Yazı Duyurusu

Menu

Browsing "Older Posts"

İŞİ EHLİNE VERMEK

21 Haziran 2021 Pazartesi / 2 Comments
eleman nedir, işi ehline vermek, iyi ne demek, iyi eleman, kötü ne demek, kötü eleman, mal, pahalılık, vehbi koç sözleri, ünlülerden sözler vehbi koç, işin kuralı, işçi

ünlülerden sözler vehbi koç,vehbi koç sözleri,kötü ne demek,işçi,işi ehline vermek,eleman nedir,iyi ne demek,işin kuralı,iyi eleman,işi ehline vermek ayet, liyakat hadis, işin ehli,liyakat sözleri
İşleri ehline vermek

Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, işlerin ehli olana yani layık olduğu kimselere verilmesi emrediliyor. Görev yerlerinin emanet olduğu, bu emanetlere riayet edilmesi, uyulması emredilmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
'Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.' Nisa 58

Biz emaneti (dinin emir ve yasaklarını), göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. Ahzab 72

Müminler övülürken, (Emanetlerine (dinin emir ve yasaklarına) riayet ederler ve verdikleri sözleri yerine getirirler) buyuruluyor. (Müminun 8)

Bir işi yaparken de aralarında istişare ettikleri, birbirine danışarak yaptıkları bildiriliyor. (Şura 38)

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
İş ehli olmayana (layık olmayana) tevdi edildiği [verildiği] zaman, kıyameti bekle. Buhari

(Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin. "Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?" denince, (Görev ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin) buyurdu. Buhari

Allah yolunda savaş, bütün günahların affına sebeptir. Fakat emanete hıyanetin affına sebep olmaz. Allah yolunda öldürülen kimse, kıyamette, emaneti ödemeyince Cehenneme atılır. Beyheki

Emanete riayet edilmezse, zekat zorla verilirse, ilim, dine hizmet için değil de, para ve makam için öğrenilirse, kişi, hanımının meşru olmayan arzusunu yapmaya çalışırsa, ana babasına isyan ederse, fâsık ve ehil olmayanlar işbaşına getirilirse, kötülüğünden korkup zalime hürmet edilirse, gayrı meşru ilişkiler, çalgılı içkili yerler çoğalırsa, yeni nesil, önceki âlimleri kötülerse, o zaman çeşitli belaya maruz kalırlar. Bezzar

Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur. Onun namazı da, zekatı da kabul olmaz. Bezzar

İmanı yok, imanı olgun değil demektir. Kabul olmaz demek, sahih olmaz demek değildir. Namazı ve diğer ibadeti sahih olur, borçtan kurtulur. Fakat namaz ve zekattan hasıl olacak büyük sevaplara kavuşamaz demektir.

Bir işe diplomalı veya unvanlı kimse değil, o işi hakkı ile yapabilen kimseler getirilmelidir. Adam kayırmak, adama göre iş vermek uygun değildir. Her zaman işe göre adam seçmelidir. O eleman o işe layıksa o iş ona verilmeli, layık değilse, layık olanını aramalıdır.

30 yıl kadar önce gazetelerde okumuştum. Türkiye, Amerika’dan bir iş için general istiyor. Onlar da, o işi en iyi bilen bir albay gönderiyorlar. Bizimkiler, (Biz general istedik, siz albay gönderdiniz) diyorlar. Amerikan yetkilileri hayret ediyor, (Biz size o işi yapabilecek en iyi bir eleman gönderdik. Unvan sizce o kadar önemli mi?) diyorlar. Sonra, 'Madem general istiyorsunuz, gönderdiğimiz albay, generalliğe terfi ettirilmiştir' diyerek terfisini gönderiyorlar. O albay, general olarak aynı görevi yapıyor.

Osmanlıda sıradan bir kişi üstün hizmetleri görülürse, bu kişi paşa, hatta sadrazam bile oluyordu. Amerika da bu sistem hâlâ devam etmektedir. Kore savaşında bir Türk astsubayının üstün hizmetleri görülüyor, Amerikan generali, ona öyle bir rapor veriyor ki, (Bu raporla seni albay yaparlar) diyor. Bizim astsubay diyor ki, 'Bizde öyle sistem yok. En büyük başarılarda bulunsak da, teğmen bile olamayız' diyor. Amerikan generali hayret ediyor.
eleman nedir, işi ehline vermek, iyi ne demek, iyi eleman, kötü ne demek, kötü eleman, mal, pahalılık, vehbi koç sözleri, ünlülerden sözler vehbi koç, işin kuralı, işçi  

DUALAR-10 (SINAV DUASI)

16 Haziran 2021 Çarşamba / No Comments
dualar, çocuğu sınavdayken okunacak dua, peygamberimizin başarı duası, sınav duası kısa, sınav duası türkçe, sınava girerken okunacak dua, sınavda başarı duaları, sınavlarda başarılı olmak için dua
başarı duası, çocuğu sınavdayken okunacak dua, dualar, sınav duası kısa, sınav duası türkçe, sınava girerken okunacak dua, sınavda başarı duaları, sınavlarda başarılı olmak için dua, 
SINAV DUASI-TÜRKÇE OKUNUŞLU

Sınav öncesinde;

113 defa "Bismillâhirrahmânirrahîm" çekerek; 

1- 1001 defa  ''Rabbi Yessir Ve La Tüassir Rabbi Temmim Bil-Hayr” 
*
2- 33 defa ''Allâhümme hırlî vehterlî''
*
3- 1338 defa "İnnâ fetahnâ leke fethan mübînâ"
*
4- 500 defa "Hasbünallâhi ve ni'mel vekîl"

5- 10 defa "Kalem Suresi"
*
6- 19 defa "Fetih Suresi"
*
7- 100 defa "Fatiha Suresi"
*
8- 184 defa "Yâ Mukaddim Yâ Allah"
*
7- 489 defa "Ya Fettah Ya Allah"
*
8- 21 defa "Ya Rezzak Yâ Allah"
*
9- Sınav öncesinde her akşam-yatsı arası 77 defa "Fatiha Suresi"  
Şeklinde dua ve zikirler çekilmelidir.


Sınavda başarılı olmak için okunacak dualar...tıklayınız!

dualar, çocuğu sınavdayken okunacak dua, peygamberimizin başarı duası, sınav duası kısa, sınav duası türkçe, sınava girerken okunacak dua, sınavda başarı duaları, sınavlarda başarılı olmak için dua



KALP KIRMAK KÂBE YIKMAK GİBİDİR

11 Haziran 2021 Cuma / No Comments
hac, hz. muhammed, kâbe, kâbe yıkmak, kalp, kalp kırmak, resimli mesajlar, resimli sözler, umre, hadis, hadisi şerif
hadis,bediüzzaman said nursi,hadisler,kalp ve kabe,ayetler,hz. muhammed,kalp kırmakla ilgili hadiler,kalp,kâbe yıkmak,hadisi şerif,hac,kalp kırmak,umre,kâbe,

Kalp Allah'ın evidir
Kâbe Allah'ın evidir
Kalp kırmak, 
Kabe yıkmak gibidir. 

Hz. Muhammed

*

Açıkça kitaplarda “Kalp kırmak Kabe’yi yıkmak gibidir” manasına gelen bir hadis rivayetine rastlanmamıştır. Ancak, bu ifadenin doğru olduğunu gösteren rivayetler vardır:
 
Bir hadis rivayetine göre, Peygamberimiz (a.s.m) Kâbe’ye bakarken şeyle demiştir:
“Kuşkusuz Allah seni çok şerefli, çok mükerrem/ hürmetli, çok azametli kılmıştır; fakat mümin senden daha hürmetli/daha saygı değerdir.”(İbn Mace, Fiten,2; Mecmau’z-zevaid, 1/81). 
 
Tirmizî’nin “Hasen” dediği diğer bir hadiste: 
“Allah katında dünyanın yok olması, mümin bir kimsenin öldürülmesinden daha iyidir.” (Tirmizî, Diyat, 7; Nesaî, Tahrim,2).
 
Bu ve benzeri hadisleri göz önünde bulunduran Mevlana, şu meşhur  sözünü söylemiştir: 
“Kâbe, Azer’in oğlu Halil İbrahim’in yaptığı bir binadır. Kalp ise, yüce Allah’ın nazargâhıdır. Bu sebeple, bir gönül yıkmak, bin kâbe yıkmaktan daha kötüdür” 
 
Bediüzzaman Said Nursi de bu konuda şunlar söyler:
 
“Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü'min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen âdi, küçük taşları Kâbe'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı iman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.” (Mektubat, Yirmi İkinci  Mektup).
 
“Haddinin bilmeyene haddini bildirmek, kırk yetimi giydirme gibidir.” ifadesi sizin de işaret ettiğiniz gibi, bir anonim sözdür. Zaman zaman belki de kullanma yeri vardır. Ancak bunu devletin ve yetkili kurumların yapması gerekir. Bu nedenle bu sözü küllî bir kaide olarak benimsemek doğru değildir. Ayrıca, bir çok ayet ve hadislerde, “affetmenin daha iyi bir yol olduğu" belirtilmiştir. 
 
Bu sebeple, İslam’ı ideal şekilde yaşamak ve onun güzelliğini -sözlü ve davranış biçimiyle- göstermek isteyen kimselerin aşağıdaki ayet-i kerime ile hadis-i şerifi tam rehber edinmeleri gerekir:
 
“İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir.  Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et! Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et! Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever.”(Al-i İmran, 3/159).
 
“Güçlü/kahraman kimse, güreş minderinde hasmını yere seren değil, öfke anında nefsini yenen kimsedir.”(Buharî, Edeb, 76; Müslim, Birr, 107-108).


hac, hz. muhammed, kâbe, kâbe yıkmak, kalp, kalp kırmak, resimli mesajlar, resimli sözler, umre, hadis, hadisi şerif

LİYAKAT

/ No Comments
ehil nedir, hak hukuk adalet, iş, işin ehli, layık olmak, liyakat, önemli, papatya, liyakat sözleri, liyakatla ilgili güzel sözler, liyakat ile ilgili özlü sözler, layık olma ile ilgili sözler

"LİYAKAT; BİR ŞEYE SAHİP OLMAK DEĞİL LAYIK OLMAKTIR."

Sözlükte "liyakat" ne demek?

1. Layık olma, yaraşırlık, uygunluk, değim.
2. Yeterlilik, kifayet.

Cümle içinde kullanımı: Her birimiz kendi liyakatimize göre, üzerimize bir vazife almalıyız... Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Liyakat kelimesinin ingilizcesi : merit, suitability; capacity, competence

Köken: Arapça

LİYAKAT SÖZLERİ:

İş ehline verilmezse kıyamet yaklaşmış demektir. Hz. Muhammed (sav)
*
Her kim, Allah’ın razı olacağı daha liyakatli birisi varken, adam kayırmak maksadıyla kendi Müslümanların işini deruhte ederse onların üzerine gösteriş için birini seçer, resmi görev verirse, Allah’ın laneti onun üzerindedir. Allah, onu cehenneme sokuluncaya kadar, ne farz, ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez. Hz.Muhammed(sav)
*
Kunduracının önünde çiftçinin aleti, köpeğin önünde saman, eşeğin önünde kemik, bir şey ifade etmez. Mevlana
*
Liyakat olmadan kazanılan, müstahak olmadan kaybedilir.William Shakespeare
*
Ne mutlu o insana ki, kendi liyakatinden bahsetmeyecek kadar mağrurdur! Montesquieu
*
Bir kunduracının elinde kuyumcunun aleti, kuma ekilmiş dane gibidir. Mevlana
*
İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır. Buhârî, İlim, 2
*
Tilki, kümesi iyi tanıyor diye bekçi yapılır mı? Truman
*
Mal cimrilerde, silah korkaklarda, karar verme yetkisi zayıflarda olursa işler bozulur. Hz. Ebubekir (r.a.)
*
Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır; ama güneş her gün yeniden doğar. Seneca
*
Kaptanı usta olmayan gemiye, her rüzgar kötüdür. George Herbert
*
Liyakatli kimselerin hükmettiği yerde, herkes seve seve itaat eder.Latin Atasözü
*
İktidar, iktidara düşkün olmayan ve iktidardan gelecek yararlara ihtiyacı bulunmayanlara verilmelidir. Eflatun
*
Kurbağayı koltuğa oturtsan,o yine çamura atlar. Arthur Miller
*
Eşeği mektep müdürü yaparsan, dershaneyi ahıra çevirmesine laf edemezsin. Cenap Şahabettin
*
At binenin, kılıç kuşananın: Her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır. Atasözü
*
Ölümü anında imparatorluk tacını kime bıraktığını soran generallerine, “layık olana” cevabını verdi ve öldü. Büyük İskender
*
Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır; ama güneş her gün yeniden doğar. L. Annaeus Seneca
*
Bir insan, hiçten kimseler arasında düdüğünü öttürmek istedi mi, o devir çökmeye yüz tutmuş demektir. Francis Bacon
*
Kurbağayı koltuğa oturtsan,o yine çamura atlar. Arthur Miller
*
Bir kunduracının elinde kuyumcunun aleti, kuma ekilmiş dane gibidir. Mevlana
*
Liyakatli kimselerin hükmettiği yerde, herkes seve seve itaat eder. Latin Özdeyişi
*
Eşeği mektep müdürü yapan, dershanelerin ahıra döndüğünden şikayet etmemelidir. Cenap Şehabettin
*
Ölümü anında imparatorluk tacını kime bıraktığını soran generallerine, “layık olana” cevabını verdi ve öldü. Büyük İskender

ehil nedir, hak hukuk adalet, iş, işin ehli, layık olmak, liyakat, önemli, papatya, liyakat sözleri, liyakatla ilgili güzel sözler, liyakat ile ilgili özlü sözler, layık olma ile ilgili sözler, liyakatsizlik

