Marifetin nuru, nefsin karanlığını aydınlatır.
*
Gönül karanlığı ise, aşkın nuru ile temizlenir, pak olur... 

*

Aydınlanma Çağı Nedenleri ve Sonuçları

COĞRAFİ KEŞİFLER

15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalıların yeni ticaret yolları bulmak için yaptığı keşif hareketleridir. Portekizliler ve İspanyollar, keşiflerin başlamasına öncülük etmiştir. Bu keşiflerin dini, ekonomik ve bilimsel birçok amacı vardı.

Nedenleri:

1-Pusula kullanımının yaygınlaşması

2-Hristiyanlığı yayma düşüncesi

3-Okyanuslara dayanıklı gemilerin yapılması

4-Doğu ülkelerindeki zenginliklere ulaşma isteği

5-Önemli ticaret yollarının Müslümanların elinde olması

Sonuçları:

1-Yeni ticaret yolları bulundu. İpek ve Baharat yolları önemini kaybetti. Atlas Okyanusu kıyısındaki limanlar önem kazandı.

2-Avrupalılar yeni keşfettikleri yerlerin zenginliklerini sömürmeye başlamıştır. (Sömürgecilik – Emperyalizm)

3-Hristiyanlık yeni ülkelere yayılmaya başlamıştır.

4-Yeni kıtalar, uygarlıklar, bitkiler, hayvanlar keşfedilmiştir.

5-Keşiflerle dünyanın yuvarlaklığı anlaşılmış, sonuçta kiliseye ve din adamlarına güven azalmıştır. Böylece Rönesans ve Reform için ortam oluşmuştur.

6-Ticaret yollarının yönünün değişmesinden dolayı Osmanlı Devleti, ekonomik olarak olumsuz etkilenmiştir.

*Sömürgecilik (Emperyalizm): Bir devletin güçsüz bir ülkeyi ekonomik, siyasi, askeri kazançlar sağlamak için yönetimine alıp, o ülkenin zenginliklerini zorla kullanmasıdır.

Keşifler:

*Krsitof Kolomb, Amerika’ yı keşfetti. Ancak Kolomb, burayı Hindistan zannetmiştir. Daha sonra Ameriko Vespuçi, buranın yeni bir kıta olduğunu anlamıştır. Bu kıtaya onun adından dolayı “Amerika” denilmiştir.

*Portekizli Macellan ve Del Kano, dünyayı dolaşarak dünyanın yuvarlaklığını ispatlamıştır.

*Portekizli gemici Bartelmi Diyaz’ ın Ümit Burnu’ nu (Afrika’ nın güney ucu) bulmasından sonra Vaskö de Gama, Ümit Burnu’ nu dolaşarak Hint Okyanusu ve Hindistan’ a ulaşmıştır.

RÖNESANS

15. ve 16. yüzyıllarda İtalya’ da başlayıp Avrupa’ ya yayılan bilim, kültür, sanat ve edebiyat alanındaki yeniliklere “yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans denir. Bu olaydan sonra Avrupalılar, bilimde ve kültürde Müslümanların önüne geçmiştir.

Nedenleri:

1-Matba ve kağıdın Avrupa’ da yaygınlaşması

2-İstanbul’ un fethi

3-Coğrafi Keşifler’ in etkisi

4-Bilime ilginin artması

5-Kiliseye ve din adamlarına duyulan güvenin azalması

Sonuçları:

1-Avrupa’ da skolastik düşünce azalmaya başlamıştır. Onun yerini bilimsel düşünce almıştır.

2-Kilisenin ve din adamlarının etkisi azalmaya başlamıştır.

3-Avrupa’ daki gelişmeler dinde Reform’ a neden olmuştur.

4-Hümanizm düşüncesi ortaya çıkmıştır.

*Skolastik düşünce: Orta Çağ’ da Hristiyanlığın Katolik kilisesinde var olan; düşünmeyi, araştırmayı reddeden geri kalmış düşüncedir.

*Hümanizm (İnsancıllık): Avrupa’ da ortaya çıkan bilim, sanat ve felsefe görüşü; insan sevgisini amaç edinen düşüncedir.

Önemli Rönesansçılar:

Leonardo da Vinci: Resim, mühendislik, anatomi, bilim.

Raphael: Resim.

Mikelanj: Heykeltıraşlık.

Donatello: Heykeltıraşlık.

Shakespeare: Edebiyat.

Montaigne: Edebiyat.

Kopernik: Astronomi.

Not: Çizgi film kahramanları olan Ninja Kaplumbağalar’daki dört kaplumbağının adı Rönesans dönemindeki dört sanatçıdan esinlenilmiştir: Donatello, Rafael, Mikalenjelo, Leonardo.

REFORM

Kelime anlamı “Yeniden düzenlemek, şekil vermek” olan Reform , Hristiyanlığın Katolik mezhebinin bozulması ve dinden uzaklaşması sonucu 16. yüzyılda Almanya’ da Martin Luther liderliğinde başlayıp tüm Avrupa’ ya yayılan din alanındaki yeniliklerdir.

