Yazı Duyurusu

Menu

Browsing "Older Posts"

CEVŞEN NEDİR?

21 Ekim 2021 Perşembe / No Comments
cevşenin sırları, cevşen ül kebir duası ne için okunur, cevşeni kebir okumanın faydaları, cevşen duası fazileti, cevşeni kebir fazileti, risale-i nur'da cevşen, said nursi cevşen


CEVŞEN HAKKINDA HERŞEY

Cevşen zırh anlamında Farsça bir kelimedir. Ehl-i Beyt kaynaklarından Musa Kâzım, Cafer-i Sadık, Muhammed Bakır, Zeynelabidin ve Hüseyin b. Ali (ra) ve Hz. Ali (ra) tarıkıyla Peygamberimizden (asm) rivayet edildiği için Farsça “Cevşen” ve Arapça “Kebir” terkibi ile “Cevşenü’l-Kebir” ismi ile rivayet edilmiştir.[1]

Cevşen her bölümü Allah’ın isminden on tanesini ihtiva eden 100 bölümden ibaret uzun bir duadır. Her kırk ismin başında “Allahım bu isimlerin hürmetine Senden istiyorum.” ifadesi vardır. Sonunda da “Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim El-Aman El-Aman, bize eman ver, bizi dünyanın  afetlerinden ve cehennem azabından koru!” diye cehennemden ve kişiyi cehenneme götürecek her nevi kötülükten ve günahtan Allah’a sığınılır.

Özellikle Şii kaynaklarda Cevşen’e Ehl-i Beytten rivayet edilen kıymetli dua olarak çok değer verilmiş, çeşitli dua mecmuaları içinde basılmıştır. Muhammed Bakır el- Meclisî, Muhammed Necef el-Kirmanî el- Meşhedî ve Habibullah b. Ali Meded es-Savecî el-Kâşânî gibi alimler tarafından şerhleri ve izahları yapılmıştır. Özellikle Kerbelâ ve Meşhed’de Kadir Gecesi gibi mübarek gecelerde toplu halde okunmaktadır.

Ahmed Ziyadeddin Gümüşhanevî hazretleri Peygamberimizden (asm) günümüze Sahabenin, İslam bilginlerinin ve Meşayıh denilen tasavvuf büyüklerinin evrad ve ezkârlarını, İmam Şazeli’nin, Şah-ı Nakşibendinin ve Muhiddin-i Arabi’inin dualarını ve evradlarını “Mecmuatu’l-Ahzab” adı altında  toplamıştır. Cevşenu’l-Kebir de bu eserin üçüncü cildindedir.[2]

Cevşenü’l-Kebir’in bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesinde ne zaman yazıldığı ve kim tarafından yazıldığı bilinmeyen bir nüshası vardır.[3]
Mecmuatu’l-Ahzab’da analtıldığına göre Peygamberimiz (asm) Uhut Savaşında üzerinde zırhı olduğu halde küffarın hücumuna maruz kalmış ve zırhın bir parçası peygamberimizin (asm) çenesine batmıştı ve Uhut Dağına doğru gitmekteydi. Hava çok sıcaktı ve peygamberimiz (asm) zırhın da ağırılığı ve yaralı haliyle sıkıntı içindeydi. Cebrail (as) geldi ve “Allah Sana selam ediyor. Zırhı çıkarsın ve bu duayı okusun! Bu duayı okur ve üzerinde taşırsa zırhtan daha büyük tesiri olur.” dedi. Her zaman ümmetini düşünen peygamberimiz (asm) “Bu duanın tesiri yalnız bana mı mahsus, yoksa ümmetime de şamil mi?” diye sordu. Cebrail (as) “Ya Resulallah! Bu dua Cenab-ı Allah’ın sana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını da Allah’tan başkası takdir edemez.”[4] buyurdu.

Cebrail’in (as) getirdiği bu dua ile peygamberimiz (asm) zırhı çıkardı ve bu duayı kalbinde yazılı buldu ve okudu. Daha sonra Hz. Ali’ye (ra) yazdırdı. Hz. Ali (ra) da yazarak Hz. Hüseyin’e (ra) öğretti ve ondan rivayet edilerek zamanımıza kadar geldi.

Cevşen’in Kütüb-ü Sitte’de olmaması onun sahih kaynaklardan gelmediği anlamına gelmez.  Zira “Cevşen yaklaşık 20 sahifelik bir bir duadır. Bu nedenle Kütüb-ü Sittede de diğer sahih hadis kitaplarında değil, müstakil bir kitap olarak zamanımıza gelmiştir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur ve olması gereken de budur. Genellikle amelî hükümleri içeren hadislerin mecmuaları olan “Kütüb-ü Sitte” de bulunması gerekmez; çünkü hüküm içremez feyizli bir münacat ve Allah’ın zikrini ihtiva eden tefekkürî bir duadır.

Cevşen’e Neden İtiraz Edilmektedir?


Cevşeni, Hz. Peygamberden (asm) gelen bir rivayet olarak kabul etmeyenler onun uzun bir dua olduğu için ezberlenmesi kolay olmayacağını ve kısa hadisler gibi hafızada tutulması mümkün olmayacağını söylüyorlar. Çünkü bu 20 sahifelik metin elbette bir defa okunmakla ve işitilmekle hafızada tutulmaz ve ezber rivayet edilmez.

İtirazın sebebi meseleyi bilmemekten ve yanlış anlayıp yorumlamaktan kaynaklanmaktadır. Sanki peygamberimizin (asm) zamanında yazı yoktu, ilim yoktu ve alim yoktu, herkes koyu bir cehalet içinde zannedilmektedir. Şurası bir gerçektir ki “Cehalet, bilmemek değil, yanlış bilmektir.” Ebu Cehil üç dil bilen ve Arapların diplomatı olarak Bizans, İran, yeman ve Habeşistan ile ticari ve diplomatik anlaşmalar yapan birisiydi. Ancak peygamberimizin (asm) getirdiği “İman, hak ve hakikate karşı kör ve sağır olduğu, karşı çıkıp itiraz ettiği için kendisine cehaletin babası anlamında “Ebu Cehil” denildi.

Peygamberimiz (asm) zamanında yazı vardı, okur yazar da vardı ve ilim sahibi Tevratın şerh ve izahlarını bir deve yükü yapan Beniisrail’in alimleri de vardı. Ancak Araplar putlara taptıkları için okumaya yazmaya ve kitaba önem vermiyorlardı. Peygamberimiz (asm) “Oku!”[5] emrinin gereği olarak okumayı, “Nuna, Kaleme ve Kalemin yazdığı satırlara yemin olsun!”[6] diye başlayan “Kalem Suresi” nazil olduktan sonra “Okuma-Yazma” seferberliği başlattı ve müslüman olan herkesi okuma yamaya teşvik etti. Zira Kur’an okunarak ve yazılarak öğrenilecek ve korunacaktı. Ancak Hz. Cebrail’den (as) Kur’anı öğrenen ve tüm kainat kitabını okuyarak bilgi sahibi olan peygamberimizin elbette bilmeyenlerin öğrenmek için harleri ve sembolleri kullanarak bilgi sahibi olmasına ihtiyacı yoktu. Hem ilahi vahyi ancak Allah’tan aldığından okuma yazma öğrenemesi yasaklanmıştı, ta ki vahye bir şüphe gelmesin ve biri çıkıp ta “Muhammed benden öğrendi ve falan kitaptan aldı” diyemesinler.

Bu nedenle Peygamberimiz (asm) zamanında yazı vardı. Kur’an-ı Kerimi yazan kırka yakın  “Vahiy Katipleri” bulunuyordu. Peygamberimiz (asm) Mekke döneminde “Benden Kur’andan başka bir şey yazmayınız!”[7] ferman buyurmuştu. Zira o zaman Kur’anın peygamberimizin (asm) sözleri ile karışma imkanı vardı. Ancak Medine döneminde peygamberimiz (asm) yazıya müsaade etti. Çünkü artık Kur’an ile peygamberimizin (asm) diğer sözlerinin karışma ihtimali ortadan kalktı ve sahebeler ilim sahibi oldular. Bu nedenle “İlmi yazı ile kaydedin!”[8] ferman etti. Bizzat kendisi valilere mektuplar gönderdi, onların sorularına cevaplar verdi ve mesela zekat ahkamına ait nisap miktarlarını yazarak “Genelge” şeklinde gönderdi. Hz. Ali’nin (ra) “Ahkama ait hadisleri” topladığı bir tomar sahifesi vardı ve yanından ayırmazdı.