ESMA-ÜL HÜSNA-11 (YA KAHHAR)

/ No Comments
dualar, en etkili beddua duası, en etkili dua, ya kahhar büyüsü, ya kahhar kaç defa okunur, zalimin helakı için dua, zalimi kahreden dua, düşmanı kahreden dua sırlar dünyası, düşmanı helak eden dua

ZALİMLERİN HELAK OLMASI İÇİN DUA

Tavsiye edilen zikir şekli “Yâ Kahhâr Yâ Allah” şeklindedir.

Zalimlerin kahrı için günde 306 kez çekilen bu zikir daha çok düşmanı helak etmek niyetiyle çekilir. Allah bu zikirle, bu zikri okuyanın düşmanlarını  yenilgiye uğratır.

EL- KAHHAR;

Her istediğini istediği anda yapmaya muktedir olan, yenilmeyen, daima galip gelen manalarına gelmektedir.

Allah’ın her şeye, her istediğini yapacak surette galip ve hâkim olması, en zorlu zalimleri bile O’na boyun eğmek mecburiyetinde oldukları, hükmün dışına çıkamayacağı anlamına gelen ismidir.
Kul, Rabbinin her şeye galip ve hâkim olduğunu, ahrette sadece O’na hesap vereceğini, yarattıklarından hiç birinin, O’nun hükmünün dışına çıkamayacağını bilmeli, O’na ortak koşmaktan sakınmalıdır..

Bu yazı; dualar, en etkili beddua duası, en etkili dua, ya kahhar büyüsü, ya kahhar kaç defa okunur, zalimin helakı için dua, zalimi kahreden dua, düşmanı kahreden dua sırlar dünyası, düşmanı helak eden dua ile ilgilidir.

CAHİT ZARİFOĞLU ŞİİRLERİ

7 Haziran 2021 Pazartesi / No Comments
ağaçlar şiiri, aşk şiirleri, yedi güzel adam şiirleri, cahit zarifoğlu, cahit zarifoğlu şiirleri, menziller şiiri, savaştığım günler kendimizle şiiri, sultan şiiri, yedi güzel adam cahit zarifoğlu, şiirler,

SULTAN

Seçkin
Bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme

Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim

Sana zorsa yanmaya razıyım
Kolaysa affı esirgeme

Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum

Cahit Zarifoğlu
*
ANILAR DEFTERİNDE GÜL YAPRAĞI

Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düşmüş sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kimbilir, rüzgârlı eteklerinle
Kimbilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deli gibiyim sensiz
Bu sessizlikle

Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sessizlikle

Cahit Zarifoğlu
*
YEDİ GÜZEL ADAM

I.
Bu insanlar dev midir
Yatak görmemiş gövde midir

Bir yara açar boyunlarında
Kolkola durup bağırdıklarında

-Ya kurbanın olam
Dağlar önüme durmuş
Ki dağlanam

Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden
Durdular ite çakala karşı yarin kapısında

1.

Yedi adam biri bir gün
bir kan gördü
gereğini belledi
yari alsa koynuna
Ayırmaz kanı yanından

Beyaz haberlerim var kardeşlerim
-Bir güzel ince gelin
Kabartır göğsünü toz duman içinde
gelinliği durur çıkartıp bıraktığı yerde
İçerlerden bir taşlı tarladan
Kaynayan nehrin gözünde
unutmuş gelin alınlığını
Avuçları sıcacık yumulu beline dayalı
Kalın bilekli badem topuklu
Seyirtir o ince gelin
grevli'ler şifalar götürmek için

Beyaz haberlerim var kardeşlerim
-Gölgesiz meydanlara
aklı yağmalayanlara arasından
yayılırsa karanlık fısıltılar
Ya da güzel dışlı yapa çiçekleri
Muhtemel bir genç kızın
Başına atılırsa

Yedi adamdan biri
Bir gün bir kan göreni
Kabukları soyulmuş
Taze devrilmiş bir ağaç gibi
Çeker çıkarır kendi kadınlardan
Fırlar yataklarından tatlı uykudan
Çıplak çıkarır kendi kadınlarından
Fırlar yataklarından tatlı uykudan
Çıplak yalın ve güzel adaleli
O er alarak
Seğirtir danseder gibi
-Önce sağlam olmalı arkam
O ince gelin
Belirir hemen ardında erin
1000 yıl durmadan en atmış bir çınar gibi

Gidiyor dansöz gibi
Yere ve göğe açık avucunda o kan
O işlem onda güvercin ve sevap
Onlarda en ağrımalı yara
Ve yollanıyor o güvercin onlara
Güvercin değişiyor gittikçe ondan
Güvercin değişiyor vardıkça onlara
+ ve aman ne uzun sürüyor bir düşman öldürmek+
Yedi adam artık bir kan göreni
Varıyor dengede
Kuğu gibi sarkıyor onlara
akıyor onlara
şiirler söylüyor ve mısralarında
işlek çelik kümeleri
ve kalkıyor her bir ulaşmasında
iki yanında sülüs ve yay gibi
bir vuruşta öldüren elleri
-Karanfil serpercesine
Bir kez daha vurdum ya Allah diye açtığım yaralara

-Güzelin düşmanı güzel olur
Güzelin yari güzel olur

O varıyor tüm meydanlara
Kanı okşayarak ve kabartarak

Kanı okşa ve kabart
Ve sonra sabah kahvaltısında
İçinden geçirmekle varsın sofrana
Çocuklarımızın ellerinde büyüyen gagalı şeylerin
Tanrının buyruğu ile ortaya çıkarttığı
Gürbüz bir yumurta

II.

Yedi adam biri bir gün
bir aşk bir gün
gereğini belledi
ölüm girse koynuna
Ayırmaz aşkı yanından

Beyaz haberlerim oluşuyor kardeşlerim

Daha ne kadar saklanabilirdik seninle:
Yaylalardan nasıl geçtik
Çobanlara yetişemedik ama uzaktan
zahmetsiz ve hiç kimseye değil gibi konuşan ağızlardan
Ne bilge sözler dinledik
Sığındığımız
Ve içinde saçlarımız göle girmiş ıslanan
O dev O kabul eden O sizin veren mağaralar
Yine açık yine buyur’lu
Çekildi üstümüzden. -Çalıların
Bilen duruşlarıyla karşılaşırdık koşuşurken gizlilere

Güneşi tez gördük dağlarda
Ormanın ay çiçeği gibi uyanan hayvanlarıyla
İlk iş gövdemizin acıktığını anlamak oldu
Gittik kokladık ekmeğimizi tarlalarda

O gün gezdim seni ellerimle
Söyledin: Geniş vuruyor yüreğin

Ülkeyi tez giden ayaklarımla varıyorum
Kanım temizliği seven bir kolla atılıyor durmadan
Yıkanmış güneşte yeni kurumuş çarşaflar gibi
Serin ve ürpertici gövden
Yaklaşmaktasın ve / çok yakınıma taşıdığın / güller
Sana canı gönülden âşık oldum meleğim
Kollarına gümüş bilezikler düşündüm
Dostlar buldukça onlara
Kalın kaşlarını övdüm
Güzeldin
Gövden gerilmiş devinmekteydi
Bir tabloda gibi her bakmaya değişen
Karanlık anlamlardan arınan yüzünle
Hakkı verilmiş
Zehirleri alınmış kazanlarda
Demirle birlikte çeliğe koşmaktaydın
Ve döllenmekteydin mengenelerle kucaklanarak

İşçi eğilir bükülür ve doğrulur
Köylü bükülür doğrulur eğilirken
İnsan iyi maden kuyumcuda

Güzeldin / Gövden
Yeni bir iklim gibi yayılmaktaydı karalara
Ağaçlar, kırdaki hayvanlar kasabadaki insanlarca
İşte davetliydin
Acıktık bıçaklarına kanımızı gütmekteymişin gibi
Gelip acı sözlerin için
Bir çekmece koydun yaralarımıza

Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi
Birden
Nasıl yalnız olduğumuzu anladım
Kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan

Susuyor sessizce
Aşkla ilerliyorum
Milletim bileniyorum
Devirmeye
Devirmeye safrası beynimi üleşen
Elleri karımın üstünde birleşenleri

Bundan böyle yekinmeye hevesli yüreğim
/sanatsever halkımıza duyurulur/
Aklım eski izlerde şimdi
İz demek
Bir geniş
Bir kendine dönük bir en ileriye
Yol demek

Usulca kalkıp gedene: Dur
Ki çevrileceksin

Toydun cesurdun
Gençtin atıldın
Bilmezdin atıldın
Kabuğu oydun oydun
Kabukta kaldın

Sis iner örter mermeri
ağacı binayı

Sis kalkar kalkmaz
Görünür mermer
Ağaç ve dev
Bu kadınlar dev midir
Yatak özlemez gövde midir
Gül açar boyunlarında
Kolkola durup bağırdıklarında
Bomba düşmüş gibi deprenir toprak
Konuştuklarında

-Yar kurbanın olan
dola yaşmağını bileğime
Ki düşmanı güzel vuram

Çekip mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden
Durdular ite çakala karşı yarin kapısında

III

Yedi adam biri bir gün
bir yar gördü
gereğini belledi
yari asla koynuna
Ayırmaz yari yanından

Alev gerekli kentliye
Bu ısıtma devleri kente
bir an önce inmeli oğlum

/bütün gün badem çırptım
üzümün tehini armudun çürüğünü ayıkladım
uykuya geç vardım
yatağın içine elimi daha yeni koydum
rahatıma doymadım ama.../

ÜMMETİ GÖZETMEN GEREKLİ
Ben seni beyaz haber ustası
Olasın DİYE boğmadım -DOĞURDUM

Beyaz haberlerim için hazır olun kardeşlerim

Anam su döküyor ellerime
Bedenim hızla kaçıyor
Gözlerime toprak atan uykudan
Suyu çarptıkça yüzüme ve gözlerim yalnız
Yanıyorlar

Yemi torbanın dibine gelince beygir
İri saman saplarının arasından
İri etli dudaklarına
Küçük zor bulunan arpaları topluyor

Bir parça daha yükselen
Bir parça küçülen
Bir parça daha uzak duran yıldız
Beygir ve yanında duran semeri
Evin gerisinde yığınla odun- badem dalları
Ve kuru alıç kökleri
Ve ben o zaman bilmezdim halka
Ateş gerektiği
Çalışır gün boyu koru ağaçları devirir
Badem çırpar budardım yaban çalıları

Gün tepeme değsin öğleye durayım

Gün tepene değsin öğleye durasın
Kökleri hem derinleri hem sığları sarmış
Durmaksızın nimet devşiren
Ceviz ağacının altında.-
Öğleye durmayı
Hiç düşündüm mü ağaç neden havyan değil:
Çünkü kan'dır hayvan
Damardır ağaç

O ceviz ağacının altında
Dallarına ve köklerine
Bir öz su damarı gibi bağlanarak
Onlar ve ağaçlar
Toprak ve kalbinden doyurduğu hayvanlar
İşitmişler bakın onlarla
Onlar ve yapraklar
Geniş bir ağızla üfürülüyormuş gibi kımıldamaya başladılar