Nedenleri:

1-Katolik kilisesinin yanlış uygulamaları

2-Din adamlarına duyulan güvenin azalması

3-Matbaanın kullanılması ile İncil’ in çoğaltılması ve ana dillere çevrilmesi

4-Kilisenin fazla zenginleşmesi ve halkın fakirliği

5-Coğrafi Keşifler’ in ve bu keşiflerin sonucunda yayılan bilimsel düşüncenin etkisi

6-Martin Luther gibi din adamlarnın yetişmesi

Sonuçları:

1-Avrupa’ da mezhep birliği dağıldı. Katolik ve Ortodoksluğun yanına Protestanlık, Kalvenizm, Anglikanizm gibi yeni mezhepler eklendi.

2-Mezhep savaşları yaşandı.

3-Papa’ ya ve din adamlarına duyulan güven azaldı.

4-Katolik kilisesi kendini düzeltmek zorunda kaldı.

5-Kilisenin etkisi azalınca bilimsel düşünce, laik eğitim ve hümanizm için uygun ortam oluştu.

*Laiklik: Devlet ile din işlerinin ayrılması; devletin, din, ibadet ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından tarafsız olmasıdır.

*Mezhep: Bir dinin yorum farklılıklarından oluşan alt kollarıdır.

*Aforoz: Hristiyanlıkta kilise tarafından verilen cemaatten çıkarma cezasıdır.

*Endülijans: Orta Çağ Avrupasında bir tür günah çıkarma ve ölümden sonra cennete gitmek için satılan af belgesidir.

AYDINLANMA ÇAĞI:

17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’ da ortaya çıkan, her konuda akıl ve bilime önem veren düşüncenin olduğu döneme “Aydınlanma Çağı” denir. Rönesans, Reform ve bilimsel gelişmeler, bu dönemin yaşanmasında etkili olmuştur.
Bu dönemde bilgi için deney ve gözlem temel alındı. Akılcılık ve bilimsellik önem kazandı. Aydınlanma Çağı’ nda gerçekleşen bilim, sanat ve teknolojideki gelişmeler Sanayi İnkılabı’ nda temel oluşturdu.

Bu dönemin önemli isimleri:

Newton: Fizik, matematik. “Yer çekimi kanunu”nu buldu.

Galileo: Dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü savunmuştur.

Jan Jack Rousseau: Sosyal bilimler.

Descartes: Matematik, felsefe.

Mozart: Müzik.

Bach: Müzik.

SANAYİ İNKILABI (ENDÜSTRİ DEVRİMİ)

*Sanayi: Ham maddeleri işlemek (tütün, pamuk, şeker pancarı, buğday, madenler gibi) ve enerji kaynaklarını (kömür, petrol gibi) kullanmak için yapılan işlerin tamamıdır.

*İnkılap: Yapılan köklü yeniliklere denir. Eski durumdan yeni bir duruma geçiş demektir.

Sanayi İnkılabı : İnsan ve hayvan gücüne dayalı üretimden makine gücüne, fabrikaya dayalı üretime geçiş demektir. James Watt’ ın buharlı makineyi icadıyla 18. yy. ortalarında İngiltere’ de başlamıştır. Bu inkılap, ilk olarak dokuma (tekstil) sanayisinde olmuştur.

Nedenleri:

1-Rönesans ve Reform ile birlikte Avrupa’ da bilimsel ve özgür düşüncenin gelişmesi

2-Coğrafi Keşifler’ in Avrupa’ ya getirdiği zenginlik

3-Bilimsel ve teknolojik gelişmeler

Sonuçları:

1-Üretim arttı ancak ham madde ve pazar bulmak sorun olmaya başladı.

2-Ülkeler arası ekonomik yarış başladı.

3-Sanayileşme hızlandı, büyük fabrikalar ve şirketler kuruldu.

4-Sömürgecilik (emperyalizm) yarışı arttı.

5-Avrupa’ da zenginlik ve nüfus arttı, köyden kente göç başladı, büyük şehirler oluştu.

6-İşçi sınıfı oluştu, işçilerle ilgili sorunlar ortaya çıktı ve sendikalar kurulmaya başlandı.

7-Kömür, petrol gibi enerji kaynaklarına duyulan ihtiyaç arttı.

8-Uluslararası ticaret arttı, ulaşımda gelişmeler yaşandı ve demiryolu yapımı arttı.

Not: Sanayi İnkılabı, Fransız İhtilali ile beraber 1. Dünya Savaşı’ nın (1914 – 1918) iki  temel nedeninden biri olacaktır.

*Sendika: İşçilerin veya işverenlerin iş, kazanç, toplumsal ve kültürel konular bakımından çıkarlarını korumak ve geliştirmek için oluşturdukları kuruluşlardır.

Osmanlı’ ya Etkisi:

Osmanllı’ daki el tezgahları, küçük dükkanlar Avrupa fabrikalarına karşı mücadele edemeyip kapanmaya başlamıştır. Avrupa’ daki sanayileşmeye ayak uyduramadığımız için ülkemizde işsizlik artmış, ticarette sıkıntılar yaşanmış ve ekonomimiz dışa bağımlı duruma gelmiştir.

Ülkemizde 19. yüzyıldan sonra Avrupa malları yaygınlaşmaya başlamıştır. Böylece Osmanlı’ da ekonomik çöküş hızlanmıştır. Avrupalı devletler, ham madde ve pazar ihtiyacı için Osmanlı’ nın bazı topraklarını işgale başlamıştır. (Mısır, Tunus, Cezayir, Kıbrıs, Libya gibi)

FRANSIZ İHTİLALİ (1789)

Fransa’ da krallık yönetimine karşı ayaklanan halkın, yönetimi değiştirmesidir. Monarşi yerine cumhuriyetin kurulduğu bu olayda siyasi, sosyal ve ekonomik nedenler etkili olmuştur.