Peygamberimizin (asm) “Benden duyduklarınızı yazınız, zira bu ağızdan hak sözden başkası çıkmaz.”[9] buyurduktan sonra Ebu Hureyre, Said b. Cübeyr, Abdullah bin Amr bin As, Semure bin Cündeb, Sa’d bin Ubâde, Hz. Ali, Abdullah bin Ömer ve daha pek çok sahabe (radıyallahü anhüm) gibi pek çok sahabe hadisleri yazmaya başlamışlardır. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah Ebu Hüreyre’nin (ra) hadis sahifesini, bulmuş ve neşretmiştir. Eser, “Muhtasar Hadis Tarihi ve Sahife-i Hemmam ibni Münebbih” ismi ile Türkçeye de çevrilmiştir. Hamidullah hoca bununla “Hadisler Resûlullahtan (sav) iki veya üç yüz sene sonra yazılmıştır.” diyerek hadis kitaplarını nazardan düşürmeye çalışanlara güzel bir cevap vermiştir.[10]

Uhut Savaşının son dakikalarında Hz. Cebrail’in (as) getirdiği Cevşen’i peygamberimiz (asm) Allah’ın hıfzı ile hafızasına aldı, zırhı çıkarıp okudu. Zaten bu duayı okuduktan sonra Allah’ın yardımı ve duanın bereketi ile müslümanlar dağılmışken müşrikler toplanıp müslümaların üzerin hücum edemediler. Normalde bozulan müslümanları dağıtıp imha etme ve Medine’ye girme imkanları da vardı çünkü müslümanların çoğu savaşamayacak derecede yaralı idiler.
Şurası unutulmamalıdır ki demir zırh ile insanı koruyan Allah’tır. Öyle ise Allah “Cevşen Duası” ile “Bin bir ismini sayarak onların hürmetine kendisini korumasını isteyeni” demir zırh giymeden de koruyabilir ve korumuştur. Bu duanın bereketine pek çok bela ve musibetten de en önemlisi ve insanın en mühüm meselesi olan Cehenenmeden koruyacaktır. Zira Allah kendisinden isteyene veren ve kendisine sığınanı koruyandır. Cevşenin ise sadece dua değil, duanın ve sığınmanın dışında “Marifetullah” ve “Tefekküri İbadet” ile  insan ruhunu ve kalbinin terakki ve tekamülüne bakan mühim bir yönü vardır. İzahı gelecektir. Bu nedenle Cevşeni okumanın ayrı bir özelliği ve güzelliği vardır.

Cevşenü’l-Kebir Marifetullah Dersi ve Tefekküri Bir İbadettir

Bediüzzaman Said Nursi hazetleri “Dua ubudiyetin ruhudur.” buyurur. Bu nedenle dua sadece arzu ve isteklerimizi Allah’tan istemek şeklindeki basit anlayışı kabul etmez. Dua ve münacatlar “Tefekküre dayanan bir ibadet olup okuyanın imanını artırmaya, Marifetullah denen Allah’ı tanıma, bilme ve ona manen yakınlaşmaya bir vasıta” olarak görür. Bu konuda en güzel dua ve münacat peygamberimizden (asm) bize gelen “Cevşenü’l-Kebir” münacatıdır. Bu nedenle “Cevşenü’l-Kebir” duası mü’minlerin imanlarını takviye etmek, yüce Allah’ı  binbir ismi ile tanıtmak ve kainatta bu isimlerinin tecellilerini öğretmek bakımından emsalsiz bir münacattır. Tefekküri bir ibadet ve marifetullaha ait yüksek bir ilimdir.

Bediüzzaman Risale-i Nurun “Tevhidi” ispat eden yüksek ilmi hakikatlerinin “Kur’andan tereşşuh eden ve bir cihette Cevşen’den feyiz alan ve tevellüt eden yüksek ilmi hakikatleri içine aldığını ve bir nevi Cevşenin şerh ve izahı olduğunu anlatır. Kastamonu Lahikası’nda Cevşen’in kâinatı baştan başa nurlandırdığı, zulümat karanlıklarını dağıttığı, gafletleri, tabiatları parça parça ettiği ifade edilir. “Ehl-i dalaletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında envar-ı tevhidi gösteriyor”[11] buyurur. Risale-i Nur’un önemli bir risalesi olan “Münacat Risalesi”nin sonunu “Kur’ân’dan ve Cevşenü’l-Kebir’den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-i Rahimimin dergahına arz etmekte kusur etmişsem, kusurumun affı için Kur’ân’ı ve Cevşenü’l-Kebir’i şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum.”[12] şeklinde bağlar.

Cevşen, bin bir esmâ-i ilâhiyeye sarîhan ve işareten bakan ve bir cihette Kur’ân’dan çıkan bir harika münâcâttır. Mârifetullahta terakki eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkındedir. Böyle bir dua ve münacat ancak vahiyle gelebilir. Yine bu emsalsiz münacat Risalet-i Muhammediyeye (asm) bir tek hüccet olarak risaletinin bütün hakikatlerini Risale-i Nurun da şahadetiyle aklen ve mantıken ispat etmiştir. Hattâ felsefenin nazarında akıldan pek uzak meselelerini göz önünde gibi gayet kolay ve mâkul bir tarzda ders vermesiyle, Muhammed’in (asm) sadıkıyetine ve risaletine küllî bir surette şahadet etmektedir.[13]

Peygamberimiz (asm) “Cevşenü’l-Kebir namındaki münacaatında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiaze ediyor.” [14] ve marifetullahta daima terakki ediyor. “Cevşenü’l-Kebir” duâsı Hz. Peygamberin marifetullahta erişilmez olduğunun adeta tek başına ispatıdır. Bediüzzaman peygamberimizin (asm) Allah’a olan yakarışını ve ibadetini anlatırken  “Binler duâ ve münacaatlarından Cevşenü’l-Kebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede Rabb’ini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet, telahuk-u efkarla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duâda dahi onun misli yoktur. Risâle-i Münacaat’ın başında Cevşenü’l-Kebir’in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, ‘Cevşen’in dahi misli yoktur’ diyecektir.”[15]

Kur’ân’ın hakiki ve tam bir nevi münâcâtı ve Kur’ân’dan çıkan bir çeşit hülâsası olan Cevşenü’l-Kebir namındaki münâcât-ı Peygamberîde (asm) yüz defa “Allahım sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan uzaksın. Senden başka ilah yok ki bize imdad etsin. Bize eman ver ve bizi Cehennem azabından koru!” diyerek cehennemin dehşetinden Allah’a sığınmaktadır. Bu son cümlede dahi tevhid gibi kâinatça en büyük hakikat ve mahlûkatın rububiyete karşı tesbih ve tahmid ve takdis gibi üç muazzam vazifesinden en ehemmiyetli bir vazifesi ve şekavet-i ebediyeden kurtulmak gibi nev-i insanın en dehşetli meselesi ve ubudiyet ve acz-i beşerin en lüzumlu neticesi vardır.[16]

Peygamberimiz (sav) “Bir saat tefekkür bir sene ibadetten hayırlıdır”[17] buyurur. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu saatin Cevşenü’l-Kebirde ve onun bir nevi tercümesi ve tefsiri olan Hizb-i Nuriyede ve Risale-i Nurda bulunduğunu ifade etmektedir.[18] Cevşenin manasını anlayarak tefekkür ile okunmak pek çok hakikatlerin anlaşılmasına vesile olmaktadır. Bizzat Bediüzzaman hazretleri “Allah insanı Rahman Suretinde yarattı.”[19] hadisi, hem cevâmiü’l-kelimden, hem müteşabih hadislerdendir. Pek büyük ve küllî nüktesi, benim kalbime, Hülâsatü’l-Hülâsa ile Cevşenü’l-Kebir’i okuduğum vakit zahir oldu. Ben de, o acip ve çok güzel nükteyi kaçırmamak için, şifreler, işaretler nev’inden Hülâsatü’l-Hülâsa’nın on yedinci mertebesi olan “Kur’ân lisanıyla şehadet” ve on sekizinci mertebesi olan “kâinat lisanıyla şahadet” ortasında o şifreli işaretleri koydum”[20] buyurarak bu hadisin hakikatli bir manasını izah etmiştir.

Risale-i Nur talebelerinin en esaslı virdi Cevşenü’l-Kebirdir.[21] Üstadlarının tavsiyesi ile devamlı okuma gayreti içindedirler. Hatta Bediüzzaman “Cevşenü’l-Kebiri, Hizb-i Nuriyeyi Salavât ile neşri, nurculara ve ehl-i imana büyük bir hizmettir”[22] buyurarak hem okunmasını hem neşrini tavsiye etmişlerdir.

Allah Cevşeni Okuyanı Maddi ve Manevi Tehlikelerden Korur

Cevşenü’l-Kebirin “Marifetullah” dersi yanında okuyanı maddi ve manevi pek çok sıkıntılardan hatta eceli gelmemiş ise ölümcül tehlikelerden, sakat kalmaktan, yangın ve deprem gibi tehlikelerden, kazalardan ve belalardan muhafaza edilmesine vesile olduğu pek çok tecrübelerle sabittir. Dünyada böyle tehlike ve afatlardan “Cevşen” hürmetine koruyan yüce Allah elbette ahiretin dehşetli tehliklerinden ve cehennem azabından okuyanları koruyacaktır. Dünyadaki bu hıfz ve muhafazası ahiretteki muhafazaya delildir. Nitekim Bediüzzaman Cevşen ve Evrad-ı Bahaiye’nin dehşetli zehrin tehlikesine galebe ettiğini.”[23] ifade ederek zehir tehlikesinden kendisinin Cevşen hürmetine korunduğunu belirtir. Yine motorlu kayıkla Eğridir’den Barla’ya giderken tutulduğu dehşetli fırtınadan ve kayığın batmasından Cevşen ve Şah-i Nakşibendi’nin virdi ile muhafaza edildiklerini beyan etmektedir.[24]

İlaçla tedavi nasıl meşru ise aynı şekilde Cevşen’in okunması, ruhi tedavi yanında kişinin eceli gelmediği taktirde görünür görünmez kazalardan ve belalardan koruması ve moralinin düzelmesi, Allah’ın yardım edeceği düşüncesi ile Allah’a sığınarak, tevekkül ile güven içinde hareket etmesini sağlar.