Onlar ve tüfeğimi doğrulttuğum kuşlar
Şimdi öldürme vaktim değil

Başına omuzlarıma konun
Dudaklarımdan ve kalbimden dinleyin
/işte bakın ekmek böyle tutulur/
öğleye durarak bağlıyorum bu tepeleri
O tepelere

Eğlenme doğada - kentte bu gece ışıklar yanmadı
Damlardan
Çorba dumanı yükselmemekte
Yufka ekmeği
Toprak ve ağaç kokulu ellerimle
/ işte bakın ekmek böyle tutulur/
Şu en artist
Ve lokmayı taşıyan parmakların ucunda
Pıt pıt bir damar gibi atan
Yemin ve billah
Sıcak bulgur aşının kalbidir

Dedim çünkü kalk
Yoksa sütüm helal olamaz

Düşündüm sol kolları kesik insanların
Ne denli mahir olduklarını sağ kollarında
Beyaz haberlerim için toplanan kardeşlerim

-Adım Mustafa ve Niyazi ve Abdurrahman
Kafkas yaylalarında çadırlarımın
Sürülerimin ocak taşlarımın
İzleri vardır/doğup yürümeye başlayınca
Çıplak basmıştım toprağa/

Yine de ana'vâzın duymasam hiç uyanmam
Bedenim öylesine yorgun babam öylesine ölü
Ölü gibi kımıldamıyor dedem
Sini belli kendi belli değil
Ne bir hak torunlarında ne yaşayan bir arzusu

Ellerim yumruk dizlerimin arasında (tam üç yüz yılı)
Etim etimin sızını alsın diye

Kalk çünkü sabah yıldızı
Bir mızrak boyu yükseldi
+ iri ve zeki
uçları nemli bir göz gibi+

IV

Yedi adam biri bir gün
bir bela gördü
gereğini belledi
Yalvarsa evleri harap kadınlar
ve ağlayan birkaç çocuk
Kamalar salınsa karnına
ayrılmaz belalı yanından

Haberlerime kulak asmayıp-Duymadık
Demeyesiniz kardeşlerim

Ülkem bugün
Yariyle buluşmuş gizlilerde
Tepeden tırnağa yeni yıkanmış
Ve örtüler içinde
Göz kapakları kale kapıları
Gibi örtülü
Yassı gözlü kabarık alınlı
Kalbine ve beline zengin
Düzgün bedenli bol saçlı erkekler gibi

Ülkem
Tepeden eteğe yıkanmak için
Aşıdan sonra paklanan
Ovalara yayılmış kadınlar
Evi uçsuz bir yol gibi bekleyen
Yavruya yerinde bekleten
O kadınlar gibi ülkem

-Yürürüm bayırlarda
Gücüm ne merkezde tartmak için
Kulak verir
Dinlerim ağacı

Geçerken beton döşeli apartman kaykılı toprakta
Sesim nasıl etkili yoklamak için
Durdurur sorarım kentliyi
Ne haber böyle:
Nereye:

Bela üreten elim
Nasıl davranır belalar içinde
Sınamak için
Uzanır okşarım saçlarını ey yarim
Bakarım hoyrat ve âşık ellerime

Bir gün sapsarı kesildim
Öyle bir tabiat vardı ki gövdemde
İnsanları görmezdim bile yanımdan
Bir hava bulutu gibi geçerlerdi
İçimden
Gidip dağlara
Kafa tutmak gelirdi

Bir gün ben
İri ve kaslı gövdem
Sapsarı kesildim
Hali harap bir dev çıktı önüme
Gözlerini öyle açtı ki yüzüme ve ağlamış
Sonra söyleştik

Bu bir nöbet devriydi kardeşlerim

Bizimle aşkta olanların
Eline su döksünler
Çadırlarının önüne o küçücük
Kilimleri sersinler

V

Yedi güzel adam
Biri bir gün bir dağ gördü
Gereğini belledi.
Ki o dağ
Ağaçsız ve yalnız
Gökte alıp veriyordu.
Rüzgârla ürperir gibi olurdu
Beygirin derisi nasıl ürperirse boydan boya
Dokununca.
Yılanla akreple kertenkele
Tavşan keklik kurtla
Onlarla
Hayvanlarla kımıldanırdı

Dağ bu
Serpilmiş atılmış yer kapmış
Başa kurulmuş. Böbürlenmeden iri kendiliğinden koca

Dağ bu
Devir, söz gelsin, kervan devri
Eteğinde ipek yolu zencefil yolu
Kara ve beyaz yolu zenci. Develer
İçerek karınlarından tüylerinden geçirerek
Dağı yiyerek, söz gelsin, beslenirlerdi

Dağ bu
Devir kuş devri
Geçerdi kartal

İşte o kartal
Renksiz ısı vermeden
Ürkmeden ürkütmeden
Kendinden geçerek süzülür
Dikine batar dikine çıkar
Coştumu
Vurur kendini dağa - ölürdü parçalanarak

Dağ bu
Devir aslan devri
Yer yer toplaşarak
Erkekli dişili
Sık sık oynaşarak

Devir insan devri
Geçti geçti
İnsan geçti
Et geçti kan geçti
Göz geçti
Gelenler
Yeni gelen yeniden sonradan gelen
Geçti geçti

Dağ bu
Yılanla kımıldanırdı
Yılanla kımıldanırdı

Yedi güzel adamdan biri
Bir gün bir dağ göreni
Durdu sevmeden bilmeden devinirken
Durdu durdu seyreyledi

Sordu:
dağ nicesin
günde mi gecede misin
geçmişte şimdide
yoksa gelecek bir düşte misin

Dağ serpildi
Atıldı yeniden yer tuttu
İlk kez yılanla kıpırdanmadı

Gözü görür görmez
Dağa göçtü güzel adam
Eteğinden yukarıya üç gün
Yürüdü. Bir yılda dolandı
Çevresini. Eğlenerek kayalarda geceleri
Yürüdü günde ve bir kuş gibi
Görerek de

Durmadan dolandı dağın çevrisini
Artık dağ yılanla kımıldamadı
Kımıldardı onunla

Hırçındı adam hep hırsla
Yaralıymışça inlerdi
Yüzü durgun gözler duru berrak
Hırslanırdı ayağıyla- avuçlarından ter akar
Omuzlarını burardı.

Ola ki anlatsa dağ
Der hırcındı adam ince bilekli
Azgın topuklu
İnce uzun parmaklı karınsız
Karşı koyan omuzlu
Yerken güzel yer doymadan kalkar
Oturarak ve hayvanlarda bile
Gizlenerek işerdi

Adam hırçındı-saçları uysal akardı
Rüzgârla kardı
Esinti olmadan zaten akmaktaydı
Uzun boylu değildi
Ama kendinden uzunu yoktu - yalnızdı

Geçince önünden
Mağaralardan kuş tavşan kurt yavrusu
Dağa vururlardı
Serçe tohum düşürürdü ağzından
Tavşan yeşerince onu
Yerdi kökünden

Ot üremedi
Ağaç üremedi

Dağ ağaçsız ve yalnızca
Gökte alıp veriyordu
Adam küçük bir kaya düzlüğünde
Toprakta mağra içinde mağra kapısında
Kaynak başında kuru yamaçta
Dururdu
Eğilip alnını
Yaydıkça yere iki elinin arasına
Göksü çatırdayarak eğilir
Parçalanarak doğruldukça
Dağ cezbelenir
En yüksek zirvesini kayalı alnını
Yamaçlar yamaçlara yayılan yüzünü
Adam eğilip koydukça yüzünü toprağa
Eğilip koyacak yer arardı

Dağ cezbelenince
Doğrulup eğildikçe
Ovaya bir anda
Kentler serilir
Yollar fabrika çevrekleri bentler

Yedi adamdan biri
Bir gün bir dağ göreni
Yeni bir soluk çekti içine
Değişti aynı kalarak
İndi kente
Dağıyla
Esen başı

Serin başı geniş kollarıyla
Gözleri yüzünü kaplayacak gibi büyüyerek
Ve şakaklarında
Avuçlarımın arasında güçlükle tuttuğu
Bir şey duruyordu

Yedi adamdan bir dağ göreni
Buyruğu dağa yiyeni
Dağdan buyrukla kente ineni
Suları yürüyerek geçeni
Çekip mavzerini çıkardı oyluk etinden
Durdu yarin kapısında

(BEN
DİRİMLE
DOĞRULURKEN)

Sis boruları ötmeye başladı yavrular
şimdi oradalar-Aşk delice kımıldamalı yatağından
Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından
Üstüne alevleri alarak
Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak
Sen kanın damarlara tutamadığı anlardan
Beni karnınla
Bir göz boğuşmasına daha kandırarak
Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla
Üzülmüş
Belki dünyayla horlanmışım

Ansızın çok oradan görün orada
Bu siyah basmış kara akar deme-
Başka olmalı gövdemi denetleyişin
aşka hazır olan
...LARDAN. O KADIN'lardan

Halk aşksızca sokaklar
banka dükkânlarıyla doludur
Ellerimi kalp olmayan sularla
ıslamaya alışır o kızlar

-işte artık kaçmak işte durmadan karşımızdayken bile
-ılık ev girintileri
gizlesin daha köprüler
karanlık bedenleri

Her şey onlara göre - yamandırlar
Ansızın melek bekliyorum eski türk ezgileriyle
Senin asya'dan hiç yontmadan zarif bir cep saati yapışın
Asya Asya ve Asya diye yalvarışın
Sana ansızın alınyazımı ve kendimi ekliyorum
Aşka hazır aşka aç ve davetli
Ansızın melek bekliyorum
Asyayla ayağa kalkan
Melekler ellerinde gelenekle
İçinden hızla süt akımı geçiren mızraklar

Boydanboya girdirmektedirler gövdelerin içine
Nar doğuran - dikkatle nar doğuran
Hayvanı ve insanı aynı teklifle doyuran
Nazlı baharlarla

Hiç ağlanmadı
‘Biz çetin adamız ha’ ayrıca söylenmez
Anlaşılır
Ne yavuz kışlar
Kurt sıyrığı ayazlarla
Ne evren debdebesi bahar
Gerdan kırıp mendil düşüren kızlarla

Ayrıca söylenmez
‘Biz çetin adamız ha’

Doymuştur aşk bu gece en son buluşlarına kadar
Sen meleksi kadın bu gece kendini vermekle
İkiye yarıldın
Sen meleksi kadın bu gece
1000 yıl adına bilinmekle

Sen melek uyarmalarıyla
Uyarılan erkek
Bu gece bir şehvet azarladın
Hayvan kovdun
Yatağını yüceltenlerden oldun

Şimdi ev gebedir

Dağ kuşlukla uyanır -varsın uyansın-
Önce hafif bir uyku sisi
Tanrı evvelsiz sonrasız bir iklim gibi ordadır
Daim
Melek kanatlarından hava görünmez
Uzaklar yine de görünür
Ay dostlukla anılan bir komşu evidir

Kıl çadırlarla devinen o kavim göçü
İşte o kavim göçü
Dağlar ilk bez bizi
Çıplak ete kavuşan aşk sandı

Kadife döşer gibi toprağa işte öyle yürüyen
Ilık bir hava bürüyen
Gözleri o -rengârenk gözleri çocuk gözleri develerin
Çözülür ayakları

Kavim bu
Boynuna kan yürümüş
(Gözüne bir şey görünmüş)
-Nedir o görünen/ susalım/
Hayat her zerresi uyarılmış gibidir
-Çok acele
Kalp bir bohçanın içinde atmaktadır

Omurgasından mızrak yürüyor kavmin boynuna
Devler en som bir duruşla - Raptedilmiş
Çocuklar ağızlarından Ey Nazlı Ölüm
Ey Nazlı Bahar Marşlarıyla

Bütün bunlar nedir - sorulsa
Sorusuna
Ne can cevap kalmıştır
Kavim donmuş deve mıhlanmış
Kadın ateşle ateş doğumdan önce
Sığırlar kendi kendileriyle
Göz göze kalmıştır

Kavim seferidir evinden ayrılmıştır ama
Kendine varılan iklim ve toprak
/VAKİTTİR/ namaza durmuştur
Bin bireydir kavim
Bir tür kararla eğilip doğulmakta
Her candan bir cana
Bir candan bir cana
Sonsuza değin
Bir tavır bolluğudur kavim ama
Nihayet vaktidir VAKİT