Nedenleri:

1-Krallık yönetiminin sert ve baskıcı siyaseti

2-Yöneticilerin aşırı zenginleşmesi ve halkın fakirliği

3-Başka ülkelerdeki demokratik yönetimlerin Fransa halkına örnek olması

4-Montesguieu, J.J. Rousseau, Voltaire gibi düşünürlerin etkisi

Sonuçları:

1-Yeni Çağ bitti, Yakın Çağ başladı.

2-Başta Fransa olmak üzere Avrupa’ da monarşilerin yerine demokrasiler kurulmaya başlandı.

3-Demokrasi, eşitlik, milliyetçilik, özgürlük, adalet, insan hakları gibi düşünceler önem kazandı.

Osmanlı’ ya Etkisi:

Demokrasi, eşitlik, insan hakları gibi düşünceler Osmanlı’ nın son dönemlerinde yapılan yeniliklere örnek olmuştur. 1876’ daki Meşrutiyet’ in ve anayasanın ilanı gibi… (Olumlu etkisi)

İhtilalden sonra yayılan milliyetçilik düşüncesi Osmanlı gibi çok uluslu devletleri olumsuz etkilemiştir.Ülke içindeki azınlıklar (Rum, Sırp, Ermeni, Bulgar, Arap...), milliyetçilik düşüncesinden etkilenerek devlete karşı ayaklanmış ve Osmanlı’ nın dağılmasını sağlamıştır. (Olumsuz etkisi)

*İhtilal: Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın kuvvet kullanarak zorla yapılan geniş halk hareketidir. 

                                                                                                                         



avrupada aydınlanma çağı, aydınlanma çağı, coğrafi keşifler, endüstri devrimi, hacı bektaşi veli sözleri, marifetname, nefis nasıl terbiye edilir, ödev notları, reform, rönesans, sanayi inkılabı, 

ANADOLU ERENLERİ VE KERAMET

/ No Comments
 altın sözler, anadolu erenleri, anadolu neresidir, erenler, hacı bektaşi veli kimdir, hacı bektaşi veli sözleri, abdulhakim arvasi, abdullahı dehlevi, somuncu baba, imamı azam ebu hanife, keramet nedir

GÜL KOKULU TOPRAKLAR
Edep, erkana bağlıdır, ayağımız başımız,
Güllerden koku almıştır, toprağımız taşımız,
Soframızda bulunan, lokmalar hep helaldir,
Yiyenlere nur olsun, ekmeğimiz aşımız...Hacı Bektaşi Veli
*
Anadolu Erenleri toprağa gül kokusu katanlardır.
*
Vatanın gerçek sahibi, uğruna can verip yatanlardır. acer
*
ANADOLU ERENLERİ VE KERAMET

Erenlerin sırrı:

Birisi Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin eteğine yapışıyor: “Aman şeyhim bir keramet.” Mübarek gülüyor “Bizim kerametimiz açıktır” diyor. “Bu kadar günahla yeryüzünde yürümemiz yetmez mi?” * * 
İmam-ı Azam hazretlerinin yolu üzerinde iki kadın... Büyük veli geçerken konuşuyorlar. Biri “Bu adam var ya bu adam” diyor, “Her gün 500 rekat namaz kılar.” İmam-ı Azam hazretleri onu ciddiye alıyor her gece 500 rekat namaz kılmaya başlıyor. Bir gün İmam-ı Azam hazretleri aynı yolda. Aynı kadın “Şunun yüzündeki nuru görüyorsunuz değil mi?” diyor, “Eh, bir insan her gece bin rekat namaz kılarsa böyle olur tabii”. Mübârek, ümmet-i Muhammed beni nasıl biliyorsa öyle olmalıyım diyor namazlarını bine çıkarıyor. Büyük veli bir gün yine o kadını görüyor. Şimdi yeni bir şey söyler mi demeye kalmıyor, söylüyor. Yanındaki çocuğa “Bak oğlum” diyor, “sabahlara kadar uyumayanlar işte böyle olurlar”. O günden sonra gece uykusunu da terk ediyor. Boşboğaz bir kadın için bunca zahmet... İşte keramet. 
*  
İmam-ı Azam Hazretleri ömrünün sonlarına doğru işi biten ibriğin lülesinin kıbleye doğru bakması gerektiğini öğreniyor. Bu farz değil, sünnet değil. Sadece abdestin edeblerinden biri. Ama mübarek kırk yıllık namazını kaza ediyor. Zor olan bu işte. 
Bir gün Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’ni saraya davet ediyorlar. Sultan ibrik tutuyor, şehzade peşkir koşturuyor. Valide sultan perde arkasından bakıyor. “Ah” diyor “bir kerametlerini olsun görebilseydik.” Büyük veli “Bundan büyük keramet mi olur” diyor, “Bizim gibi dervişin suyunu sultanlar döküyor.” 
Abdullah-ı Dehlevi Hazretlerine soruyorlar. “Şeyhim falan kişi havada uçuyormuş, ne dersiniz?” Mübârek omuzunu silkiyor “Olsun” diyor, “Sinek de uçuyor” - Ama filanca suda da yürüyormuş? - Kurbağalar dahasını yapıyor, dalıyorlar. - Peki bunlar kıymetli değil mi? - Kıymetli olan şeriate uyabilmektir. 
Evet, Somuncu Baba Ulucami’nin üç kapısından birden çıkıp sevenleriyle kucaklaşıyor ama bunun farkına vardığı gün Bursa’da durmaktan hicap ediyor. Şimdi bunları niye anlatıyoruz? Çoğumuz velilerin keramet göstermekten hoşlandıklarını sanıyoruz. Hayır. Aksine onlar kerametlerini sır gibi saklıyorlar. Nasıl mı? Şöyle: ZAMANIN KUTBU Murat Han, oğlu Mehmed’e (Fatih’e) hocalık yapacak bir âlim aradığında işin ehilleri hep aynı adresi gösteriyorlar: “Molla Ayas!” Mübârek akıllara durgunluk verecek bir ustalıkla ders anlatıyor ve Zeynüddin Hafi hazretlerinden gelen feyzi aktarmasını iyi biliyor. İlim ehli onu kitaplara yazdığı haşiyelerden, tanıyorlar. Aradan uzun yıllar geçiyor. Sultan Selim devri velilerinden Seyyid-i Velâyet hacca gidiyor. Arafata çıktıkları gün Aşıkpaşazâde Ahmed “Sana bir sır vereyim mi?” diyor, “Mescid-i Nemira’da imamın sağında duran zât zamanının kutbudur. Bak bakalım onu tanıyabilecek misin?” Aşıkpaşazâde kalabalığı yaramıyor, ama Seyyid-i Velâyet güç hâl ön safa yaklaşıyor. Ne görse beğenirsiniz, imamın yanında Molla Ayas duruyor. Bursa’ya döndüklerinde bu sırrı (tamamen iyi niyetle) arkadaşlarına fısıldıyor. Ama o gece bir haller oluyor, hayat ile memat arasında gidip gidip geliyor. Sabaha kadar ecel terleri döküyor, ölümle pençeleşiyor. İşin nereden geldiğini anlıyor. Ertesi sabah erkenden hocasını buluyor, birlikte Molla Ayas’ın huzuruna çıkıyorlar. Molla Ayas ona dikkatli dikkatli bakıp Aşıkpaşazâde’ye dönüyor. - Kimdir bu? - Canımız, ciğerimiz, biricik talebemiz efendim. - Bu genç sırrımızı açığa çıkardı. Bizi çok üzdü. Hatta bir ara çok daraldım, ellerimi açıp “Ya Rabbi beni bu hale düşürenin canını al” dedim. Ama Resulullah Efendimiz şefaat edip mani oldular. Anladım ki halis evlâd-ı resûldür. - Öyledir Efendim. Molla Ayas bu kez Seyyid-i Velâyet’e dönüyor. Şefkât kokan bir üslupla “Bak evlâdım” diyor, “Bundan böyle kimsenin sırrını açma e mi?” İşte Seyyid-i Velayet sır saklamanın ehemmiyetini öğrendikten sonra hakikat basamaklarını tırmanmaya başlıyor. Gün geliyor kendi sır sahibi oluyor. Sırrının ifşa edilmesinden mi? İnanın çok korkuyor, rüzgara tutulmuş söğüt yaprağı gibi titriyor. Seyyid Abdülhâkim Arvasi Hazretleri “Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür” buyuruyorlar. 




altın sözler, anadolu erenleri, anadolu neresidir, erenler, hacı bektaşi veli kimdir, hacı bektaşi veli sözleri, abdulhakim arvasi, abdullahı dehlevi, somuncu baba, imamı azam ebu hanife, keramet nedir

HIRS

22 Nisan 2018 Pazar / No Comments
altın sözler, dost ne demek, düşman kimdir, düşünce kulübü, göz, hırs ne demek, insan, hırs nedir, sorularla islamiyet hırs, hırsın zararları faydaları, resimli sözler, sözharmanı,

HIRS; GÖZLERİ KÖR, KULAKLARI SAĞIR EDER!

HIRS; gözleri kör, kulakları sağır eder!
Hırs, kötü düşüncelere zemin hazırlar.
Hırs, dostu düşman eder.
Hırs insanı uçuruma sürükler.
Ama insan farkına varamaz...

*

HIRS NEDİR?

Şiddetle arzu etmek, üzerine çok düşmek anlamına gelen bir İslam ahlak terimi: Eşya için kullanıldığında şiddetli arzu ve büyük rağbeti anlatan hırs, insanlara yönelik bir tutum sözkonusu olduğunda "acımak, şefkat etmek, iyiliğine çalışmak" gibi anlamları ifade ediyor.

Kur'ân-ı Kerim'de kelimenin türevinin kullanıldığı beş âyet-i kerime'nin anlamları şöyledir:

"Sen ne kadar yürekten istesen de, İnsanların çoğu inanmazlar" (Yûsuf, 12/ 103).

"Ne kadar uğraşsanız da kadınlar arasında adalete gücünüz yetmez" (en-Nisâ, 4/129).

"Onların doğru yolda olmaları için ne kadar çırpınsan yine de Allah saptırdığını doğru yola iletmez; onların yardımcıları da yoktur" (en-Nahl, 16/37).