Cevşen Vahiyle Mi Gelmiştir?

Cevşen, Peygamberimize (sav) “Vayh-ı Sarih” ve “Vahy-ı Metluv” olarak değil, “Vahy-ı Gayr-i Metluv” ve “Vahy-ı Zımnî” olarak Cebrail (as) tarafından getirilmiş olan bir münacât, bir dua ve duây-ı masun yani cehennemden ve her nevi şerden korunma duasıdır. Bunun için zırh manasında “Cevşen” denilmiştir. Bununla beraber cevşen bin bir ismi içine alan gayet yüksek mertebede bir “Marifetullah” dersidir. 

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Cevşen’i “Âl-i Beytin mânevi ve mühim bir mirası ve bir feyiz kaynağı” olduğunu söyler. Bize Allah’ı “Esmâ-i Hüsnâ” ile tarif edip tanıtmada emsalsiz olduğunu belirtir.

Cevşen “Kur’ânın hakîki ve tam, bir nevi münâcâtı ve Kur’andan çıkan bir nevi hülâsasıdır.”[25] Peygamberimizin (sav) “Cevşenü’l-Kebîr münacatında bin bir ismi ile Allah’a yalvarmış ve cehennemden istiaze etmiş ve böylece yüce Allah’ın “İstiaze edin ve her nevi şerden Allah’a sığının”[26] emrine tam imtisal ederek ümmetine de bu konuda örnek olmuştur.[27] Bediüzzaman “Âl-i Beytin mânevî ve gayet mühim bir mirası ve bir maden-i feyzi olan Cevşenü’l-Kebir’i kendine üstad kabul etmiş ve önceleri her günde bir defa bazen üç defa tamamını okumuştur. Daha sonra okunmasını talebelerine tavsiye etmiştir.”[28]

4.1 Allah’ın Kelam Sıfatı ve Vahyin Hakikati

Allah’ın Subuti Sıfatlarından olan “Kelam” sıfatı Onun konuşması demektir. Allah mütekellimdir, kelamı vardır ve konuşur. Allah’ın konuşmasına “Vahy” denir. Kelam sıfatı yüce Allah’ın “Hayat, İlim, İrade, Kudret, Görme ve İşitme” gibi zaruri sıfatlarından birisidir. Yüce Allah bu sıfatının gereği olarak peygamberlere gönderdiği “Vahy” aracılığı ile konuşur, mesajlarını, emir ve yasaklarını iletir ve muhatap aldığı insana nasihat eder, doğru yolu gösterir. Yüce Allah “Kelam” sıfatı gereği mütekellimdir ve Tur-i Sina’da “Musa’ya konuşmuştur.”[29] Aynı şekilde “Kıyamet günü Allah kulları ile konuşacaktır. Bir kısım günahkar kulları ile ise konuşmayacak ve onları temize de çıkarmayacaktır.”[30]

Yüce Allah’ın kulları ile konuşması bir nevi “Tenezzül-ü İlahidir.” Bir büyük adamın çocukların anlaması için onların seviyesine inerek konuşması gibi, insanların anlayacağı seviyede akıllarına ve fehimlerine göre konuşması bir nevi tenezzül-ü İlahidir. Evet bütün canlıları konuşturan, konuşmalarını bilen elbette o konuşmalara konuşmasıyla müdahale etmesi rububiyetinin gereğidir. Her yerde ilim ve kudreti ile hazır ve nazır olan Allah’ın elbette kelamı da hadsizdir. Kendisine layık bir kelam-ı ezeli ile konuşur. Nitekim Kur’an-ı Kerim “Rabbimin sözleri için denizler mürekkep olsa o mürekkep tükenir; ama Rabbin kelamı bitmez ve tükenmez.”[31] buyurarak kelamının ve sözlerinin hadsiz ve sonsuz olduğunu ifade etmektedir. Elbette Allah’ın kelamı peygamberlere gelen “Ferman” lardan daha fazladır.
Nasıl ki bir padişahın iki şekilde konuşması vardır. Birincisi tüm halkı ilgilendiren bir konuda ferman yayınlayarak emir ve yasaklarını bildirmesidir. Buna ferman, yasa ve kanun adı verilir. İkincisi has bir dairede hususi bir surette bir dostu ile telefon vasıtasıyle veya huzuruna alarak onunla konuşmasıdır. Bu konuşması özeldir ve ferman sayılmaz, bir başkasını ya ilgilendirmez veya az ilgilendirir. Bu ikinci kısma “İlham” adı verilir.

Yüce Allah “Biz arıya vahyettik!”[32] “Musa’nın annesine vahyettik.”[33] ve “İsa’nın (as) havarilerine vahyettik.”[34] buyururken elbette onları peygamber yapmamıştır. Peygambere vahyettiği gibi vahyetmemiş ve fermanını göndermemiştir. Bu vahy fıtri olan “İlham” tarikıyla olan konuşmasıdır. Dolayısıyla bütün melaikelere ve insanlara, hatta hayvanlara gelen umum ilhamlar, bir nevi kelam-ı ilahidir. Bu kelamın kelimatı da gayr-i mütanahidir, sonsuzdur. Yüce Allah “Denizler mürekkep olsa ağaçalar ve otlar kalem olsalar Allah’ın kelimelerini yazmakla bitiremezler”[35] ferman etmesi ile ilhama dikkatimizi çekmektedir.

4.2 Vahiy ve İlhamın Farkları

Vahiy ile ilham arasında iki önemli fark vardır.

Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahiy genellikle melek aracılığı ile peygamber olarak görevli olan kişiye gelir ve bu ferman ve kanun-u ilahidir ve tüm insanları ilgilendirir.

İkincisi: Vahiy gölgesizdir, safidir ve peygamberlere hastır. İlham ise gölgelidir, umumidir. Melaike ilhamları, insan ilhamları ve hayvan ilhamları gibi çeşitleri ve aralarında mertebeleri vardır. [36] Tabiatçıların “Sevk-i Tabii” dediği şey gerçekte Allah’ın ilhamıdır. Yoksa tabii olarak bilmediği bir hususta hayvanlar sevk olunamazlar. Onları bilen birisinin sevk etmesi lazımdır ki o da ilham-ı ilahidir.

4.3 Peygamberimize (asm) Gelen Vahyin Çeşitleri ve Mertebeleri

Yüce Allah’ın peygamberimiz (asm) ile konuşmalarının tamamı “Ferman-ı İlahi” olan vahiy, yasa ve kanun denilen Kur’an-ı Kerimden ibaret değildir. Peygamberimize Ferman-ı İlahi olan Vahy çeşitli suretlerde gelmiştir. Bu da “Bazen bana çan sesine benzer bir sesle hitap edilir. Peygambere en ağır gelen vahiy şeklidir. Melek ayrılıp giderken, gelen vahyi tastamam hıfzedilmiş olur.”[37]

Kur’an-ı Kerim ferman-ı İlahinin nasıl geldiğini “Allah’ın vahiy ile veya perde arkasından, yahut bir elçi gönderip ona kendi izniyle dilediği şeyi vahiy etmesinden başka bir suretle konuşması hiç bir insana müyesser olmaz.”[38] buyurarak bize haber vermiştir.

Vahiy geldiği zaman peygamberimiz (asm) titrer, rengi değişir, alnı terler ve nefesi sıkışırdı. Sonra gelen vahyi aynen hafızasında kalırdı.[39] Sonra vahiy katiplerine yazdırırdı. Ayrıca her sene Ramazan ayında inen âyetleri ve sûreleri Cebrail’e (as) okuyup arz ederdi.

Peygamberimize (asm) gelen vahyin de mertebeleri vardır.

Birincisi: Vahy-i Mahz’dır. Ferman-ı İlahidir ve Kur’an-ı Kerim şeklinde peygamberimizin (asm) Vahiy katiplerine yazdırdığı vahiydir ki buna “Vahy-i Metluv” denir. Yani, “Okunması ile ibadet edilen ve namazda okunması farz olan vahiydir.” (Çünkü kıraat farzdır ve bu kıraatten maksat Kur’an okumaktır.) Bununla ibadet yapılır. Her harfinin en az on sevabı vardır. Vahiy dili dışında tercümesi ve tefsiri ile namaz ve ibadet caiz değildir.

İkincisi: Vahy-i Gayr-i Metluvdur. Yani okunması ile ibadet edilmeyen ve vahy dili ile okunması şart olmayan ve ferman sayılmayan manası Allah’tan ve lafızları peygamberimize ait olan vahiydir. Bu da ikiye ayrılır.