Bu duruş en zarifi duruşların
Gidip endamlı dağlara
Beğendirmek için yeni gelinleri
O iklim kullandı hep
İnsanın en bilgelerini
Onlarla karşılanmak için baharda
İklim aranır her şeyden önce her olayda
Şerbet taslarında
Bir toprak okunmuş şeker dedenin avucunda
Genç bir kız kadar ağırdır
Bileceksin ey çocuk
Tatmıştın onu geçen baharda da

Kavim uyanan toprağı
Karşılarken - uyanıktır
Kavim Toprağı
Devirirken - uyanıktır
Kavimden biri varırken toprağa
-Uyanıktır O ve Kavim
Vardıktan sonra toprağa
Gaflet uyandırılmaz - kavim uyanıktır
O anne gibi verimlidir besmele çocuk için
O erkek
Karpuz dilimi gibi ortadır
O en yaşlı gelin
Ocaktaki çorbayla birlikte tütmektedir
O kavim için

‘Kışları göç içinizedir’ buyuruluyor
Büyük çadır en sevgili düşmana emanettir
Çorba dağıtılsın nefes ve el dağıtılsın
Yer ötesi ve yer eşit alınsın
Kadın ve erkek eşit durmaktadır-kadın arkadadır
İnsan hayada ve tanrıdadır
Ki kış ortasında kardan-bir duayla sıyrılıp
O derviş ağaç kupkuru dallarında
O meyvayı büyütüyor
O tiyek
Bir salkım -müthiş- üzüm
Uykuya tez doyanlar için

Saçlar uçuşur havalara sevinçle
şarkı şarkı içine
Cenkle bir üstün haberleşme ile
İnsandan insana hep akıl ve sezgilerle
O coşkun mutlu savaş dülgerleri
Kalbi çoğaltan bayramlar açtılar
Şimdi de açtılar
İşaret verin ve açtılar bütün köprüleri
Deniz yüce bir soluk denizidir-rotalar denizin kendisindedir
Kaptan sancakta bir tek an yaşamak yoluna
Bütün bir ömür ağartmıştır

Işıklar çoğalıyor içimizden birine
Kime bu davet
Limanı dolduranlar yanan insan meşaleleri
Yüzbinler taş kulelere yaslanmış söylüyorlar
-Rüzgâr nereden eserse essin güzeldir
Alevler bir ayrı alemdir
Dirlik sevinçtir - göç içimizedir.

Aşktan sonra sarhoşluk günümüz ülkemizde
Sevine sevine
Sağlımın elleri uzansaydı dağların eteklerine yer'in şarkılarına
Aşkın mağara kovulduklarındaki şarkılarına
İlkel bir duyguyla bağırır kalırdım
Yöremde mor lekeler gibi duran
Bir basamaklı melekler ve gelenler olur birden
Bütün meleklerden bir melek
-Bak diyor bakıyorum
ve bak diyor

Ellerimi bıçakla yontacağım deniyor
İlkel bir sevinç ve kan
şiir en safından
sonra soyut heykeller

Hiç düşmanım yok-üzgün söyleniyor
-Olmayacak mı hiç
Eziyor gururum onları
-Görün ey güzel düşman ey güzel düşman
Saraylarda geçti ömrüm seninle

Yüzüm aydınlık bakar elemlere
Yangın yerlerine
Coşkuyla selamladım bütün bayrakları
Düşman kadınlarını

Tanrım bu dağları da sen yarattın
Bana kattın
Bir bir okşadım
Sema yapan kırları

Âlemlere kalbimizi yeniliyoruz ve tutuşmuş geliyoruz
Yeryüzü batarsa batsın dayanamayıp o kavmin çadırlarına

Develer de tutuştu
Onlarla ayarlandık bir devinim bir devinim arkasında bütün devinimler
Kum kendi raksında beden aynı raksta
Karın bacaklara ulaşır öper onları ve uzaklaşır
Aynı yönde ve aralarında bir dünya vardır
Göğüs ahenkle havanın direncini kırmaktadır
Kalp ve balçıklı toprağı
Ağacın ve kayanın dizilimini

O tek kuyun yalnızca süzülüşünü
Ani bir haber gibi salt bir kez ötüşünü
Dinliyor kumu balçıklı toprağı
Ağacı kayayı ve kuşu

Uyku beladır göç içinizedir
Sabır ve zaman içinizdedir
Kadın ve çocuk içiçedir

Güneş vurmuyor -öyle söyleyin- üzerine döşeklerimizin
-Sokuluyoruz besmele ile kadının toprağına
(işte böyle söyleyin)
Öyle ki o kadınlar
Bağlasınlar doğanları tanrı bağlarına

Melekler kırmızı yanar
Kalbe tutuşan her şey kırmızıdır
Hele kalp hazırsa
“kentten” bir er kalkar - Onun eri
Kollar semayı deryayı korkularından
Yoksa aşk hemen kaçmak mıdır dağımıza
Söyleyelim ya hay ya huu
-Yolları aydınlık kıl yaradan

Kanla bir sabah
Akşam kanla

‘...ateş... ve öldüm...’ deniyor
-Oysa sorular verilmişti ona

Sorular yığılmış
aynı kaynaktan olana
Işık ve karanlık hakkında

Bu nasıl uzun uyanılmaz gibi
-Ateş ve öldün uykuyla

-Kurşunla yoklanması bir sorudur geri kalanlara
Taze doğanlara
Şehzadelerden de sorular kalmıştı ona

'Biz artık gitmeliyiz dağımıza anneciğim
Yorgun geldim savaşmadım ama
Bir ceset gibi ayaklarının dibindeyim'

'Biz artık
Gitmeliyiz dağımıza'
-Hayır olmaz
Durmalıyız burada şahinim

'Kezzap içsem
Daha kuvvetle can çekişirdim'
(dertten çıktık) söylendi (güzel bir kurtuluşa yöneldik) dendi

Heykel bekleyen kımıldamış
Abesle elele ahbap gibi
Avazı çıkanca bağırmıştır

-Durmadan deniyor ki vatanım neredir
Heykel ne diyor
Konuşmaz heykel
Felçtir

Karşılıklı
-Kaslarımız karşılıklı kasılsın
Olsun
-(Kalbimiz tüm insanın namına) iddiasında
-Dertten çıkmışsın ötekine kavuşmuşsun da
Diyor ki diyor ki
Geçmiş nedir kavim kimdir dert nerdedir

Kırbaçla ayağa kalkarlardı
'biz artık... anneciğim... dağımıza...'
ruhum geçer bedenine yüz bin kara nokta yemiştir soyrad
... ve nasıl olan oldu - o ve yeni uygar dostları
Bir noktalar anlaşmasıdır fabrika baca ve duman
Anne onları kapıya kadar uğurla gel

Delinen böğrüme bir set ger
'yapmayın yapmayın' çığlıkları
Güneş doğsun mu doğmasın mı kararsızım
Başlarını bana çevirmiş büyük baş hayvanlar
londra moskova vaşington berlin pekin
hava cereyanları sarsılan ikindiler
korkularımız intihar dönemlerinde
kötü bir alışkanlık peyda olmuştur
bağ budama hasat zekât
evlenme hoş görme
Buğday ve ekmeğe saygı göreneğine doğru
-İnce bir düşman yönelmiştir
-Hayır içimizden yönelmiştir
-Oh oh dıştan yönelmiştir
-Dıştan ve içten mi yönelmiştir
-Ne yönelmiş ne yönelememiştir
-Yönelememiş önele Miş

'Ey örtülerle donatılmış Mustafa'

-Oğlum sen artık
şarapnel gibi yağmalısın
düşmanı güzelce vurmalısın

'... biz artık dağımıza... anneciğim...'

(Komşudan o ölü de kalktı
Boşluğuna bir kırbaç uzatıldı)

(Çoktandır şu maraş kalesi hatıraları elinden alınmış bir
taş yığınıdır. -onların yerine bilardo masaları konmuştur -şalvarlı şövalye ve kovboylar bilardo oynamaktadırlar)

-Uykum geliyor kaderim yorula geliyor buz gibi eller
Bu yaz hayatı beğenemedin aklımda kandan gökdelenler

Ey aşk /... ve ey aşk mı dedin.../
Onlar küçücük küçücük gördü sana seslenenleri
Gücendirilmiş gibi kayboldun
Yerine piç döller yolladın

Komşudan o ölü de kalktı
Köyde devinimdir kırışık alın derileri kımıldar
Kaş ve kalp zorla - kıvranarak
Erkeklik ve kadınlık
Ölümün önünde değersiz ama siperdedirler

Bir değişime gibidir azrail-
Mezarla uğraşmaz toprağı insan kazar
O yere o ölü
insan kalabalığında ansız bir boşluk açılmıştır
alın kımıldasın
kalp kıvransın
Gölden ansız bir tabutluk su alınmış gibi
Bütün köy kımıldayacaktır/göl gibi

Azrail devinimle çevirir bir köyü
Bir insan kası - kadını kavrayan elleri
mezar kazar toprak karşı komaz aralanır
İnsan mezar kazar arada bar bar bağırarak
-Ey süleyman oğlu nalbant izzet - nice rençperlik ettin
Güneşin alnında bakır gibi göverdin

Toprak kaz arada bir ölü görünürlerde mi bak
-ahmet mehmet hasan hüseyin paytak mahmut babası
hacı izzet süleyman oğlu hey
nice öldün
neyledin
nasıl becerdin

Köyden o ölü kalkar
Süslenmiş kurdelalar takılmış bir koç
Kapıda tabut tahtaları arasında beklemektedir
Bayram değil seyrandır
Aşk aceleyle oraya buraya göz gezdirir
Sevgi sabırla ahır kapılarından süzülmektedir

Köyden o ölü de kalktı
-Sen de kalk sesini hayvan sesleriyle yuvarla
Köy bir ahenk kuşu sesi çıkararak
Kasabaya bir ölü haberi uçursun
Minarelerden ölgün bir kol gibi sarksın ölü selâsı
/.Ölü ilk kez müezzin-minare uyarmalarıyla dirilmektedir
Köyden kasabayı dürtmektedir./
Bedir efendi durur selâyı dinler -Kim'ola-
-(Ben yüz yıl oldu babasızım) boğuk
(Çukurovada eski kale burçlarıyla itişirdi akranlarım)
(Sağ elim sualtı zengin bir köydü damağımıza kadar pancar)

(O ufak çocuklardık - Bakışları)
(Olmaza karşı koyuşları)
(Şimdi köy acı'dan eğilmiştir)
Ben ölümle eğiliyorum)
(Barsakları düğümlendi koyunlarımın)
Bedir efendi durdu selâyı dinledi -Kim'ola-
Evlerden yarış atları gibi çocuklar fırlar
Daha ilk nağmesinden alırlar ölüyü
Burunlarıyla kim ölmüş sorusunu soluyarak
Yokuşlara bir nefeste bayılırlar
-Öyle bir çocuk tanıdım
Karşılaşınca başka çocuklarla hızlandı

Minarenin kapısında bir çocuk halkası
Müezzinle inecektir ölü
Ölü çağırır çocukları alıştırır camiye
Ve ölüyü eve ulaştıran çocuk
Kutlu çocuktur
Taşıdığı haberle masum onunla dopdolu ve büyük
Ölü adı taşıyan çocuklar dönüşlerinde
Şehri ağırlaştırırlar - Minare yükünü atmış
Yeniden serpilmeye başlamıştır
Süleyman oğlu hacı izzet evlere
bir sepet incir gibi dağıldı
evlere süleyman oğlu hacı izzet

Müezzin kıs kıs gülmektedir
kasabada evler -bir hacı izzettin varlığını bilmemekten-
keder içindedir

nine: kim'ola hacı izzet
birazdan halk top gibi patlar
-kasabalı değil hacı izzet bülbüllüdenmiş
-oh oh bülbüllüdenmiş
bütün evlere şimdi büyük
büyük bir memnunluk çağlamaktadır

Cahit Zarifoğlu
*
KAYIT

Korku salardı inceliğin acıman tevazuun
Dünya ve insan çıkmazlarına yumuşak bakışın

Nur sarnıçları ballar koydun çöllere ruh eşiklerine
Senden kaynıyordu yine sana kapılıyor ırmakların

Yamalı ve tertemiz elbiselerim olunca
Her gece mutlak uyanıp adını anınca

Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz
Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım

Sura vardıkça gövdelendim soyundum aşk duasına
Atılıyorum sırlarına açılıyor hücrelerim

Menzili çoktan geçtim ün saldı kayboluşum
Kendi kuytumda çalkıyor şerbetini ağzım