"Ey inananlar, andolsun ki, size içinizden sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir" (et-Tevbe, 9/128).

"Doğrusu, onların (Yahudilerin) hayata diğer insanlardan, hatta müşriklerden daha düşkün (daha hırslı) olduklarını görürsün. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa, uzun ömürlü olması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yaptıklarını görür" (el-Bakara, 2/9)

Görüldüğü üzere, ilk dört âyette, hırs kelimesiyle kökdeş sözcükler olumlu bir tutumu anlatmak için kullanılmış; ancak son ayette dünyaya rağbet anlamı içinde alınmıştır.

Hadis-i Şeriflere baktığımızdaysa, "Bir koyun sürüsünün üzerine salıverilen iki aç kurdun o sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsının dinine olan zararından daha ağır değildir" (Tirmizî, Zühd, 30) anlamındaki Hadis'te hırs kelimesinin kullanıldığını görüyoruz. "Âdemoğlu yaşlanır, fakat ondaki iki şey gençleşir: Mal üzerine hırs, ömür üzerine hırs..." (İbn Mâce, Zühd, 27) meâlindeki Hâdis-i Şerif, Tirmizi'de aynı babta üç ayrı yerde geçer. Enes rivâyetinde metin aynidır. Ebu Hûreyre rivâyetinde ise "uzun ömür ve mal sevgisi" ifadesi vardır.

"Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi maldadır" (Tirmîzî, Zühd, 19).

"Siz kendinizden aşağı olanlara bakınız; sizden yukarı olanlara bakmayınız. Çünkü, böyle yapmak, Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini küçümsememeniz için daha uygûndur" (Münzirî, Muhtasar-u Sahih Müslim, 2087 nolu Hâdis; İbni Mâce, Zühd, 9)..

"Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü ister. Ademoğlunun karnını (gönlünü) topraktan başka birşey doldurmaz. Şu kadar ki, tevbe eden kişinin tevbesini Allah kabul eder" (Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, 2025 sayılı hâdis: Tirmizi, Zühd,19; İbni Mâce, Zühd, 27).

Görüldüğü üzere, bu Hâdislerde,Türkçede hırs diye adlandırdığımız tutum anlatılmakla birlikte hırs kelimesi kullanılmamıştır. Bazan hırs kelimesi "tamah" açgözlülük, şiddetli arzu, bir şey hakkında ziyadesiyle rağbet ve meyil göstermek" anlamında kullanılmış ve adî şeylere olan hırsın kalb fakirliği, yüce şeylere karşı hırsın ise, ruhun ulviyeti olduğu kaydedilmiştir (Ö.N. Bilmen, Dini ve Felsefı Ahlâk Lügatçesi, Hırs Maddesi). Bazan da hırs ve tama' müterâdif ve yakın anlamlarda kullanılmıştır (İmam Gazzali, İhyau-Ulûmi'd Din, Terc. A. Arslan, VII, 251). Bu da hırs kelimesinin geçirdiği evrimi ve günümüzde tama' kelimesiyle özdeş bir durumda zemmedilen bir davranış biçimi haline dönüştüğünü ifade eder.

Bu gün Türkçemizde kullandığımız anlamıyla hırs ve türevleri olan diğer kelimeler, temelde, tama' kelimesinin ifade ettiği manayı taşımaktadır. Arapça'da tama' kelimesinin ifade ettiği aşırı isteğin bir ileri adımı "paylaşmağa yanaşmayıcı bir istek" anlamını taşıyan "çeşit" ve uç noktası da, hem Kur'ân-ı Kerim'de ve hem de hadis-i Şerif lerde çok yerilen "emel"dir. Hırs, gerçek anlamı içinde verilmesi gereken değil, hırs gösterilen şey açısından değerlendirilebilecek bir tutumun adı olmaktadır. Hırs'ın iyiye de kötüye de kullanımı vardır.






altın sözler, dost ne demek, düşman kimdir, düşünce kulübü, göz, hırs ne demek, insan, hırs nedir, sorularla islamiyet hırs, hırsın zararları faydaları, resimli sözler, sözharmanı, 

UMUT SÖZLERİ

17 Nisan 2018 Salı / No Comments

UMUDUNU YİTİRME
altın sözler, anlamlı umut sözleri, en güzel umut sözleri, etkili umut sözleri, resimli mesajlar, resimli sözler, resimli umut sözleri;, umut fakirin ekmeği, umut sözleri, umutla ilgili sözler,

Umut; hiç bitmeyen bahar mevsimidir.
Üzerine kar da yağar, fırtına da eser.
O her zaman çiçek açar.
Umut hayattır.
Umutsuzluk ölümdür.
Umut fakirin ekmeğidir.
Umutsuzluk açlıktır.
Umut Allah'tandır.
Umutsuzluk şeytandandır.
Tercih insanoğlunun...