Birincisi: Hadis-i Kutsidir. Peygamberimizin (asm) “Kalellahu Teâla” yani “Allah buyurdu ki!” diye rivayet ettiği hadislerdir. Buna misal “Allah buyurdu ki Ben azimüşşan kulumun zannı üzereyim. Kulum beni nasıl tanır ve bilirse Ben ona öyle muamele ederim.”[40] hadisidir. Bu hadisler öğüttür ve bunlar namazda kıraat edilmez ve okunarak ibadet edilmez, ancak ilim olarak mütalaa ve müzakere edilir, sevabı da ilim sevabı olur.

İkincisi: İlham-ı Peygamberdir. Bu da peygamberimizin (asm) diğer sözlerini ve hadislerinin tamamını içine alır. Zira peygamber (asm) Kur’an-ı Kerimin açık ifadesi ile “Hevasından konuşmaz. Onun sözleri vahiy eseridir.”[41] Bu nedenle dine ait sözlerinde asla yanlış olmaz. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerimde emrettiği namaz, oruç ve haccın nasıl yapılacağı ile ilgili ve uygulamaya yönelik tüm sözleri bu nevi vahiydir.

Peygamberimiz (asm) Allah’ın emirlerini uygulama konusunda Hz. Cebrail (as) ile konuşur ve ona sorardı. Hatta meşhur “Cibril Hadisi” Cebrail’in (as) insan suretinde gelip peygamberimize “İman, İslam ve İhsan nedir?” diye sormuş peygamberimizin (asm) verdiği cevabı da tasdik etmiştir. Bunu da sahabeler görmüşlerdir.[42]

4.4. Peygamberimize İlim ve Hikmet Verilmiştir

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde peygamberimize (asm) hitaben “Allah, sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir.”[43] buyurur. İslam bilginleri “Kitab”ın Kur’an-ı Azimüşşan, “Hikmet”in de Hadis-i Şerifler olduğunda ittifak etmişlerdir. Her ikisi de vahiydir ve her ikisinin de ilahi olduğunda şüphe yoktur.

Peygamberimiz (asm) elbette gerek Miraç’ta gerekse başka zaman Hz. Cebrail (as) aracılığı ile yüce Allah ile konuşmuş, yüce Allah da peygamberimize Kur’an dışında emirlerinin tatbikatını nasıl yapacağını ve ayetlerinin manalarının ne anlama geldiğini “Beyan” edecek, peygamberimiz (asm) da sahabelerine ve ümemtine “Tebliğ” görevi gereği öğretecektir. Zaten yüce Allah “İnsanları Rabbin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!”[44] ferman etmiştir. Bunun yollarını da ilham edecek ve öğretecektir.

Peygamberimize verilen hikmetin içinde elbette münacatlar ve dualar da olacaktır ki “Cevşen-i Kebir” de bunlardan birisidir. Ayrıca Celcelutiye dışında Cebrail’in (as) sırlı bir şekilde getirdiği, peygamberimizin (asm) Hz. Ali’ye “Yaz!” diye emredip yazdırdığı ve sonra Hz. Ali’nin nazmettiği “Celcelutiye Kasidesi” de böyle bir ilham sonucu yazılımıştır. İçerisinde pek çok sırlar ve geleceğe dönük işaretler var ki bunların bir kısmını İmam-ı Gazali, Muhiddin-i Arabi ve Bediüzzaman Said Nursi hazretleri kitaplarında açıklamışlardır.[45]

Özetleyecek olursak; vahiy “Vahy-i Sarih” ve “Vahy-i Zımni” olmak üzere ikiye ayrılır. Vahy-i Sarih kısmında peygamberimiz (asm) sadece mübelliğdir, tasarrufa yetkisi yoktur. Nasıl gelmişse öyle tebliğ eder. Kur’an ve bazı Kutsi Hadisler böyledir. Vahy-i Zımni ise mücmel, hülasası vahye istinat eder, fakat tafsilatı ve tasviratı peygamberimize aittir. Bu tasvir ve tafsilatta da yine peygamberimiz (asm) vahye ve ilhama istinaden beyan eder veya kendi içtihadı ile ifade eder.[46] Sünnet olarak bize gelen hadisler bu nevidendir. Bu hadislerin de müşikilleri ve müteşabihat denen yorum gerektiren yönleri vardır. Bunların açıklanması da ulemanın ilmini ve şerefini artırır.

Cevşen Nasıl Okunmalıdır?

Cevşenin bu özellikleri ve okunmasındaki faziletlerinin tamamı “İsm-i Azamın” mazharı olan ve her ismin azami mertebesine mazhar bulunan peygamberimize (sav) hastır. Sonra imanın kuvvetine ve kişinin Allah katındaki derecesine göre diğer mü’minler onun hasiyetlerinden istifade ederler. Yoksa Mecmuatu’l-Ahzabda Cebrail’in (as) peygamberimize (asv) anlattığı hasiyetler bizim için mübalağa görünebilir. Esasen dua bir ibadettir ve bunun faydası ve neticesi ahirettedir. Dünyevi bir amaç ve beklenti içinde olmak duanın makbuliyetinin şartı olan ihlâsı kırdığı için dua makbul olmaz ve okuyan da onun hasiyetlerinden istifade edemez.[47]

Bununla beraber ahrete ait faydalar ve hasiyetler bu dünyanın fani olan nimetleri ile ölçüye gelmez. Zira bütün dünya bir insana verilse fani olduğu için ahiretin baki olan bir ağacına mukabil gelemez. Baki fani ile kıyas edilemez. Bu bakımdan cevşen için ifade edilen hasiyetler ve faydalar ahrete baktığı için mübalağa değil, hakikatin ta kendisidir.[48]

Özetleyecek olursak:

“Allah’a güzel isimleri ile dua edin”[49] ayetinin gereği olarak hangi isimlerle nasıl dua edilmesi lazım geldiği sualine peygamberimiz (asm) Cevşen’de Allah’ın bin bir ismi ve tesbih ve tehlil ile cehennemden Allah’a sığınarak göstermiş ve cevap vermiştir.

“Allah yerin ve göklerin nurudur”[50] ayetinde ifade edilen Allah’ın “yeri ve gökleri aydınlatan nur olması” Cevşen’in bin bir ismi ile ve bütün varlığı nasıl anlamlandırıp Allah’ın isim ve sıfatlarına nasıl ayine olduğu Cevşen ile gösterilmiştir. Her şeyin nasıl tevhide ayine olduğu, tabiat ve tesadüfü, şirk ve küfrü nasıl mahvettiği yine Cevşen ile gösterilmiştir.

Marifetullah’ta Cevşen’in bir misli ve benzeri yoktur.[51] “Mecmuatu’l-Ahzab” isimli büyük zatların dualarının toplandığı mecmuaya bakan bunu açıkça görür. Hz. Peygamber (sav) gibi ümmi bir zattan böyle bir duanın gelmiş olması elbette ilâhi kaynaklı olduğu ve “İlham-ı peygamber” olduğu açıkça görülecektir.

Bediüzzaman “Cevşen-i Kebiri” yeniden keşfetmiş ve ehl-i Beytin imamlarından gelen bu rivayeti alarak umum ümmete yeniden kazandırmıştır. “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır.”[52] ayetinin tefsirini “Cevşenü’l-Kebir” ile yapmıştır.

Cevşenü’l-Kebirin 57. Fırkasını alarak Hz. Ali’nin (ra) bu fırkanın açıklaması ve izahlı bir münacatını da esas alarak meşhur “Münacat Risalesi”ni telif etmiştir. Yani “Münacat Risalesi” Cevşenin 57. Fırkasının bir nevi tefsiridir.

Cevşen’in kâmil fazileti peygamberimize (sav) hastır. Her okuyan da derecesine göre faziletinden istifade eder. Elbette İsm-i Azama ve her ismin azami mertebesine mazhar olan peygamberimizin (sav) Cevşenden istifadesi ile henüz bir isme dahi mazhariyet noktasında eksik olan birinin istifadesi elbette bir olmayacaktır.

“Ubudiyet emr-i ilâhiye ve rızay-ı ilâhiye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i ilâhî ve neticesi rızay-ı haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez. İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî’yi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer. Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rıza-yı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktabdan ve “Selef-i Salihîn”den mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder.”[53]

Cevşeni okumanın ibadetin en önemlisi olan “Dua” “Tesbih” “Tehlil” ve “Allah’a sığınma” bakımından 1001 ismi içine alan en mükemmel bir münacat olduğunda şüphe yoktur. İstenen neticeyi elde etmek için okumak, üzerinde taşımak ve mana ve muhtevasına göre inanmak ve yaşamak gerekir. Ruhen, kalben ve aklen samimi bir şekilde inanarak okunmalıdır. Ancak o zaman onun feyzinden ve faziletinden istifade edebilir.

Sonuç

Cevşen’in feyzinden ve sevabından hisse almak isteyenin her şeyden önce İmanda şüphesi olmayan, ihlas ve samimiyeti esas alan, Allah’ın emrettiği farz olan ibadetleri yapan, haram kıldığı şeylerden kesinlikle uzak duran, Peygamberin (asm) sünnetine uyarak ibadetlerini aksatmayan ve helal gıda ile midesini dolduran, dilini yalan, gıybet, küfür ve iftira gibi kötülüklerden uzak duran birisi olması şarttır. Burada sayılan kusurları ile beraber sadece “Cevşen okuyarak” kendisinin kurtulacağını zannetmek veya Cevşenin feyzinden istifade edeceğini düşünmesi elbette doğru değildir. Ancak bu şartlarda Cevşeni okuyan ve üzerinde taşıyanlar kendi kabiliyetlerine ve durumlarına göre Cevşeni okuyanların istifade edeceği faziletlerinden ve sevabından hissedar olabilir. Şurası da muhakkaktır ki Cevşeni okuyan herkes hissesiz de kalmaz. Bir denizin kenarında bulunan ve denizden su almak durumunda olanların yanında getirdikleri kap veya bardak kadar ondan istifade edecektir.