Cahit Zarifoğlu
*
GÜNEŞ İNİP SUYA DOKUN

Birara neydi o bulutlar
Somurtkan dudakları yere sarkan

Arkasında deniz alev alan adam
Çehrem sarsılıyor bakmaktan

Güneş inip suya dokun
Nehre yaslanıp baş aşağı koşan bir yaşlı ağaç ol

Cahit Zarifoğlu
*
AĞAÇLAR

Ellerimin önündeki dallar da
Sarıldı yaprağa
Göremiyorum karşı yamacı
Erken mi yoldayım
Ben mi geciktim

Önümüzde bir çınar yükseliyor
Her gece atlılar geliyor ona
Destan söyleşip gidiyorlar
Esmerlikleri
Tutuşup kuruyan dudakları kalıyor sabaha

Dostum üşüyorum dedin
Üşüme
Korkuyorum -Korkma
Kaçıyorum -Kaçma
Ürperiyorum düşünceden -ürper

Sabah trafik
Çınara kim bakar
Kim geçer dallarından
Bahar mı geliyor
Komşunun balkonunda
Çamaşırlar renk rengarenk

Kızlar göğüslerini
Baharın ağacına
İlk açan çiçeğine
Dayadılar

Arılarla erkekler boğuşuyor
Arılarla uçan bütün çiçeklerle
Ayaklarında taşınan tozlarla
Akıyorlar alıp götürülürken
Yaprak evlerin içindeki dişiliklere

Dostum geç kaldın
Güneş ne gün doğacaksa
Söylediler duymadın geç kaldın
Otur ağla sonra soframda doy
Ekmek tut zeytin tat
Açlığını eğlerken sen
Bak nasıl ayçağın erleri
Savaşarak ve devirleri aşarak geldiler
Karanlığı karaladılar yolları tuttular
At tepmedeler

Bak nasıl savaşı bindiler. Gece çınara gelip söyleşip
Kelime ettiler söz bilediler
Zorun yamanı kolayladılar
Sahip olun taşa demire
Aleve
Küle bile

Cahit Zarifoğlu
*
AYLAK GÖZ

Erkenden aşındırır aşkını
Odaların köşelerine zamansız oturur
Duyarsa bir çocuğun
Oyundan çağrıldığını

Başının her seferinde döndüğü kumarı
Gönlünü bir tarzla kurularken kazanır
Anlarsa yenilen bir kadının
Darda kaldığını

Kendi kendine ardaşak kaçağı
Arada bir bakınır ne yaptığına
Süresiz kapılır tablolara yangelir
Ve oturdu mu bir masaya
Hakkını verir çay içmenin

Bu adam kitapların uçlarına
Çizilmiş itilmiş resim
Korkmadan yaşar tebessüm gösterir
Ağır başıyla nöbet alır
Dağdan kaçar şehri çevirir
Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına

Erkenden aşındırır aşkını
Anlamaz bir kadının
Süresiz kapılıp yangeldiği tablolara
Severek tebessüm attığını
Ağır başıyla kopar dağdan
Nöbet alır şehri devirir.

Cahit Zarifoğlu
*
MENZİLLER

Sözün ve yolun baş çeşmesi ruhumun
Canım içre sevinç verir sözlerin

Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni
Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım.

Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş
Yur her birini uykularından sohbetin

Dinlen ey Zarif bilatedbir çok söz açtın
Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın

Cahit Zarifoğlu
*
SAVAŞTIĞIMIZ GÜNLER KENDİMİZLE

Başın çok yükseklerde eğil selvi boylu
Eğil bir kez nasıl bir şeysin göreyim

Nasıl liman çocukları zalim
Nağra atarlar gecenin koynuna

Daha başkaları da var
Tabiatlarını mayalarını açıklayan

Ya sen selvi boylu nesisin
Ya ben neyiyim körlüğün

Eğil hakkımızla
Birlikte bağıralım içine esirliğin

Ben hırsız olayım kendi malıma ha!
Ben yakalanayım eşkiyama

Gardiyanların değişti de n'ooldu
Haydi soyun bir kez daha kırbaçlan kendi dallarına

Dağ özlemin sarı bir kanarya oldu
Ötüşsüz uçtu uçamadı kondu konamadı

Akıl ve hikmet emzirirdi mağara
Yarasa doldu.Yüz çarpılır göz kayar

Güneşin tozu yağmuru ateşleri taşları
Gelse gelse elimin vuruşma özlemini alsa

Selvi boylu eğil ikiye katlan
Bak şairin yarım şiirin köle kaldı.

Cahit Zarifoğlu
*
SEVMEK DE YORULUR

Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım
Bana bunu sessizce anlatıyorlardı
Bir yerde onların yönlerinden
alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki
bulvarların geceye vurdukları
çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri
uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan
bir sürü alışkanlıklar taşıyan
insanlığımızı gülüşü yalnızlar çarşısında
çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin
başkası sevsin diye en seçkin yerine
bir şal gezdirirdi
İnsanlığımıza bir şey getirirdi yalnızlarla

Bir sen varsın hep saçların ağzın
Bir merdiven hücresinde
uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem
seni sonsuz gelişinle
saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor
eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman
uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi
Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle
davranılmaz üstünde durulmaz
hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem

Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde
durmuş ki bakışın boynun bozgun
üstünden bir nehir geçer gibi
ya gecedir ondan ya bulanık sudan
bir hasta gibi ağrımaktasın

Gelişini aldım onu nasıl harcadım
Denizden bunalıp okyanusa
Selâm çakan vapurun
Sevindik adımına birden parka çekildik
Ve birden nasıl bayram bıyıklı
Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla
Eğip başını içlerimden gittiğin zaman
Uzağa bir yolcuya çıkar gibi

Selini üstüme çektin önce
camdan bir mektup dolabının
üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın
başını duvara değdirmiş bir benzetişle
josef ka benzeri bir bakışındı
ya da konuşmayı kesip aman sen
öyle bir gittin ki benimle

Piknik beni sana verdi önce
Gelişen güneş yalnızlıktan bir göze
Eski ellerin
Ve çağlarınla bir şeye uzanmış etin
Ve hançerinle zamana saf durmuş
Son gidişindir bu

Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden
Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle
zaten hangisi kavak zürafası değil
biri bütün yan odaları bekler
kuşkulu geçer camlardan
ve bırakır yerini bir koridor bekçisine

Haydi sen bütün onlara git benimle
Son sigaramdın
Gidişin antinikotin
Birden bir şey mutlu eşit piyano çalıyor
Elleri iki çeşit durgun
Gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa duranların
Suya inen sesleri

Tam şimdi denizinle
bir çakıl taşına yaklaşıyor
kuma çok yakın bütün kesitlerinle
bakıyor ve bunalıyorsun

Tam şimdi ipe koşan
beni elleriyle alkışlayan
ağrıyan bir gün geliyor

Cahit Zarifoğlu



ağaçlar şiiri, aşk şiirleri, yedi güzel adam şiirleri, cahit zarifoğlu, cahit zarifoğlu şiirleri, menziller şiiri, savaştığım günler kendimizle şiiri, sultan şiiri, yedi güzel adam cahit zarifoğlu, şiirler, 

CAHİT ZARİFOĞLU'NUN HAYATI VE ESERLERİ

/ No Comments
cahit zarifoğlu, yedi güzel adam, 7, cahit zarifoğlu hayatı, cahit zarifoğlu şiirleri, cahit zarifoğlu sözleri, dağ, zerre

CAHİT ZARİFOĞLU

Aslen Kahramanmaraşlı'dır. 1 Temmuz 1940 tarihinde Ankara'da doğmuş olan şairin çocukluğu Kahramanmaraş'ta geçmiştir. Edebiyata, Kahramanmaraş Lisesi'nde iken şiir ve kompozisyon yazarak başlamış, lise sonrasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde okumuş ve buradan mezun olmuştur.

Öğrenciliği sırasında çalışmak zorunda kalınca, sayfa sekreteri olarak çalışmış, yine bu dönemde Diriliş Dergisinde çeşitli şiirleri yayımlanmıştır. 1976'dan sonra, kurucularından olduğu, Mavera Dergisinde şiirleri, birkaç hikâyesi, senaryo çalışmaları, günlükleri ve 'Okuyucularla' ismini verdiği sohbetleri yayımlanmıştır.

Değişik zamanlarda ilkokul öğretmen vekilliği ve Almanca öğretmenliği yapmasının yanı sıra, Mavera Dergisi'ni çıkartmaya başladığı süreçte TRT Genel Müdürlüğü'nde mütercim sekreter olarak da görev almıştır. 7 Haziran 1987 tarihinde vefat etmiştir. Mezarı Beylerbeyi'ndeki Küplüce mezarlığındadır.

Eserleri


Şiir
İşaret Çocukları (1967)
Yedi Güzel Adam (1973)
Menziller (1977)
Korku ve Yakarış (1986)
Gülücük (1989)
Ağaç Okul (1990)

Günlük
Yaşamak (1980)

Masal ve Romanlar
İns (1974)
Serçekuş (1983)
Ağaçkakanlar (1983)
Katıraslan (1983)
Yürek Dede ile Padişah (1984)
Savaş Ritmleri (1985)
Motorlu Kuş (1987)

Tiyatro
Sütçü İmam (1987)

Denemeler
Bir Değirmendir Bu Dünya (1987)
Zengin Hayaller Peşinde (2006)

Diğer
Okuyucularla (2009)
Mektuplar (2010)

cahit zarifoğlu hayatı,cahit zarifoğlu şiirleri,dağ,yedi güzel adam,cahit zarifoğlu,cahit zarifoğlu sözleri,7,7 güzel adam,altın sözler,zerre,cahit zarifoğlu kimdir,cahit zarifoğlu nereli

EN GÜZEL CAHİT ZARİFOĞLU SÖZLERİ

Ben onunla içimden konuşuyordum.
*
Gelecektim ama daha kötü bir hatıram olsun istemedim.
*

Şöyle olmuş: Ben sen demişim, sense sen.
*
Değil mi ki, kavuşmalarımız topal. Ayrılıklarımız koşar adım.
*

Şöyle irice bir kelime bul ok atsın yüreğime.
*
Bize sözlerimizden çok, yüreğimizden anlayan gerek.
*

Ah şu yalnızlık kemik gibi, ne yana dönsem batar.
*
Az az ölüyoruz her gün yağmurdan, havadan bahseder gibi.
*

Bir şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı.
*
Başıma düşmüş sevda ağı. Bir başıma tenhalarda kahroldum.
*

Farz et körsün olabilir. El ele tut. Taş al ve at. Kâfiri bulur.
*
Hayır kalbim yorulmadım hayır hayır yıkıl daha.
*

Bazen yağmur olmak ister insan. Yağmak ister sevdiğinin yüreğine.
*
Her fikrin karşılığı bir duygu vardır.
*

Evet, hatırladım küçük basit şeyler yetiyor kederlenmeye. Ya mutluluğa?
*
Düştümse sana bakarken düştüm.
*

Nereye kadar kendinden kaçabilirsin? Ya bir daha geri dönemezsen…
*
Bir ölüm vefalı, bir de sonbahar.
*

Adam, acı mümkün olduğu kadar kendi içine aksın diye yüzünü öne eğmişti.
*
Filistin; bir sınav kâğıdı… Her mü’mîn kulun önünde.
*

Bilmediğim ve ne yapacağı belli olmayan bir duyguyla hırpalanıyorum boyuna.
*
Aklımdan çıkmıyorsun dedim. Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.
*

Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz. Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım.
*
Aradığımızın ne olduğunu biliyorsak, arayacağımız yer bellidir.
*

Ölü kalbimiz dirileydi hakka dönüp sadakayla yıkanaydık dünyaya hiç meyletmeyeydik.
*
Kapı aralığından baktığımda görebildiğim en güzel şeydir; yaşamak.
*

Yaşamak bir perde gibi kalkıyor aramızdan. Zamansız mekânsız bir tünel başındayız şimdi.