*
En Etkileyici Umut Sözleri

- Umudumu kırdılar azizim kendimden bile vazgeçtim artık.
*
- Seviyorum sevmenin acı verdiğini, her sevenin sevilmediği bile bile ama yine de bir umut taşıyorum, belki seven sevilir diye.
*
- Bir yerde yaşam varsa orada umut da vardır.
*
- Kalk, silkelen, kendine gel. Umutsuzluğa sarılma. Umutsuzluk şeytandan, ümit etmek ise Allah’tandır.
*
- Bir insana yapılacak en büyük kötülük, ona umut verip sonra hiçbir şey olmamış gibi gitmektir.
*
- Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma, aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak.
*
- Öyle günler gelir ki umutla beklersin öyle de gün gelir ki gülüp geçersin.
*
- Her ne kadar hayattan bıksan da darbe yesen de, hayatına bir gün öyle biri girecek ki sana geçmişi unutturup yeniden hayata bağlayacaktır.
*
- Cümleten başımız sağ olsun, umutlarımızı kaybettik.
*
- Elinden geleni yap, gerisini zamana ve Allah’a bırak. Kalbi güzel insan her zaman kazanır unutma!
*
- En beklenmedik zamanda, en umulmadık yerden boy verebilir yepyeni bir yaşam. Ne Rabb’inden kes umudu, ne de kendinden.
*
- Umuda bir kurşun sıksa da ölüm, unutma umuda kurşun işlemez canım.
*
- Umut, oturup beklemek değildir; umut yıkılan hayallere, bozulan morallere rağmen, eyleme geçmek için ayağa kalkmaktır.
*
- Pazardan arta kalan domates gibi umutlarımız vardı bizim.
*
- Aklını kaybet, fikrini kaybet, yetmezse hayatını kaybet ama umudunu kaybetme.
*
- Bütün olumsuzluklara karşı umut yaşamın bir parçasıdır.
*
- Kışın en sert soğuğuna meydan okuyan tek çiçektir, umut! Yaşarken umutsuz kalma ki, çiçeğin solmasın.
*
- Bir hayalin gerçekleşme ihtimalini düşlemek, o hayalin gerçekleşmesinden daha keyif verici.
*
- Tırtıl tam dünyanın sonunun geldiğini düşünmüştü ki; kelebeğe dönüştü!
*
- Gökyüzünü kara bulutlar kaplasa da sen güneşin parlayacağından umudunu kesme.
*
- Hayatıma bir anda girsen de, ben de kendimi dünyanın en şanslı insanı hissetsem.
*
- Ben umutsuzluğun olduğu yerde umudunu kaybetmeden yürümeyi bilirim. Her yürüdüğüm yolda çakıllar, her durduğum yerde çakallar olsa ne yazar!
*
- Umutlanmadan, beklemeden, hayal kırıklığı ihtimali olmadan olmaz mı hiçbir şey? Aniden mutlu olsak ya, bir kerede.
*
- Benden duymuş olma da! O da senden mesaj bekliyormuş. Bekleşip durmayın bence.
*
- Umut hiç bitmeyen bahar mevsimidir. İçine kar da yağar, fırtına da kopar ama çiçekler hep açar.
*
- Bir şeyi gerçekten istiyorsan peşinden git, olmadı koş, yapamadın uç, gerekirse sürün ama asla vazgeçme.
*
- Çayını tazeleyeyim mi diyen biri mutlaka oluyor da, ‘umudunu tazeleyeyim mi?’ diyen birine pek rastlanmıyor.
*
- Uzun satırlar yazdım acılar üstüne, kısa satırlarda kaldı mutluluk, onu da parantezlere bıraktık, noktalar koymadık virgüllerle anlatamadıklarımızı ünlemle bitirdik. Yazdıklarımızı soru işaretlerimize bıraktık, mesela dedik, kurduğumuz hayallere umut dedik.
*
- Her ne kadar dilimiz ‘nasip değilmiş’ dese bile, kalbimiz ‘Allah’tan ümit kesilmez’ diye atar!






altın sözler, resimli mesajlar, resimli sözler, umut fakirin ekmeği, en güzel umut sözleri, etkili umut sözleri, anlamlı umut sözleri, umutla ilgili sözler, umut sözleri, resimli umut sözleri;

AŞK! İLK GÜNKÜ GİBİ, KÖRDÜĞÜM GİBİ...

16 Nisan 2018 Pazartesi / 1 Comment
 aşk, aşkın gözü kördür, aşk ile ilgili hadisler, hz aişe, hz muhammed, kördüğüm ne demek, sevda ne demektir, hz muhammedin aşk ile ilgili sözleri, hz muhammed eşlerine nasıl davranırdı

'Aşk' kelimesi çok fazla tarif edilmiştir.
En güzel tarifi de İslam Peygamberi Hz. Muhammed tarafından 
eşi Hz. Aişe için söylenmiştir.
Hz. Aişe, Hz Muhammed'e
'Ben seviyor musun?' diye sorduğunda;

'İlk Günkü gibi, Kördüğüm gibi seviyorum Ya Aişe'

İşte böyle seviyorsak gerçekten aşığız demektir.
Aşk böyle ise  bize AŞKOLSUN demek düşer...Acer

*

HZ. MUHAMMED (sav)'İN AŞK İLE İLGİLİ SÖZLERİ

Nezaket abidesi Peygamber Efendimiz, eşine hitap ederken sevgi sözcükleri kullanmayı ihmal etmiyordu. Meselâ Hz. Aişe'ye, ‘Uveyş', ‘Aiş', ‘Hümeyra' gibi hoş anlamlara gelen isimlerle sesleniyordu.

“Erkek gözden, kadın kulaktan doyar.” der atalarımız. Bu ifade bize erkek ve kadının gönlüne nasıl girileceğinin ip uçlarını ne güzel de veriyor. Bir hanım eşinin kalbine girmek istiyorsa öncelikle gözüne, beyefendi ise hanımının kulağına hitap etmeli.