[1] Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Heyet, İstanbul-1993, 7:462-464.
[2] Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, 1298-İstanbul, 3:231-261.
[3] DİVİA, 7:463; Süleymaniye Kütüphanesi, “Mecmuatu’r-Resail” içinde “El-Cevşenu’l-Kebir, Hacı Mahmut Efendi, nr, 1986/ 4, vr, 62a -77b.
[4] Mecmuatu’l-Ahzab, 3:231.
[5] Alak Suresi, 96:1.
[6] Kalem Suresi, 68:1.
[7] Müslim, Zühd: 72; Müsned, 3:16; Dârimî, İlim, 42.
[8] Dârimî, İlim: 43; Müstedrek. 1:188.
[9] Ebû Dâvud, İlim: 3; Dârimî, İlim; Müstedrek, 1:186-187.
[10] Muhammed Hamidullah, Muhtasar Hadis Tarihi, s. 53, 54.
[11] Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, 2011-İstanbul, s. 332.
[12] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, 2009-İstanbul, s. 98.
[13] Şuâlar, s.974-975.
[14] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, 2011-İstanbul, s. 536.
[15] Şualar, s.208.
[16] Şualar, s.386-387.
[17] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâ, 4:409; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1:78.
[18] Kastamonu Lâhikası, s.331-332.
[19] Buharî, İsti’zân: 1; Müslim, Birr, 115, Cennet, 28; Müsned, 2:244, 251, 315, 323, 434, 463, 519.
[20] Emirdağ Lâhikası, s. 251.
[21] Emirdağ Lahikası, s. 552.
[22] Emirdağ Lâhikası, s. 853.
[23] Emirdağ Lâhikası, s.244, 255.
[24] Emirdağ Lahikası, s.801.
[25] Sözler, s. 737.
[26] Nâs Suresi, 114: 1-4.
[27] Sözler, s. 536.
[28] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, 2011-İstanbul, s.605.
[29] Araf Suresi, 7: 143.
[30] Bakara Suresi, 2:174.
[31] Kehf Suresi, 18:109.
[32] Nahl Suresi, 16: 68.
[33] Kasas Suresi, 28:7.
[34] Maide Suresi, 5: 111.
[35] Kehf Suresi, 2: 109; Açıklaması için bkz. Şualar, 200-204; Lem’alar, 622.
[36] Bediüzzaman, Şualar, s. 202-203.
[37] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 2.
[38] Şûrâ Suresi, 42:51.
[39] Kıyame Suresi, 75: 16-19.
[40] Tirmizî, Sunen, 37; Zuhd, 51, Hadis No: 2383; Daavat, 132;  Buharî, Sahih, Tevhid, 15;  Müslim, Sahih, Zikr, Dua-Tevbe, 1, H. No: 2675.
[41] Necm Suresi, 53: 3-4.
[42] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 2; İman, 57.
[43] Al-i İmran, 3: 164; Nisa Suresi, 4:113.
[44] Nahl Suresi, 16: 125.
[45] Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Yeni Asya Neşriyat, 2011-İstanbul, s. 180. Yine bkz. Sikke-i Tasdik-i Gaybi (Sekizinci Şua) s. 166-201.
[46] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, 2010-İstanbul, s. 160-161.
[47] Lem’alar, s.321-322.
[48] Emirdağ Lâhikası, s. 280-282.
[49] A’raf Suresi, 7:180.
[50] Nur Suresi, 24:35.
[51] Mektubat, s. 367; Şualar, s. 208.
[52] Bakara Suresi, 3:164.
[53] Lem’alar, s. 321-322



Bu yazı, cevşenin sırları, cevşen ül kebir duası ne için okunur, cevşeni kebir okumanın faydaları, cevşen duası fazileti, cevşeni kebir fazileti, risale-i nur'da cevşen, said nursi cevşen  ile ilgilidir.

EN KOMİK AŞK SÖZLERİ

/ No Comments
sevgiliye komik sözler kısa, sevgiliye komik sözler, sevgiliye komik sözler 2017, sevgiliye komik iltifatlar, sevgiliye komik sözler uzun, sevgiliye söylenen komik sözler,

SEVGİLİYE KOMİK AŞK SÖZLERİ

Sen neşeli oyun parkı, ben en zevkli oyuncağın.

Panik yapmayın! Hepimiz sevdik ve emin olun geçecek.

Sana çıkma teklif ediyorum işte. Aklımdan çıkar mısın? Acilen hem de…

Yüreğimin seni sevmesini sevdim. Sen bana niye kızdın ki?

Mantık evliliği yapınca ne olacak? Kocanla oturup satranç mı oynayacaksın?

Öyle bir severim ki seni, görmemişin sevgilisi olmuş derler.

Vefasız sevgilim alzheimer hastası bile senin kadar çabuk unutmaz pes.

Aşk elmayı yemekle baslar, ayvayı yemekle biter.

Kalbimiz navigasyon cihazı değildir, götürdüğü her adrese gitmemeliyiz.

Aşkın körkütüklüğü, kadının kör, erkeğin kütük oluşundandır.

Biri sizi seviyorsa, gidin ve bu suça ortak olun.

Eğer sana mesaj atmıyorsa sinirlenme. Pozitif düşün, belki de ölmüştür.

Müebbet ceza kessin aşk sana, tek koğuşun göğüs kafesim olsun!

Benim canıma ‘tak’ etti, sen de ‘tık’ yok.

Bu devirde sevgilin için dağı bile delsen, amele der yine çeker gider.

Sen bana bir adım gel. Ben sana freni patlamış kamyon gibi gelmezsem namerdim.

Savaşma seviş, sevişirken zaten savaşıyorsun.

Eline almış bir çiçek sevecek sevmeyecek. Ah, koca sersem çiçek nerden bilecek.

Ben ona baktım, o bana baktı, şimdi dört çocuğa bakıyoruz.

Erkekler belediye otobüsü gibidir. Birini kaçırırsan beş dakika sonra öbürü gelir.

Dokuz kere sev, onuncu olayım, gerçekten sev, sonuncu olayım.

Neymiş efendim öyle birden sevemezmiş. Vade farksız 12 taksit yapıyoruz, öyle sever misin?

Sarışın sevme çillenir, kızıl sevme kirlenir, seveceksen esmer sev, sevdikçe şekerlenir.

Ne olursan ol gel diyeceğim ama ben bir Mevlana değilim. Yok, sen gelme… Ben böyle iyiyim.

Sen sen ol, kapı önünde aşk yapma! Aşkın gözü kördür ama komşunun ki asla!

Bırakıp gittin beni. Seni unuttum sanma, zaman alışmayı öğretti belki ama unutmayı asla.

Erkekler neden evlenemeyecekleri kadının peşinden koşarlar? Köpeklerin kullanamayacakları otomobillerin peşinden koşmaları gibi.

9 ay karnında taşıdığın ve bu yaşa kadar büyüttüğün için teşekkür ederim; gerisini ben hallederim kayın valideciğim.

Sabahları kahvaltı yapmıyorum çünkü seni düşünüyorum. Öğlenleri yemek yemiyorum çünkü seni düşünüyorum. Gece olunca uyuyamıyorum çünkü açım.

Bir köpek ile bir erkek arasında ne fark vardır? Köpek sadece halıyı kirletip mahfeder, erkek ise tüm yaşamını mahfeder.

Aşk karşındakini bulunmaz Hint kumaşı sanmanla sersemin teki olduğunu anlaman arasında gecen zamandır.

Ona kalbimi verdim saklasın diye, salak buzdolabına koymuş bozulmasın diye.

Aşkım seni seviyorum! Ama parayı daha çok. Lakin paranın ne önemi var, mühim olan miktarı!

Arabanın önündeki çocuklar kazalara, arabanın arkasında ki kazalarda çocuklara neden olur.

Aklıma geliyorsun, tamam. Rüyama geliyorsun ona da tamam. Eeee, çarkına tükürdüğüm neden yanıma gelmiyorsun.

Sevenim yok, mesaj atanım yok, gizli hayranım yok, azcık hoşlanan bile yok. Ot gibi yaşıyorum.

Eskiden kadınlar, eşlerinin ayaklarını yıkarmış. Şimdi yıka desek, diyebilsek, demeye çalışsak. Neyse. Kapatalım konuyu.

Sana sarılmayı o kadar çok seviyorum ki. Çünkü o sırada yüzüne bakmam gerekmiyor.

Kalbimde yaşıyorsun ama kiranı vermiyorsun. Not: Ev sahibi en kısa zamanda onunla evlenmezsen seni kapı dışarı edecekmiş.