7, altın sözler, cahit zarifoğlu, cahit zarifoğlu hayatı, cahit zarifoğlu sözleri, cahit zarifoğlu şiirleri, dağ, yedi güzel adam, zerre, 7 güzel adam


MİHRİBAN / Abdurrahim Karakoç

/ No Comments
abdurrahim karakoç şiirleri, abdurrahim karakoç hayatı ve eserleri, mihriban şiiri, abdurrahim karakoç kimdir, abdurrahim karakoçun ebedi kişiliği

MİHRİBAN

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban 
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban

Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban

Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban

Abdurrahim Karakoç

abdurrahim karakoçun edebi kişiliği,mihriban sözleri,abdurrahim karakoç şiirleri,mihriban şiiri,abdurrahim karakoç hayatı ve eserleri,abdurrahim karakoç kimdir,abdurrahim karakoç nereli

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN HAYATI:


Abdürrahim Karakoç, 7 Nisan 1932 tarihinde Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesinin Ekinözü (Cela) köyünde (1991'de ilçe oldu) doğdu. Babası, halk şairi çiftçi Ümmet Efendi; annesi ise Fadime Hanım'dır. Ünlü şair ve yazar Bahaettin Karakoç'un kardeşi, şair ve eğitimci Ertuğrul Karakoç'un da ağabeyiydi.

Ekinözü Köyü İlkokulunu bitirdi (1944). Ortaokula gidemedi. Marangozluk öğrendi. Bir süre köyünde çiftçilik, marangozluk yaptı. 1958 yılında Ekinözü'nde belediye teşkilatı kurulunca, muhasebeci olarak belediyede memuriyete başladı. 1981 yılının Mart ayında emekliye ayrılıncaya kadar bu görevini sürdürdü. Emekli olunca ailesiyle Ankara'ya yerleşip Sincan'da sanat çalışmaları yaptı. Gazetecilik, köşe yazarlığı, şairlikle geçimini sağladı.

20. ve 21. yüzyıl Türk edebiyatının önde gelen şairlerinden Abdürrahim Karakoç, akciğer enfeksiyonu tedavisi gördüğü Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 7 Haziran 2012 Perşembe günü solunum yetmezliği sonucu son nefesini verdi. Cenazesi, 8 Haziran 2012 Cuma günü Ankara Kocatepe Camisi'nde kılınan Cuma ve cenaze namazlarının ardından Bağlum Mezarlığı'nda Şeyh Abdülhakim Arvâsi (1865-1943) Türbesi'nin yanında toprağa verildi. Cenaze namazını, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez kıldırdı.

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN EDEBÎ KİŞİLİĞİ:

Abdurrahim Karakoç'un dedesi ve babası da şairdi. Ayrıca, Elbistan'da çok sayıda halk şairi yaşamaktadıydı. Bu sebeple, halk şiiri ikliminde doğup büyüdü. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başladı. İlk şiirleri Elbistan'da yayımlanan Engizek gazetesinde basıldı (1955). !958 yılına kadar yazdığı şiirleri beğenmeyerek yok etti. 1958'den sonra yazdıklarını Hasan'a Mektuplar adıyla 1964'te yayımlayınca ünü yayıldı. Âşık tarzı şiir tekniğini benimsedi. Hece ölçüsüyle mahallî söz dağarcığı ve ağız özelliklerini ustalıkla kullanmayı bildi. Ancak bağlama çalmayı öğrenememişti. Mahlas almayı da düşünmemişti. Çok az şiirinde Karakoç mahlasına yer verdiği görülmüştür. Az sayıda serbest vezinli şiiri de vardır.

Şiirlerinde aşk ve vatan sevgisinin yanı sıra toplumsal bozuklukları da ele aldı. Mizah yüklü yergi, taşlama şiirleri gençler arasında ezberlendi. Siyasal ve toplumsal bozuklukları eleştirdiği şiirleri dolayısıyla hakkında otuza yakın dava açıldıysa da tamamından aklandı. Şiirleri Fedai, Devlet, Töre, Bizim Ocak dergileriyle; kendisinin çıkardığı Yeni Ufuk ile Yeni Düşünce, Yeni Hafta ve Yeni Akit gazetelerinden yayımlandı. Gündüz ve Yeni Akit gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.

Yüze yakın şiiri, türkü ve şarkı biçiminde bestelendi ve ününe ün kattı. Musa Eroğlu ve Zekeriya Bozdağ'ın bestelediği Mihriban, Mahzunî Şerif'in bestelediği Tohdur Beğ, Hâkim Beğ, Esat Kabaklı'nın bestelediği Gel Gayrı, Bayram Bilge Tokel'in bestelediği Dağ ile Sohbet, İncinmesin Uğur Işılak'ın bestelediği Suları Isıtamadım ve Ekrem Çelebi'nin bestelediği Sultanım gibi. Dava şiirlerinden bir bölümü marş hâline getirildi. Hak Yol İslâm Yazacağız şiiri gibi.

Bir grup şiiri Mehriban/Goşgular adıyla Aşkabat'ta Türkmen lehçesiyle basıldı (1996).

Doğuş Edebiyat (S. 20, 1983) ve Genç Kardelen (S. 9, 1998) dergileri "Abdurrahim Karakoç Özel Sayısı) yayımladı. Hakkında Gazi Üniversitesinde 2001 yılında Gülsüm Saldere tarafından "Abdurrahim Karakoç'un Lirik Şiirlerinde Kelime Dünyası) konulu yüksek lisans tezi hazırlandı.

Kendi deyişiyle, "Dağda bayırda, ay ışığında şiirler yazdı. Her şiirinin özü mutlak gerçeğe dayanmaktadır. Gününü ve insanlarımızı yorumlamıştır." Toplumsal bozuklukları eleştirdiği yergi, taşlama şiirlerinde mizahî bir üslûp kullandığı görüldü. Kahramanmaraş halk kültüründen seçtiği yerel kelime ve deyimler, kullandığı ağız özellikleri şiirlerine türkü lezzeti verdi denilebilir.

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN ESERLERİ:

Şiir:

Hasan'a Mektuplar (1964)
Hatay Bülteni (Hasan'a Mektuplar'la, 1967)
El Kulakta (1969)
Haberler Bülteni (1969)
Vur Emri (1972)
Bütün Şiirleri (1973)
Kan Yazısı (1977)
Suları Isıtamadım (1980)
Şiirler (1981)
Kar Sesi (1983)
Dosta Doğru (1984)
Beşinci Mevsim (1986)
Gök Çekimi (1991)
Akıl Kazraya Vurdu (1994)
Gerdanlık I (2000)
Yasaklı Rüyalar (2000)
Parmak İzi (2002)
Gerdanlık II (2002)
Yağmur Yerden Yağar (2002)
Gerdanlık III (2005)
Barış Çağrısı (2009)

Deneme:

Düşünce Yazıları (1990)
Sohbet, Söyleşi, Mektup: Çobandan Mektuplar (1996)



abdurrahim karakoç şiirleri, abdurrahim karakoç hayatı ve eserleri, mihriban şiiri, abdurrahim karakoç kimdir, abdurrahim karakoçun edebi kişiliği, mihriban sözleri

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN HAYATI VE ŞİİRLERİ

/ No Comments

BİRLİK

Kalacak adımız kaldığı gibi
Aleme velvele saldığı gibi
Tıpkı Sakarya'da olduğu gibi
Kardeşiz, tek vücut tek milletiz...

Abdurrahim Karakoç

*

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN HAYATI:

Abdürrahim Karakoç, 7 Nisan 1932 tarihinde Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesinin Ekinözü (Cela) köyünde (1991'de ilçe oldu) doğdu. Babası, halk şairi çiftçi Ümmet Efendi; annesi ise Fadime Hanım'dır. Ünlü şair ve yazar Bahaettin Karakoç'un kardeşi, şair ve eğitimci Ertuğrul Karakoç'un da ağabeyiydi.

Ekinözü Köyü İlkokulunu bitirdi (1944). Ortaokula gidemedi. Marangozluk öğrendi. Bir süre köyünde çiftçilik, marangozluk yaptı. 1958 yılında Ekinözü'nde belediye teşkilatı kurulunca, muhasebeci olarak belediyede memuriyete başladı. 1981 yılının Mart ayında emekliye ayrılıncaya kadar bu görevini sürdürdü. Emekli olunca ailesiyle Ankara'ya yerleşip Sincan'da sanat çalışmaları yaptı. Gazetecilik, köşe yazarlığı, şairlikle geçimini sağladı.

20. ve 21. yüzyıl Türk edebiyatının önde gelen şairlerinden Abdürrahim Karakoç, akciğer enfeksiyonu tedavisi gördüğü Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 7 Haziran 2012 Perşembe günü solunum yetmezliği sonucu son nefesini verdi. Cenazesi, 8 Haziran 2012 Cuma günü Ankara Kocatepe Camisi'nde kılınan Cuma ve cenaze namazlarının ardından Bağlum Mezarlığı'nda Şeyh Abdülhakim Arvâsi (1865-1943) Türbesi'nin yanında toprağa verildi. Cenaze namazını, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez kıldırdı.

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN EDEBİ KİŞİLİĞİ:

Abdurrahim Karakoç'un dedesi ve babası da şairdi. Ayrıca, Elbistan'da çok sayıda halk şairi yaşamaktadıydı. Bu sebeple, halk şiiri ikliminde doğup büyüdü. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başladı. İlk şiirleri Elbistan'da yayımlanan Engizek gazetesinde basıldı (1955)...1958 yılına kadar yazdığı şiirleri beğenmeyerek yok etti. 1958'den sonra yazdıklarını Hasan'a Mektuplar adıyla 1964'te yayımlayınca ünü yayıldı. Aşık tarzı şiir tekniğini benimsedi. Hece ölçüsüyle mahalli söz dağarcığı ve ağız özelliklerini ustalıkla kullanmayı bildi. Ancak bağlama çalmayı öğrenememişti. Mahlas almayı da düşünmemişti. Çok az şiirinde Karakoç mahlasına yer verdiği görülmüştür. Az sayıda serbest vezinli şiiri de vardır.

Şiirlerinde aşk ve vatan sevgisinin yanı sıra toplumsal bozuklukları da ele aldı. Mizah yüklü yergi, taşlama şiirleri gençler arasında ezberlendi. Siyasal ve toplumsal bozuklukları eleştirdiği şiirleri dolayısıyla hakkında otuza yakın dava açıldıysa da tamamından aklandı. Şiirleri Fedai, Devlet, Töre, Bizim Ocak dergileriyle; kendisinin çıkardığı Yeni Ufuk ile Yeni Düşünce, Yeni Hafta ve Yeni Akit gazetelerinden yayımlandı. Gündüz ve Yeni Akit gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.

Yüze yakın şiiri, türkü ve şarkı biçiminde bestelendi ve ününe ün kattı. Musa Eroğlu ve Zekeriya Bozdağ'ın bestelediği Mihriban, Mahzunî Şerif'in bestelediği Tohdur Beğ, Hâkim Beğ, Esat Kabaklı'nın bestelediği Gel Gayrı, Bayram Bilge Tokel'in bestelediği Dağ ile Sohbet, İncinmesin Uğur Işılak'ın bestelediği Suları Isıtamadım ve Ekrem Çelebi'nin bestelediği Sultanım gibi. Dava şiirlerinden bir bölümü marş hâline getirildi. Hak Yol İslâm Yazacağız şiiri gibi.

Bir grup şiiri Mehriban/Goşgular adıyla Aşkabat'ta Türkmen lehçesiyle basıldı (1996).

Doğuş Edebiyat (S. 20, 1983) ve Genç Kardelen (S. 9, 1998) dergileri "Abdurrahim Karakoç Özel Sayısı) yayımladı. Hakkında Gazi Üniversitesinde 2001 yılında Gülsüm Saldere tarafından "Abdurrahim Karakoç'un Lirik Şiirlerinde Kelime Dünyası) konulu yüksek lisans tezi hazırlandı.

Kendi deyişiyle, "Dağda bayırda, ay ışığında şiirler yazdı. Her şiirinin özü mutlak gerçeğe dayanmaktadır. Gününü ve insanlarımızı yorumlamıştır." Toplumsal bozuklukları eleştirdiği yergi, taşlama şiirlerinde mizahî bir üslûp kullandığı görüldü. Kahramanmaraş halk kültüründen seçtiği yerel kelime ve deyimler, kullandığı ağız özellikleri şiirlerine türkü lezzeti verdi denilebilir.