Evliliklerde sevgiyi ve aşkı yaşatan, monotonluğunu kıran kulaktır. Çünkü kulak, kalbe giden en etkili yoldur. Zira iyi ve kopmaz bir iletişim, öncelikle güzel hitapla başlar.

Bozulan evliliklere baktığımızda ilk kaybedilen güzelliğin eşlerin birbirlerine hitap şekli olduğunu görüyoruz. Sözlülük veya nişanlılık sürecinde sarf edilen, “Canım, bitanem ve hayatım”lar zamanla yerini, “Baksana, hişt, alo, hop, bizimki, ananız, babanız..”a bırakıyor.

İyi bir eş olmak güzel hitap ile başlar...

Özetle mutlu evliliklerde eşlerin birbirlerine hitap sözleri çok önemli ve değerlidir. Hanımefendi ve beyefendinin birbirlerine hitabı “sevgi, şefkat, saygı, ilgi ve yakınlık” hissettirecek şekilde olmalı. Eşler böylesi sözcükleri birbirlerinden sakınmamalı.

Unutmayalım ki iyi bir eş olmak güzel bir hitap ile başlar...

Hz. Aişe'ye: “Gözbebeğim!”

Efendimiz'in hayatına baktığımızda hanımlarına en güzel sözlerle seslendiğini, sevgisini dille ifade ettiğini, onları sevdiğine dair sevgi sözcüklerini kullanmaktan kaçınmadığını görüyoruz. Mesela Allah Resulü, Aişe annemize, “Gözbebeğim- (Lübbetülayn)” diye hitap ediyordu. Zira eşleri O'nun için gözbebeğiydi. Onları öyle seviyor, öyle koruyordu.

Bir nezaket abidesi olan Peygamber Efendimiz, aile hayatında muhatabına değer vermenin, sevginin devam etmesine ve artmasına vesile olduğunu biliyor ve bunu gerek söz, gerekse hareketleriyle ortaya koyuyordu. O'nun bu örnek halini Hz. Aişe validemiz şöyle anlatıyor: “Resulullah, hanımlarıyla baş başa kaldığında insanların en nezaketlisi ve güler yüzlüsüydü.”

“Gül yüzlüm, al yanaklım!”

Aişe annemiz, bir defasında kendisi için “Ben Allah'ın sevgilisinin sevgilisiyim.” demiştir. Kaynaklarımıza baktığımızda Efendimiz'in, Hz. Aişe annemize ‘Ayşecik' anlamına gelen “Uveyş” veya Ayşem anlamına gelen “Aiş” diye hitap ettiğini görüyoruz. Hele bir de gül yüzlüm, al yanaklım manasına gelen “Hümeyra” sözcüğü vardır ki, bu söz, bir kadının gönül dünyasını okşayan ne hoş bir ifadedir.

Efendimiz'in Aişe annemize söylediği bu ifadeler güzel Türkçemizdeki “Sultanım, gülüm, tatlım, kıymetlim, güzelim, hayatım, canım, cennetim, baharım...” gibi bir beyefendinin hanımını memnun edecek, aradaki sevgi bağını güçlendirecek sevgi sözcükleridir.


*

Hz. Muhammed S.A.V  aşk hakkında şu şekilde buyurmuştur;

“Mümin kendisi için sevdiğini kardeşi için de arzular.”176


(Aşk’ın, sevginin bencil olmamak gerektiğini anlatır. )

“Hediyeleşin, birbirinizi sevin. Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hasıl eder.”177

( Sevginin paylaşmak ile mümkün olduğunu, mutluluğun paylaşarak artacağını ifade eder )

“Ziyaretleşin, hediyeleşin. Çünkü ziyaret sevgiyi perçinler, hediye de kalpteki kötü duyguları söker atar.”178

(Uzaktan uzağa aşık olmak olmaz. Aşık olduğunuz sevgiliyi ziyaret edin, Allah aşkınız için de Allah’ın evini ziyaret edin, yerini kucağını ziyaret edin, ibadet edin demek istemiştir. )

“Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah’ın kulları kardeşler olunuz.”179

( Kin tutmak, haset etmek gibi duyguların sevgi, aşk ile birlikte yürümeyeceğini, İslam dininde yeri olmadığını vurgular )

“Sizden önceki toplumların derdi size de bulaştı: Haset ve kin. Kin beslemek kökten kazıyan şeydir. Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Size birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın.”
(İnsanların birbirleriyle konuşmasının, selamlaşmasının, muhabbetin aşkı perçinlediğini anlatır )

”Allah hüzünlü kalbi sever.”

(Aşk il Mecnun olmanın sevap olduğuna işaret eder)

“Mü’min, ALLAH’a takvadan sonra en ziyade saliha bir zevceden hayır görür …”

(İslam dininde kadınlara verilen önemden, cananı çok sevmek hoş tutmak gerektiğinden dem vururken, iyi eş seçimi ve aşkın önemini de anlatır )

”Güzellikleri sebebiyle kadınlarla evlenmeyin.”