Siz hiç sevgilinizle yağmur altında el ele gezmek nasıl bir duygu biliyor musunuz? Bende bilmiyorum nasıl bir duygu.

Sana dünyanın en tatlı, en şirin, en özel, en değerli hediyesini gönderecektim ama postacı bana kızdı ve çık o paketin içinden dedi.

Deprem gibi girdin gönlüme, fay hattı çizdin beynime, enkazlar bıraktın kalbimde, artçılar hala devam etmekte.


Bu yazı, sevgiliye komik sözler kısa, sevgiliye komik sözler, sevgiliye komik sözler 2017, sevgiliye komik sözler ekşi, sevgiliye komik iltifatlar, sevgiliye komik sözler uzun, sevgiliye söylenen komik sözler, ile ilgilidir.


DEPREM

/ No Comments
deprem, deprem ayetleri, deprem hadisleri, deprem neden olur dini, deprem ayeti, deprem ayet ve hadisleri, deprem günah ilişkisi, deprem duası, kuranda deprem

deprem, deprem ayetleri, deprem hadisleri, deprem neden olur dini, deprem ayeti, deprem ayet ve hadisleri, deprem günah ilişkisi, deprem duası, kuranda deprem
Depremler ve Kıyamet

Depremler, Güneş ve Ayın çekim etkisiyle birleştirilmeye çalışılır. Bu konuda bilimsel araştırmalar da vardır; ama henüz bir kaideye bağlandığı söylenemez. Ay ve Güneş tutulmasıyla denizde 7-8 metreye kadar yükselme olabiliyor. Karalarda vuku bulan yükselme ise 35-40 cm kadardır. Bunun depremi tetikleyici bir unsur olduğu düşünülüyor. Karadelik çekim etkisi çok daha şiddetli bir depreme yol açabilir. Örneğin 12 veya 15 şiddetinde meydana gelebilecek depremleri düşünün.
Bugüne kadar dünyada tespit edilmiş en büyük deprem 9.2 şiddetindedir. Ve bu şiddette bir depremin gerçekleştiği bölgede, çok kısa bir süre içerisinde büyük bir felaket ortaya çıkar. 12 ya da 15 şiddetindeki depremlerle ise neler yaşanacağını anlatmak kolay olmayacaktır.

Kur’an, kıyamet günü yaşanacak olaylara dikkat çeker. Dünyada o güne kadar eşi benzeri asla gerçekleşmemiş şiddetteki sarsıntılar, dehşetli olaylar silsilesi halinde anlatılır. Birer kazık gibi yerleşerek yeryüzünü şiddetli depremlere karşı koruyan dağların elbette bu sarsıntıya karşı dayanamayacağı; yerlerinden oynayarak altındaki toprakla birlikte kaymaya başlayacağı açıktır. 

Kur’an’da o gün dağların hareketlenişini ayetler şöyle anlatır:

“Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür.” [1]
“Dağlar yürütülmüş, artık bir serap oluvermiştir.”[2]
“Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları bir arada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarıda bırakmamışızdır.”[3]

Kur’an’da dağların kıyamet gününde alacağı şekil şöyle anlatılır:

“(Öyle) Bir gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye tutulur ve dağlar, göçüveren bir kum yığını olur.”[4]
“Dağlar parçalanıp da toz duman haline geldiği zaman.” [5]

Yine Kur’an’ın haberine göre, dağların parçalanarak çökmesinden sonra yeryüzü hiçbir tümseği olmayan bir düzlüğe dönüşecektir: 

“Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: ‘Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırılçıplak bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.” [6]

Yeryüzünün büyük bir bölümü dağlarla kaplıdır ve bunların yerlerinden sökülüp devam eden şiddetli ve sert çarpışmaları, kaya ve sert kütleleri un ufak toz haline getirebilir. Yerin altının üstüne gelmesi ile organik kısmı tamamen yanan ve kül olan yeryüzünde, sarsıla sarsıla ince elenmiş hale gelen toprak yeryüzüne yayılır.

Denizler Birleşecek

Bir ateş küre üzerine oturduğumuzu hatırlayalım. Atmosferi meydana getiren gazlar yer çekimiyle arza tutunmaktadır. Suları kaynatacak, dünyaya tutunmuş olan atmosfer gazlarını çekip götürecek etkilerden birisi de karadelik çekim kuvveti olabilir. 

Kıyamet sürecinde denizlerin birleşeceği ve buharlaşacağı da haber verilmektedir. Ayetlerde “O, sizi çalkalamasın diye yeryüzüne büyük dağlar koydu,” [7] Yer, bütünüyle sallanıp paramparça edildiği zaman,” [8] “Denizler birleştiği (birbiri içine girdiği, kaynaştığı) zaman”[9] buyrulur.

Yeryüzü tabakasını bir arada tutmak için direk ve çivi görevi gören dağların giderek artan sayı ve şiddetli depremlerle, zelzelelerle yerinden oynaması, hareket etmesi, çökmesi, parçalanması sonucunda dağlar bu koruyuculuk görevini yapamayınca dörtte üçü sularla kaplı dünya yüzeyindeki sular yer değiştirecek, denizler birbirine karışacaktır.

Hz. Peygamber (a.s.m.), “Denizin altında ateş, ateşin altında ise deniz vardır”[10] buyurmuştur. Hadiste, “ateş” ifadesiyle yerin altındaki sıcak tabakaya, “(ikinci) deniz” ifadesiyle de kıpkırmızı ateş sıvısı halinde akmakta olan magma tabakasında işaret edilmiş olabilir. Öteden beri sıvı (mayi) maddeler su ile temsil edilmiştir.

Böylece “Yer, şiddetli sarsıntı ile sallandığı, içindekileri dışarı attığı zaman”[11] ayetinin de işaret ettiği üzere, kıyamet sürecinde değişen kuvvet dengelerinin sonucunda olabilecekleri şu şekilde açıklayabiliriz:
Yerin her tarafının çatlama, çökme ve kırılmasının sonucunda denizleri aşmaktan koruyan dağlar yer değiştirecek ve dağılması sonucu tüm denizler birleşecektir. Yer altındaki sıcak magma tabakasının denizlerle birleşmesi sonucu denizler kaynamaya, fışkırmaya başlayacaktır. Denizlerin Yanması Karadeliğin çekim etkisi dağları uçurabilir ve dağların uçmasıyla yerin altındaki ateş ve lavlar ortaya çıkabilir. Büyük depremler meydana gelebilir. Kıyamet esnasında Kur’an’ın bildirdiği gibi yer, ağırlıklarını dışa atacak.

Belgesel programlarında yerin altındaki yaklaşık 4.500 derece sıcaklığındaki lavların denizin içindeki çıkışını seyretmiş olanlar, bu kızgın maddenin deniz suyunda oluşturduğu dehşetli manzaralara şahit olmuşlardır. Oysa kıyamet günü gerçekleşecek olan görüntünün, bu manzaradan çok daha farklı, tüm yeryüzünü içine alan dehşet verici bir manzara olacağını Kur’an’ın mesajından anlayabiliriz.
Yer altıyla deniz altında bulunan petrol ve doğalgazların da açığa çıkması ve magma ateşiyle birleşmesi sonucu her tarafta kendini gösteren alev alev yangınlar içinde ısınan su, fokur fokur kaynamaya vesile olabilir. Hawaii kıyalarında sığ deniz tabanında açığa çıkan lavların suyu nasıl ısıtıp kaynattığını belgesellerden izlemekteyiz. Ayetlerde haber verildiği gibi, “yerin altının üstüne çıkması,” kıyamet sürecinin belli bir zaman diliminde, deniz tabanlarındaki çok büyük alanlardan açığa çıkacak olan o müthiş sıcaklıktaki lavların, göllerin, denizlerin, okyanusların kaynamasını ve buharlaşmasını sağlayabilir:
“Denizler kaynayıp buharlaştığı zaman.” [12] Kıyametin gerçekte nasıl vuku bulacağı, elbette o fiillerin sahibi ve bu alemi dizgini elinde olan Rabbimizin ilmindedir. Biz sadece mevcut bilgilerimiz ışığında bazı yaklaşım ve tahminlerde bulunmaktayız.

Güneşin Batıdan Doğması ve Kıyamet

Başka bir gezegen veya bir kuyruklu yıldız, dünyaya çarparak kendi ekseni etrafındaki dönme yönünü değiştirebilir mi? Batıdan doğuya doğru olan Dünya’nın dönme yönü, bu defa doğudan batıya yön değiştirebilir mi?
Böyle bir çarpışma olayı, Dünya’da büyük bir yıkıma yol açabileceği gibi ayrıca dünyanın dönme yönünü de değiştirebilir. Nitekim geçtiğimiz yıllarda Jüpiter gezegenine böyle bir kuyruklu yıldızın çarpmasıyla gezegenin dönme hızında azalma meydana geldiği tespit edildi.

Venüs gezegeni ise diğerlerinin aksine, ters yönde dönmektedir. Venüs’te Güneş, batıdan doğmaktadır. Venüs’ün atmosferindeki yoğun kaya ve tozdan oluşan tabakanın muhtemel bir çarpışma sonucu oluştuğu tahmin edilmekte ve aynı sebepten tersine dönmeye başladığı ileri sürülmektedir. Venüs gezegeninin 1 günü, 1 yılından daha fazladır. Yani Venüs, Güneş çevresinde, kendi çevresinde dönüşüne göre daha hızlı döner. Venüs her açıdan sırrını koruyan bir gezegen olmaya devam ediyor.