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN ESERLERİ:

Şiir:

Hasan'a Mektuplar (1964)
Hatay Bülteni (Hasan'a Mektuplar'la, 1967)
El Kulakta (1969)
Haberler Bülteni (1969)
Vur Emri (1972)
Bütün Şiirleri (1973)
Kan Yazısı (1977)
Suları Isıtamadım (1980)
Şiirler (1981)
Kar Sesi (1983)
Dosta Doğru (1984)
Beşinci Mevsim (1986)
Gök Çekimi (1991)
Akıl Kazraya Vurdu (1994)
Gerdanlık I (2000)
Yasaklı Rüyalar (2000)
Parmak İzi (2002)
Gerdanlık II (2002)
Yağmur Yerden Yağar (2002)
Gerdanlık III (2005)
Barış Çağrısı (2009)

Deneme:

Düşünce Yazıları (1990)
Sohbet, Söyleşi, Mektup: Çobandan Mektuplar (1996)
ŞİİRLERİ

ANADOLU SEVGİSİ

Sen bizim dağları bilmezsin gülüm, 
Hele boz dumanlar çekilsin de gör.
Her haftası bayram, her günü düğün, 
Hele yaylalara çıkılsın da gör.

Bilmezsin ovalar nasıldır bizde; 
Kağnılar yollarda, yoncalar dizde...
Saydıklarım damla değil denizde, 
Hele bir ekinler ekilsin de gör.

Görmedin sen bizim mavi suları, 
Karlar eriyince kırar yuları...
Köpük olur beyaz, sel olur sarı; 
Hele taştan taşa dökülsün de gör.

Sen bizim köyleri görmedin ki hiç, 
Yolları toz, çamur, evleri kerpiç.
O kirli kabukta, o en temiz iç; 
Hele bir yakından bakılsın da gör.

Anlamaz, bilmezsin sen bizim halkı, 
Sevgiyi bulasın, yakına gel ki...
Kalıplar gerçeği göstermez belki
Gönül perdeleri sökülsün de gör.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

*

İSYANLI SÜKUT

Gitmişti makama arz-ı hâl için
'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim..
'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı 
'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

İçmedi, masada unuttu çayı 
Kalktı ki garsona vere parayı 
Uzattı çakmağı ve sigarayı
'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş 
Sandım can evime döktüler ateş
Sordum: 'memleketin neresi gardaş? '
'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden
Salladı dilini.. vazgeçti birden, 
'Oyyy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

*

MİHRİBAN

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban! 
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!

Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban!

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!

Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban!

Abdurrahim Karakoç

*

AÇIK DİLEKÇE

Görmediğim bir bambaşka durum var 
Sizin şehrin kızlarında savcı bey! 
Yaklaşanı tâ yürekten vururlar 
Kan kokuyor gözlerinde savcı bey!

Gayeleri gönül kırmak dal gibi 
Bakışları çifte faul bal gibi 
Ülkeler fethetmiş bir kral gibi 
Gurur dolu pozlarında savcı bey!

Kaş yaparken, göz çıkarır elleri
Çok silâhtan tesirlidir dilleri 
Hayret ettim, bir tuhaf ki hâlleri, 
Poyraz eser yüzlerinde savcı bey!

Derviş olup çıktım tığsız, tebersiz 
İlk görüşte avladılar habersiz 
Pişirdiler beni tuzsuz, bibersiz 
Kebap oldum közlerinde savcı bey!

Bölüştüler gönlüm ile aklımı 
Davacıyım, ara benim hakkımı... 
Bir yol göster, haksız mıyım, haklı mı? 
Yorulmayım izlerinde savcı bey.

Abdurrahim Karakoç

*

İNCİTME

Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.

Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.

Burdayım de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.

İl göçsün göçtüğün vakit
Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit
Kaynak senden incinmesin.

Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin.

(Yasaklı Rüyalar)

Abdurrahim Karakoç

*

UNUTURSUN MİHRİBANIM

“Unutmak kolay mı? ” deme
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.

Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep 
Unutursun Mihriban’ım.

Yıllar sinene yaslanır
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.

Süt emerdin gündüz-gece 
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.

Gün geçer, azalır sevgi 
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.

Düzen böyle bu gemide
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

*

AYIP

Kara gözlüm bu ayrılık yetişir, 
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.

Ayların sırtında yıllar taşındı, 
Sanma ki garibi eller düşündü.
Bebekler evlendi, yollar aşındı
Kozalaklar çınar oldu gel gayrı.

Hesap et, gideli sen gurbet ile
Otuz ay tutuldu kolay mı dile? 
Hapisler, sürgünler, esirler bile
Sılasına döner oldu gel gayrı.

Gönlüm sende, gözüm yollarda durdu, 
Saat isyan etti, takvim kudurdu.
Hasret hançerini bağrıma vurdu
Yüreciğim kanar oldu gel gayrı.

Emeği boşadır yuvasız kuşun...
Nerdeyse toprağa değecek başın.
Beni düşünmezsen kendini düşün
Herkes seni kınar oldu gel gayrı.

Vur Emri

Abdurrahim Karakoç

*

TUT ELLERİMDEN

Sırat’tan incedir sevda köprüsü 
Beraber geçelim tut ellerimden. 
Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü 
Beraber uçalım tut ellerimden.

Gönüldeki birlik kalkandır dışa 
Aldırma ayaza, yele, yağışa 
Giden ilkbahara, gelecek kışa 
Beraber göçelim tut ellerimden.

Birleşmek üzredir şafakla gurûp 
Korku beklenilmez kapıda durup 
İster zehir olsun, isterse şurup
Beraber içelim tut ellerimden.

Çağır hayallerin en ötesini 
Yakından duyarsın aşkın sesini 
Sonsuz mutluluğun penceresini 
Beraber açalım tut ellerimden.

Hatırla kaybolan hatıraları 
Elmastan ışıklı, altundan sarı 
Zaman tortusundan işte onları 
Beraber seçelim tut ellerimden.

Şüphe “başlangıç”tır, karar “nihayet”
Zamanı zamana etme şikayet 
Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet 
Beraber kaçalım tut ellerimden.

(Akıl Karaya Vurdu) 

Abdurrahim Karakoç

*

VUR EMRİ

Bir haber dolaşır semada pulpul; 
Kılınçlar bilensin akın var Çin’e.
Yiğitler at sürer düşman içine; 
Tarihe hükmeden bir ses duyulur:
- Vur! TÜRKLÜK aşkına vur!

Yüklenir bir ülke oymak ve avul, 
Sel olur ordular, batıya akar.
Uçar elden-ele bozkurtlu bayraklar.
Emreder bir başbuğ, sade ve vakur:
- Vur! BAYRAK aşkına vur!

Karışır top sesi, nal sesi, davul..
Çağdan çağa çığır açar gemiler.
Bir hâkan atını denize sürer
Ve der ki: “Yıkılsın Bizans’ı koruyan sur, ”
- Vur! FETİH aşkına vur!

Parçalanmak istenir bir ülke, Anadolu’dur:
Şahlanır bir anda bin yıllık hınçlar; 
Eser poyraz poyraz eğri kılınçlar, 
Kütahya düzünde kelle savrulur...
- Vur! TOPRAK aşkına vur!

Ya... işte tarihin böyledir oğul! 
Geçmişten hız alsın geleceğin de..
Göster Türklüğünü tunç bileğinle! 
Bu dine, bu ırka ve bu toprağa
Sataşmak isterse herhangi gavur:
- Vur! ALLAH aşkına vur!

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

*

HAK YOL İSLAM YAZACAĞIZ

Kör dünyanın göbeğine 
Hak yol İslâm yazacağız. 
Kuşların göz bebeğine 
Hak yol İslâm yazacağız.

Yola, ağaca, pınara 
Esen yele, yağan kara 
Yağmur yüklü bulutlara 
Hak yol İslâm yazacağız.

Koç burcuna, yay burcuna 
Bebeklerin avucuna 
Minarelerin ucuna 
Hak yol İslâm yazacağız.

Bucak bucak, köşe köşe 
Kara taşa, kor-ateşe 
Yıldıza, aya, güneşe 
Hak yol İslâm yazacağız.

Askerlerin miğferine 
Kağnıların tekerine 
Buda´nın tunç heykeline 
Hak yol İslâm yazacağız.

Her kapının eşiğine 
Her sofranın kaşığına 
Balaların beşiğine 
Hak yol İslâm yazacağız.

Herkes duyacak, bilecek 
Saklanmaz gayrı bu gerçek 
Yaprak yaprak, çiçek çiçek 
Hak yol İslâm yazacağız.

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

*

HEKİM BEĞ

Gene tehir etme üç ay öteye 
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ. 
Otuz yıl da babam düştü ardına 
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.

Kırk yıl önce; yani babam ölünce
Kadılıklar hâkimliğe dönünce
Mirasçılar tarla, takım bölünce
İrezillik beni buldu hâkim beğ.

Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git
Bini buldu burda yediğim zılgıt 
Eğer diyeceksen: bana ne, öl git! 
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ.

Sekiz evlek tarla, bir geverlik su
Yüz yılda höküme bağlanmaz mı bu? 
Kazanmasam da hu, kazansam da hu! 
Canım ta burnuma geldi hâkim beğ.

Keşife-meşife, damgaya, harca 
Kanımız kurudu harca da, harca.. 
Sayenizde avukatlar yıllarca, 
Fakiri yoldu da yoldu hâkim beğ.

Mübaşir itekler, kâtip zavırlar 
Değişti bizde de göya devirler 
Yüz yıl önce adam yiyen gâvurlar 
Tapucuyu aya saldı hâkim beğ.

Kabahat sizde mi, kanunlarda mı? 
Şaşırdım billâhi yolu yordamı.. 
Kızma sözlerime alam kadanı 
Sıkıntıdan içim doldu hâkim beğ.

Mülkün temeliydi adalet hani? ... 
Bizim hak temelde saklı mı yani? 
Çıkartıp ta versen kim olur mâni? 
Yoksa hırsızlar mı çaldı hâkim beğ? !

Hem davacı pişman, hem de davalı.. 
Bu yolda tükettik çulu, çuvalı. 
Sabret makamından çalma kavalı, 
Sürüler ekine daldı hâkim beğ.

Vur Emri

Abdurrahim Karakoç

*

BEŞİNCİ MEVSİM

Düştü can evime dördüncü cemre 
Dünyayı üçüncü gözümle gördüm. 
Dört yüz seksen beş gün çekti bir sene 
On altıncı aya takvimsiz girdim.

Aynalara baktım korku gösterdi 
Saatler her sabah kırkı gösterdi 
Namlular, nişanlar Türkü gösterdi 
Hayatım boyunca hedefte durdum.

Gül sundum yediler, koklamadılar 
Armağan can verdim saklamadılar 
Gittim... gelir diye beklemediler 
Kaybolan gölgemi yollara sordum.

Getirdim yanıma ayı bir karış 
Ölçtüm ki dağların boyu bir karış 
Şehiri bir adım, köyü bir karış 
Damlada denizdir en küçük derdim.

Savurdum, eledim, seçtim zamanı 
Yaprak yaprak, tel tel açtım zamanı 
Haftada üç asır geçtim zamanı 
Nereye gittimse zamansız vardım.

Yırtıldı ruhlara çizdiğim resim 
Yazık, kulaklara sığmadı sesim 
Yaşadığım şimdi beşinci mevsim 
Çağın çilesini sırtıma sardım.

(Beşinci Mevsim)

Abdurrahim Karakoç

*

YEMİN

Canım sağ oldukça rahmetli babam
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Ak sütün emziren ihtiyar anam,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Yerindedir daha aklım, iradem
Ve işte yeminim, işte ifadem! 
İlk insan, ilk nebi Hazreti Âdem,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Meylim ne şöhrete, ne saltanata; 
Hak için sarıldım ben bu sanata; 
Kür-Şad, Bilge Kağan, Oğuzhan Ata,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Önümde dururken Türklüğün hâli,
Susup da boynuma almam vebali; 
Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali(r.a) 
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Esir iken Kırım, Kerkük, Türkistan,
Bana zindan olur Maraş, Elbistan
İbni Sîna, Dedem Korkut, Alparslan
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

İmanda bu fire, zillete bu zam! 
Doymuyor yüreğim ne kadar yazsam.
Farabi, Gazali, İmamı Azam,
Susarsam, hakkını helal etmesin!