(Aşk için iç güzelliğin daha mühim olduğunu söyler Hz. Muhammed efendimiz )

*

Peygamberimiz Hz. Muhammed ‘in Aşk ile İlgili Diğer Sözleri Şunlardır: 

İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız. Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56

Ebu Hureyre Hazretleri Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

Sevdiğin kişiyi ölçülü sev.
Yoksa, bir gün gelir o insan gözünde sevimsizleşir de önceki aşırı muhabbetinden dolayı elemin iyice ziyadeleşir.
Kızdığın kimseye karşı da ölçülü ol ve nefret hissinin önünü kes. Aksi halde, gün döner de o şahıs dostun oluverirse evvelki öfkeli tavırlarının mahcubiyeti seni çok üzer.
(Tirmizi, Birr, 59)

Bir şeyi çok sevmek, insanı o şeye karşı kör ve sağır yapar. Hadis-i Şerif

İnsan sevdiğiyle beraberdir. Hadis-i Şerif

Kardeşini güler yüzle karşılaman, kendi kovandan kardeşinin kabına su vermen de birer maruftur.



Mümin kişi, diğer mümine karşı duvar gibidir, birbirlerini takviye ederler.

Size vermekte olduğu nimetlerinden ötürü Allah’ı sevin, beni de Allah beni sevdiği için seviniz.

Allah uğrunda birbirine muhabbet eden kimseler, O nun gölgesinden başka gölge olmayan günde, O unu Arş-ı Alasının gölgesindedirler. Kendilerine nurdan kürsüler kurulur. Onların Rableri ile olan meclislerine, Peygamberler, sıddıklar ve şehidler bie imrenirler.

“Mümin kendisi için sevdiğini kardeşi için de arzular.”

“Hediyeleşin, birbirinizi sevin. Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hasıl eder.”

“Ziyaretleşin, hediyeleşin. çünkü ziyaret sevgiyi perçinler, hediye de kalpteki kötü duyguları söker atar.”

“Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah’ın kulları kardeşler olunuz.”

“Sizden önceki toplumların derdi size de bulaştı: Haset ve kin. Kin beslemek kökten kazıyan şeydir. Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Size birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın.”

Mü minler birbirlerine muhabbetli ve hayırlıdır, evleri ve bedenleri ayrı olsa da. Facirler ise birbirlerini aldatıcıdırlar. Evleri ve bedenleri toplu olsa da. Ve birbirleriyle mücadele ederler.

(Hz. Enes r.a.) Ramuz El-Hadis s.233

Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız. Yazık, laf ebesi olanlara. Yazık günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere.

Kolaylaştırın, güçleştirmeyin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Birbirinizle iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin.

Allah yoluna birbirlerini sevenler, arşın gölgesinden başka gölge olmayan o günde, arşın gölgesindedirler. Nurdan münberler üzerinde. Onların mekanlarına Nebiler ve Sıddıklar gıbta ederler.

(Hz. Muaz r.a.) Ramuz El-Hadis s.233

Allah yolunda muhabbet edenler, Arşı Ala etrafında yakuttan kürsüler üzerinde olurlar.

(Hz. Ebu Eyyub r.a) Ramuz El-Hadis s.233

“Sana zulmedeni affet. Sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap. Aleyhine de olsa hakkı söyle.”

“Fakirleri seviniz ve onlara yakın olunuz. Siz onları severseniz, Allah da sizi sever. Siz onlara yakın olursanız, Allah da size yakın olur. Siz onları giydirirseniz, Allah da sizi giydirir. Siz onları yedirirseniz, Allah da sizi yedirir. Siz cömert olunuz ki, Allah Teala da size karşı cömert olsun.”

“Zulümden kaçının. Zira zulüm, kıyamet günü karanlıklar olacaktır. Cimrilikten de kaçının, zira cimrilik, sizden öncekileri helak etmiş, onları birbirlerinin kanlarını dökmeye, haramlarını helal addetmeye sevk etmiştir.”

Mü min alicenaptır ve kerimdir (Hüsnü zannı sebebile aldanır). Facir ise hilekardır.

(Hz. Ebu Hüreyre r.a.) Ramuz El-Hadis s.230

Mü min her halinde hayır üzerindedir. Ruhu, Allah Azze ve Celleye hamd eder olduğu halde, iki yanı arasında kabzolunur.

(Hz.İbni Abbas r.a.) Ramuz El-Hadis s.230

Mü min omuzları yumuşak kimsedir (iyi geçimlidir). O din kardeşine rahatlık verir. Münafık ise uzak durur. Ve kardeşine sıkıntı verir. Mü min selam vermekte atılgandır. Münafık ise bakar ki 0nce kendisine versinler.

(Hz. Enes r.a.) Ramuz El-Hadis s.230

Maruf (iyilik) cennet kapılarındandır. Ve fena ölümü defeder. İyilik ismi gibi iyidir. Ve dünyada iyilik adamı olan ahirette de iyilik ehli olur.

(Hz.İbni şihab r.a.) Ramuz El-Hadis s.236

“Ey insanlar dikkat ediniz! Rabbiniz tektir. Arabın, Arab olmayana, Arab olmayanın Arab’a, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takvadan öte, hiçbir üstünlüğü yoktur. şüphesiz Allah Teala katında en üstününüz, Allah Teala’dan en çok korkanınızdır.”




aşk sözleri, aşk ile ilgili hadisler, hz aişe, hz muhammed, kördüğüm ne demek, sevda ne demektir, hz muhammedin aşk ile ilgili sözleri, hz muhammed eşlerine nasıl davranırdı