Risale-i Nur eserlerinin müellifi Bediüzzaman Said Nursî, kıyamet esnasında Dünya’nın ters dönmeye başlamasını ve dolayısıyla Güneş’in batıdan doğuşunu böyle bir ihtimale bağlar: “Küre-i Arz kafasının aklı hükmünde olan Kur’an, onun başından çıkmasıyla zemin divane olup izn-i İlahî ile başını başka seyyareye çarpmasıyla hareketinden geri dönüp garbdan şarka olan seyahatini, irade-i Rabbanî ile şarktan garba tebdil etmekle Güneş garbdan tulûa başlar. Evet, arzı şems ile, ferşi arş ile kuvvetli bağlayan hablullah-il metin olan Kur’an’ın kuvve-i cazibesi kopsa; küre-i arzın ipi çözülür, başıboş serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden Güneş garbdan çıkar. Hem müsademe neticesinde emr-i İlahî ile kıyamet kopar diye bir te’vili vardır.”
“Kıyametin gerçekleşme şekli ne şekilde ve nasıl olursa olsun; Kur’an’ın sürekli vurgu yaptığı gibi; ‘Eğer Dünya’nın ecel-i fıtrîsinden evvel, ezelî iradenin izni ile haricî bir maraz veya muharrib bir hadise başına gelmezse ve onun Sâni’-i Hakîm’i dahi fıtrî ecelden evvel onu bozmazsa, herhalde hatta fennî bir hesap ile bir gün gelecek ki: ‘Güneş dürülüp toplandığında, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde’13 manaları ve sırları, Kadîr-i Ezelî’nin izni ile tezahür edip o Dünya olan büyük insan sekerata (ölüm dakikaları) başlayıp acib bir hırıltı ile ve müthiş bir ses ile fezâyı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlahî ile dirilecektir.”[14]. 

1Tur Suresi, 10.
2 Nebe Suresi, 20.
3 Kehf Suresi, 47.
4 Müzzemmil Suresi, 14.
5 Vâkıa Suresi, 3-4.
6 Ta Ha Suresi, 105-107.
7 Nahl Suresi, 15.
8 Fecr Suresi, 21.
9 İnfitar Suresi, 3.
10 Ebu Davud, c. 11, s. 3883.
11 Zilzal Suresi, 1-2.
12. Tekvir Suresi, 6.
13 Tekvir Suresi, 1-3.
14 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Söz Basım Yayın, İstanbul 2008, s. 717.

Yazar:Osman Çakmak (Prof.Dr.) / www.sorularlaislamiyet.com

*

SORULARLA İSLAMİYET

Deprem ve Günah İlişkisi

Sual: Depremlerin sebebi nedir? Ölenler şehid mi? Depremden kaçmayan intihar mı etmiş olur? Toplu olarak gömmek caiz midir?

CEVAP

Ekseriya depremler ilahi bir ikazdır. Âlimler, (İki Z olunca üçüncü Z gelir) demişlerdir. Yani Zulüm ve Zina çoğalınca Zelzele olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Zina yayılınca depremler çoğalır.) [Deylemi]

(Günahlar açıktan işlenmeye başlanınca, iyi kötü herkes genel bir azaba maruz kalır.) [Taberani]

Depremler kıyamet alametlerindendir. Buhari’deki hadis-i şerifte, (Depremler çoğalmadıkça kıyamet kopmaz) buyurulmuştur. Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmedi.

Fakat, Peygamber Efendimiz birçok alametlerini haber verdi:
Mehdi gelecek, İsa gökten inecek, Deccal çıkacak. Yecüc Mecüc her yeri karıştıracak. Güneş batıdan doğacak. Büyük depremler olacak. Din bilgileri unutulacak. Kötülük çoğalacak. Dinsiz, ahlaksız, kimseler Emir olacak, Allahü teâlânın emirleri yaptırılmayacak. Haramlar her yerde işlenecek, Yemen’den bir ateş çıkacak. Gökler ve dağlar parçalanacak. Güneş ve Ay kararacak. Denizler birbirine karışacak ve kaynayıp kuruyacaktır.

İlahi ikazdır

İnsanların isyandan vazgeçmesi için ilahi bir ikaz olan depremden ibret alınmalıdır. Sel, deprem, kuraklık gibi, ilahi musibetlerin ara sıra zuhur edişi, Allahü teâlânın sonsuz nimetlerine, lütuf ve ihsanına karşı isyanda olanları ikaz mahiyetindedir. Hiçbir nimet ve felaket sebepsiz değildir. Düşünebilenler için nice hikmetleri vardır. Günahların affına sebep olduğu gibi başka hikmetleri de vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ümmetim için depremler günahlarına kefaret olur.) [Hakim]

(Allahü teâlâ, depremleri iyilere öğüt, müminlere rahmet, kâfirlere ise azap kılar.) [İ.Asakir]

Âlimler, (Tehlikelerden, gücünüz yettiği kadar sakınınız. Çünkü, güç yetmeyen, dayanılamayan şeylerden uzaklaşmak, Peygamberlerin âdetidir) buyurmaktadır.

Kapalı yerde iken deprem olursa, oradan açık bir yere kaçmak müstehaptır. (Bezzâziyye)

Deprem olunca evden çıkıp açık yere gitmelidir. Resulullah efendimiz, yolda eğri duvarın önünden koşarak geçti. (Hindiyye)

Bu fetvalardan anlaşıldığına göre, depremden kaçmayan intihar etmiş sayılmaz. Müstehabı terk etmiş olur. Depremden kaçmayan mutlaka ölür diye bir şey yoktur. Depremde ölenin imanı varsa mutlaka şehiddir.

Hadis-i şerifte, (Suda boğulan, yangında ölen, duvar ve enkaz altında kalarak ölen, şehiddir) buyuruldu. (İbni Asakir)

Zaruret olmadıkça, bir kabre, iki kişi bile gömülmez. Ancak zaruretler haramları mubah kılar. Zaruret olunca toplu halde gömülebilir.

Sual: Depremde veya buna benzer ölümlerde kelime-i şehadet getiremeden ölen şehid olur mu?
CEVAP
Evet şehid olur. Ani ölüm, müminler için rahmettir.

Sual: Deprem gibi sebeple medeniyetler yıkılıp sıfırdan mı başladı?

CEVAP

Evet. Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez

Sual: Depremde çeşitli yaşta insanlar ölebiliyor, sakat kalabiliyor. İçlerinde suçu veya kusuru olmayanlar da olabilir. Bu adaletli midir?

CEVAP

Adalet nedir? Adalet, kelime olarak bir şeyi yerli yerine koymak demektir. Adalet, bir âmirin, ülkeyi idare için koyduğu kanunlar içinde hareket etmesidir. Zulüm ise, bu kanunun dışına çıkmaktır. Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, hakimler hakimi, her şeyin asıl sahibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri, sahibi yoktur ki, Onu bir kanun altında bulundursun? Bundan dolayı, (Allah’ın yaptığı şu iş, adalete uymuyor) denilemez.

Adaletin bir başka tarifi ise kendi mülkünde olanı kullanmak demektir. Zulüm ise, başkasının mülküne tecavüzdür. Kâinat ve içinde bulunan her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâ olduğuna, Ondan başka yaratıcı bulunmadığına ve hiçbir kimse, hiçbir şeye sahip olmadığına göre, Rabbimizin yaptığı işler, hiç kimsenin malına, mülküne tecavüz değildir. Onun yaptığı işler için (Adalete uymuyor) denilemez. Mülk Onundur, dilediği gibi kullanır. Kimsenin bir şey sormaya hakkı yoktur.
Korkusundan Ona kim ağız açabilir?
Teslim olmaktan başka ne yapılabilir?

Deprem dolayısıyla kimi ölmüş, kimi sakat kalmış, kimi fakirleşmiş olabilir. Mümin Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olur. Razı olmazsa, fakir olunca az diye itiraz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Böyle kimsenin zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve ahirette felaketine sebep olur.

Körlük, topallık ve diğer sakatlıkların faydalı veya zararlı olması insandan insana değişir. Kimi, Allahü teâlânın takdirine razı olduğu için, sonsuz olan Cennet nimetlerine kavuşur, kimi de razı olmadığı için, sonsuz olan Cehennemde cezaya müstahak olabilir. Bir kimse kendisi için sakatlığın faydalı veya zararlı olduğunu bilemez. Bazısı illa son model bir arabasının olmasını ister. Arabayı alıp çoluk çocuğuyla bir dereye uçabilir. Lüks bir ev ister. Alır depremde çoluk çocuk beraber ölebilir. Onun için, illa bir şeyin olmasını değil, hayırlı olmasını istemelidir!