Nusret versin yeri, göğü yaratan
Çekip çıkartalım akı karadan
Ertuğrul Bey, Osman Gazi, Murat Han,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Ülküm aşk çölünde Veysel Karani
Ulubatlı Hasan eyler göreni
Fatih, Ak Şemsettin, Molla Gürani
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Bu yol bahadırlar, ermişler yolu; 
Kendini davaya vermişler yolu! 
Şeyh Mevlana, Derviş Yunus, Köroğlu,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Türkçe sevdalanan, İslâmca yanan
Adar milletine bir değil bin can
Yavuz Sultan Selim, Barbaros, Sinan
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Uyutulmuş köy, nahiye, ilçe, il
Yüreğimi yetmiş yerden yara bil; 
Mehmet Âkif, Osman Batur, Şeyh Şâmil
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Usta savaşçılar, genç mücahitler
İmkanıma hizmetime şahitler
Basbuğ, ülküdaşlar, aziz şehitler,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

İçimde İslâmın ince mânâsı
Önümde Türklüğün soylu davası
Oflu Kör Şakirin Elif anası,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Sevdim, milletime gönlümü verdim
Zalimin zulmüne göğsümü gerdim
Kırıkhanlı Kâzım, Niksarlı Nedim,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Kemalimiz, Turanımız, Hacımız
Beraberdir sevincimiz, acımız
Mutta davar güden Zeynep bacımız,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Mühim değil güceneni, küseni
Allah sevmez haksızlığa susanı
Yozgatın Yerköylü Yetim Hasanı,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Komünist, siyonist, pusudan çıktı
Dinime saldırdı, töremi yıktı
Gönenli Gülizar, Bünyanlı Sıtkı,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Yurdum bir kağıttır ışık beyazı
Üstünde insanlar mukaddes yazı
Genci, ihtiyarı gelini kızı,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Mazlumlar hakkını almayıp ele,
Günü gün edersem zalimler ile
Evdeşim, öz kızım, öz oğlum bile,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Allah rızasıdır arzum, emelim! 
Bu necip milleti ondan severim
Hazreti Muhammed(S.A.V) gerçek rehberim,
Susarsam, hakkını helal etmesin!

(Kan Yazısı)

Abdurrahim Karakoç

*

ASKERE MEKTUP

Aziz dostum,sen bu ilden gideli, 
Sekiz mevsim geldi-geçti duydun mu? 
Gine kar koymadı baharın yeli, 
Şeftaliler çiçek açtı duydun mu?

Memiklerin Iraz için Kel Durdu, 
Sinan oğlu Muharrem’i öldürdü 
Keş Ahmet bayram da namaz kıldırdı; 
Kerim Ağa köyden göçtü duydun mu?

Çavuşların yumuk gözlü Tahir’i 
Kahve yaptı kırk senelik ahırı, 
Erkek Fatma, Dişi çürük Mahir’i 
Güpegündüz aldı kaçtı duydun mu?

Ala-kardır Binboğa’nın yücesi.. 
Asker oldu Halime’nin kocası.. 
Sazlıköy’ün ilerici hocası 
Minarede şarap içti duydun mu?

Dikkat eyle; anlam çıkar sözüm den; 
Bir hızarcı geldi Mercanözü’nden 
İpsiz Mustafa’nın tek boynuzundan 
On altı çift tahta biçti duydun mu?

Kenan’ların sarı saçlı Reşad’ı 
On çocuğun anasını boşadı, 
Sultan serbest kaldı, sarhoş yaşadı, 
Hürriyeti yeni seçti duydun mu?

On iki gün önce yaptık bir seçim, 
Tekgöz murdar öldü partisi için. 
Nasreddin Hoca’nın dediği biçim; 
”Dünyayı yanlışsız ölçtü(!) ” duydun mu?

Daha bunlar bildiğimin yarısı, 
Gelecek mektuba kalsın gerisi. 
Bu yıl KARAKOÇ’un gönül arısı 
Çiçekten çiçeğe uçtu duydun mu?

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

*

SULARI ISLATAMADIM

Savaştayım elli yıldır 
Ömrüm geçti boşalt, doldur 
Anlamadım bu ne hâldir 
Bir gün silah çatamadım

Suları ıslatamadım.

Ekin ektim başak yılan 
Kuşandığım kuşak yılan 
Yorgan akrep, döşek yılan 
Bir gün rahat yatamadım

Suları ıslatamadım.

Ne payem oldu, ne sayem 
En doğruya varmak gayem 
Düşüncemdir tek sermayem 
Alan yoktur satamadım

Suları ıslatamadım.

Yolum yokuş, izim ayrı 
Dilim yağsız, sözüm ayrı 
Bedenimden özüm ayrı 
Biri bire katamadım

Suları ıslatamadım.

Talipli yoktur sevgiye 
Anlamadım, neden? Niye? 
Canlar gücenmesin diye 
Can attım, gül atamadım

Suları ıslatamadım.

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

*

ÇARPIK ÇAĞ

Doğru mu, yanlış mı karar sizlerin
Biz aklın durduğu çağda yaşadık
'Ben dinsizim! ' diyen beyinsizlerin
Din dersi verdiği çağda yaşadık.

Çabuk pişsin diye zorbanın aşı
Ayıran olmadı kurudan yaşı
Keçinin kaplana her adım başı
Kırk tuzak kurduğu çağda yaşadık.

Baylar çalım sattı, bayanlar etin 
Ar duvarı çürük, darbeler çetin.
Modern putçuluğun, şirkin, zilletin
Kemale erdiği çağda yaşadık.

Bazen kör kilitler vuruldu dile
Bazen armağanlar kazandı hile
Homo'nun,komo'nun, deyyusun bile
İtibar gördüğü çağda yaşadık.

Yabancısı olduk ilin, obanın
Müdür ekmeğini çaldı çobanın
Resmi dairede devlet babanın
İpe un serdiği çağda yaşadık.

Önümüz çileydi, arkamız cefa
Bir gün semtimize basmadı sefa
Mürşidin, müridin günde beş defa
Günaha girdiği çağda yaşadık.

Kimi hak adalet gördü düşünde
Kimi devlet kuşu buldu başında
Vatanseverlerin vatan dışında
Hasretlik sürdüğü çağda yaşadık.

Göz yumup izine düştük batı'nın
Tuttuk kuyruğundan haçlı atının
Pamuk yumağının, tüyün, tütünün
Nice baş yardığı çağda yaşadık.

Neler yıkmadık ki son olsun diye
Harcadık günleri gün olsun diye
Asker kaçağının şan olsun diye
Askeri vurduğu çağda yaşadık.

Dilendik, savurduk Doları, Markı
Döndükçe aşındı düzenin çarkı
Şalvarı, kasketi, gömleği, börkü 
İhtiras sardığı çağda yaşadık.

Kimi vurgun vurdu döndü köşeyi
Kimi yalamakla doydu şişeyi
Kiminin ateşi, külü, maşayı
Ekmeğe dürdüğü çağda yaşadık.

Kılavuzluk yaptı körü beylerin
Seçimde sağılan sürü, beylerin
Morgtaki ölüden diri beylerin
Hâl-hatır sorduğu çağda yaşadık.

Atladık bir çağdan bir diğerine
Çıktık zirvelere, daldık derine
'Çağdaş bayanlar'ın cins beylerine
Çuvallar ördüğü çağda yaşadık.

Biri yola çıkmaz dayı bulmadan
Biri balık avlar suyu bulmadan
Birinin haftayı, ay'ı bulmadan
Milyarlar derdiği çağda yaşadık.

Baş örtüsü yasak,Türk olmak günah 
Sabır ver, sabır ver ey gadir Allah! 
Bulaşık basının her gün, her sabah
İslâm'ı Yerdiği çağda yaşadık.

Zorbaya rüşvettir 'nurol-çok yaşa'
Mâbutlar, kıbleler değişti hâşâ
İnsanın kâğıda, demire, taşa
Secdeye vardığı çağda yaşadık.

Görün hâlimizi biz insanların
Tutsağı olmuşuz suizanların
Her zaman her yerde müslümanların
Müslüman kırdığı çağda yaşadık.

Abdurrahim Karakoç

*

DOSTA DOĞRU

İçimde uzayan her yol 
Çıkar gider dosta doğru 
Nergis, ıtır, menekşe, gül 
Kokar gider dosta doğru

Zamanım yoğrulur gamla 
Birleşir sabah akşamla 
Ilık kanım damla damla 
Akar gider dosta doğru

Gel bende gör, sen gel beni 
Durduramaz engel beni 
Görmediğim bir el beni 
Çeker gider dosta doğru

Beynim fırın, bağrım tandır 
Yanarım hayli zamandır 
Sevgim bir yavru ceylandır 
Seker gider dosta doğru

Ne saklarım, ne gizlerim 
Yalnızca Onu özlerim 
Tabutta bile gözlerim 
Bakar gider dosta doğru.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

*

BİRLİK

Bilmeyen öğrensin, duymayan duysun! 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. 
Bölücü sapıklar aklına koysun 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Dünün insan yiyen kanlı çarkı yok! 
Yüzlerde gam, gönüllerde korku yok... 
Çerkezi yok, Kürdü yoktur, Türkü yok... 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Allah bir, vatan bir, bayrak bir beden 
Yanlış yola sapmayalım bilmeden! 
Doğu, batı diye ayirmak neden? 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Yırtılıp atılmaz tarih sepete! 
Birlik olduk camide ve cephede; 
Kore'de, Kıbrıs'ta, Kocatepe'de 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Nineler, dedeler, masum bebekler, 
Bizlerden Huzurlu Türkiye bekler; 
Tutuşsun el-ele kızlar erkekler: 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Kalacak adımız, kaldığı gibi, 
Âleme velvele saldığı gibi 
Tıpkı Sakarya'da olduğu gibi 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Ne zulmü severiz, ne kinimiz var! 
Hayrı emreyleyen hak dinimiz var; 
Dağlar, çağlar boyu yeminimiz var: 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

*

YAKARIŞ

Ya Rab bu hasrete can dayanmıyor; 
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Her adımda bir engel var, salmıyor,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Mümkün mü bu yolda maksuda ermek? 
Mümkün mü sılada dost yüzü görmek? 
Âşıka ar gelir geriye dönmek; 
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Çekilmez bir şelek vurdun arkama; 
Şaşırdım yollarda kaldım, akşama.
Umudum her zaman bakidir amma,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Sevip sevilmemek varsa kaderde,
Hangi doktor ilaç verir bu derde? 
Hastayım, susuzum gurbet illerde; 
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Ey hanlar hanını halk eden Hancı! 
Bir yudum aşkınla doğdu bu sancı.
Ey fakir ekmeği, Mümin inancı! 
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

*

SOYLU BİR DESTAN 12 ŞUBAT

Bir güvercin uçar akça kanatlı 
Barıştan savaşa selâm götürür. 
Yollardan yel gibi geçer bir atlı 
Afyon'dan Maraş'a selâm götürür.

Bir On iki Şubat, bir yıldan büyük 
Kalmadı çok şükür ne zincir, ne yük 
Berit'ten Ilgaz'a bir alageyik 
Seker taştan taşa,selâm götürür.

Bir bulut kabarır iki dağ boyu 
Yüklenir yağmuru, karı doluyu 
Gezer yayla yayla Anadolu'yu
Bir baştan, bir başa selâm götürür.

Uyanır Yörüğü, Lazı, Afşarı 
Bir eyler zeybeği, horonu, barı 
Aydın ovasının ılık rüzgârı 
Efeden dadaşa selâm götürür.

Kırım'da şimşektir çakar bir yıldız 
Kars'tan Fergana'ya bakar bir yıldız 
Kerkük'ten Tebriz'e akar bir yıldız 
Gardaştan gardaşa selâm, götürür.

Bir şehir... köy, oba mahalle, çarşı
Çarpışır düzenli orduya karşı 
Ve soylu bir destan kurtuluş marşı 
Güneş, kurda kuşa selâm götürür.

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

*

BULDUKTAN SONRA ARAMA

Omuzumda sevda yükü 
Yollarda Seni aradım. 
Beste beste, türkü türkü 
Tellerde Seni aradım.

Girdim yeşilden sarıya 
Sordum ölüye, diriye 
Çiçeği verdim arıya 
Ballarda Seni aradım.

Aşk yalımı girdi cana 
Gönlüm döndü gülistana 
Gece-gündüz yana yana 
Küllerde Seni aradım.

Yorulup demedim, yeter 
Hasretin gözümde tüter 
Kerem'den, Mecnun'dan beter 
Çöllerde Seni aradım.

Bahçem çiçek, bağım gazel 
Birleşir ebetle, ezel 
Ayırmadım çirkin, güzel 
Kullarda Seni aradım.

Ulaşmak için rahmete 
Katlandım bin bir zahmete 
Karışıp söze, sohbete 
Dillerde Seni aradım.

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

abdurrahim karakoç şiirleri, aşk şiirleri, beşinci mevsim, mihriban şarkı sözleri, suları ıslatamadım şiiri, şairler ve yazarlar, yakarış şiiri, abdurrahim karakoç hayatı, abdurrahim karakoç kimdir