Çocuğun sakat olarak doğmasında kendi günahı yoktur. Eğer bunda ana babasının kusuru varsa, günahı onlara aittir. Görmeyen bir kimse, eğer kör olmasaydı kötü işler peşinde gezip, dünya ve ahiretini mahvedebilirdi. Kimi de kör olduğu için isyan edip, Yaratıcının takdirine razı olmaz ve ebedi felaketine sebep olur. Kör olan bir Müslüman, Cennete gider. Bir hadis-i şerif meali:
(Gözsüz kimse, sabrederse, Allahü teâlâ ona Cenneti verir.) [Buhari]

Yalnız gözü olmayan değil, diğer sakatlıkları olan da sabrederse, ölürken, kabirde ve mahşer yerinde sıkıntı çekmeden Cennete girer. Cennette ise sakatlık yoktur. İmansız olan, sağlam da, sakat da olsa, yeri sonsuz olarak Cehennemdir.

Gerek depremle gelen felaketleri, gerekse başka acılarda suçu kendimizde aramalıyız. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Size gelen musibet, kendi ellerinizle işlediğiniz [günahlar] yüzündendir.) [Şura 30]

(Sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın [bir ihsanı, bir nimeti olarak] gelmekte, her kötülük de [işlediğin günahlara karşılık olarak] kendinden gelmektedir. [Hepsini yaratan, gönderen Allahü teâlâdır.]) [Nisa 79]

(Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez, onları azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleridir. Böylece kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar.) [Nahl 33]

Derecelerin yükselmesi gibi sebepler hariç, suçsuz kimseye bela gelmiyor. Herkes kendi cezasını çekiyor.
Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdası,
Herkesin çektiği kendi cezası.

Belanın suçlu suçsuz herkese gelmesinin de sebepleri vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bir kötülük, [gücü yetenlerce] önlenmezse, Allahü teâlâ, azabını hepsine umumi kılar.) [Hakim]
(Günahlar açıktan işlenmeye başlanınca, iyi kötü herkes genel bir azaba maruz kalır.) [Taberani]

Günah-deprem ilişkisi

Sual: İçki ile, faiz ile, zina ile deprem arasında doğrudan bir sebep sonuç ilişkisi kurmaya kalkışmak doğru mudur?

CEVAP

Hayır. Günah işlenmese de zelzele olan bölge olur. Ekseriya depremler ilahi bir ikazdır.

Deprem jeolojik bir olaydır. Ancak her olayın yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Zina yayılınca depremler ve fitneler çoğalır.) [Deylemi]

(Zina ve faiz yaygınlaşan toplum, Allahü teâlânın azabını hak etmiş olur.) [Hakim]

(Zekat verilmezse yağmurlar yağmaz olur.) [Beyheki]

Haksızlık ve zulüm yaygınlaşınca da aynı şeylerin olacağı hadis-i şerif ile bildirilmiştir. Aşağıdaki âyet-i kerimede bildirilen depremin kıyamete yakın olduğunu bildiren âlimler vardır:
(O günün depremi çok büyük şeydir. O gün kadınlar memedeki çocuklarını unuturlar. Hâmile kadınlar çocuklarını düşürürler. İnsanlar sarhoş olmuşlar sanılır. Onlar sarhoş değildir. Fakat, Allahü teâlânın azabı çok şiddetlidir.) [Hac 1-2]

Depremi yapan Allahü teâlâ olduğu gibi bir çocuğu yaratan da Allahü teâlâdır. Fakat ana baba olmadan çocuk vermiyor. Çocuk için ana babayı sebep kılıyor. Ana babasız da yaratabilirdi. Fakat Onun âdeti, her şeyi sebeplerle yaratmaktır. Anasız babasız yaratmak âdet dışıdır. Hazret-i Âdem’i âdet dışı yaratmıştır. Onu bile topraktan yaratmıştır. Belayı gönderen de Allahü teâlâdır.

Bela genelde umumi olarak gelir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Eski milletlerden bir kısmına deprem ile azap yapıldı. İyiler de helak oldu. Çünkü günah işlenirken susmuşlar, önlememişlerdi.) [Taberani]

(Allahü teâlâ, bir meleğe, bir beldeyi yıkmasını emreder. O melek, bu beldede hiç günah işlemeyen bir zatın da olduğunu bildirince, Cenab-ı Hak, "Belde halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, günah işleyenlere yüzünü ekşitmemiştir" buyurdu.) [Beyheki]

Peygamber efendimize, (İçinde iyilerin de bulunduğu bir ülke helak olur mu?) dendi. Cevabında, (Evet günah işlenirken, iyiler sükut ederse, hepsi helak olur) buyurdu. (Bezzar)

Derecelerin yükselmesi gibi sebepler hariç, suçsuz kimseye bela gelmiyor. Kul azınca belayı hak eder. Fakat Allahü teâlâ onu takdir etmezse yine bela gelmez.

Atalarımız demiş ki:

Bela gelmez kul azmayınca,
Kaza gelmez Hak yazmayınca.

Kaynak: www.ehlisunnetbuyukleri.com

deprem, deprem ayetleri, deprem hadisleri, deprem neden olur dini, deprem ayeti, deprem ayet ve hadisleri, deprem günah ilişkisi, deprem duası, kuranda deprem

ŞEYH EDEBALİ-ALTIN SÖZLER

15 Ekim 2021 Cuma / No Comments
Not: Bu yazı, seçme sözler, şeyh edebali öğüdü, şeyh edebali sözleri, islam büyüklerinin sözleri, türk büyüklerinin sözleri, büyüklerin hikmetli sözleri, büyüklerden nasihat sözleri

Seçme Sözler / Şeyh Edebali

Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana. Şeyh Edebali
*
Ukalayla dost olma: çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.  Şeyh Edebali
*
Aç gözlü ile dost olma: ikram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün...Şeyh Edebali
*
Yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Şeyh Edebali
*
Cahil ile dost olma: ilim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün.  Şeyh Edebali
*
Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin.  Şeyh Edebali
*
Yalnızlık korkan içindir. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki toprağın tavda olduğunu bilebilsin.  Şeyh Edebali
*
Bey memleketten öte değildir. Bir savaş yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya dinlenmeye hakkımız yok çünkü zaman yok süre az.  Şeyh Edebali
*
Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin.  Şeyh Edebali
*
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah teala yardımcın olsun.  Şeyh Edebali
*
İkram bil, kural bil, doyum bil. / Şeyh Edebali
*
Kibirliyle dost olma: hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.  Şeyh Edebali
*
Faydalı ile faydasızı ayırdedebilenler, bilgi sahibi olanlardır.  Şeyh Edebali
*
Güceniklik bize; gönül almak sana.  Şeyh Edebali
*
Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler, ancak; senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır.  Şeyh Edebali
*
Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma.  Şeyh Edebali
*
İlim bil, irfan bil, söz bil.  Şeyh Edebali
*
Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.  Şeyh Edebali
*
Saygısızla dost olma: usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün.  Şeyh Edebali
*
Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.  Şeyh Edebali
*
Bilesin ki, atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.  Şeyh Edebali
*
Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.  Şeyh Edebali
*
Görgüsüzle dost olma: yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün.  Şeyh Edebali
*
Gördün söyleme, bildin bilme.  Şeyh Edebali
*
Sabır kara bir dikeni yutmak, diken içini parçalayıp geçerken de hiç ses çıkarmamaktadır.  Şeyh Edebali
*
Yol bil, yordam bil.  Şeyh Edebali
*
Namertle dost olma: mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.  Şeyh Edebali
*
Hayvan olur semeri kalır; insan olur eseri kalır. Gidenin değil bırakmayanın ardından ağlamalı.  Şeyh Edebali
*
Bundan sonra öfke bize; uysallık sana.  Şeyh Edebali
*
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener, daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın.  Şeyh Edebali
*
Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.  Şeyh Edebali
*
Üç kişiye acı; cahiller arasındaki alime, zenginken fakir düşene, hatırlı iken itibarını kaybedene.  Şeyh Edebali
*
Suçlamak bize; katlanmak sana.  Şeyh Edebali
*
Hal bil, ahval bil, gönül bil.  Şeyh Edebali
*
Kimsenin umudunu kırma.  Şeyh Edebali
*
Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin.  Şeyh Edebali
*
Mert ol, yürekli ol.  Şeyh Edebali
*
Usul bil, adap bil, sınır bil.  Şeyh Edebali
*
Kişinin gücü günün birinde tükenir ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı kapalı gözlerden bile içeri sızar aydınlığa kavuşturur.  Şeyh Edebali
*
Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.  Şeyh Edebali
*
Dünya bir garip han, bir hoyrat mekan, İnsan bir garip varlık kabına sığmayan. Hayat bir yudum su, bir anlık rüya, Ömür bir kısa yol tekrarı olmayan.  Şeyh Edebali
*
Kendini başkalarıyla kıyaslarsan ya mutsuz ya kibirli olursun. Çünkü her zaman senden iyi ve kötü durumda birilerini bulursun.  Şeyh Edebali
*
Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.  Şeyh Edebali
*
Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.  Şeyh Edebali
*
Cahil ile dost olma: ilim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün.  Şeyh Edebali
*

*****
Osman Beye Nasihatı: 

Oğul, insanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın. Ama; bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup, aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler, ancak; senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır.ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme. Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz. Üç kişiye acı; cahiller arasındaki alime, zenginken fakir düşene, hatırlı iken itibarını kaybedene. Unutma ki! Yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğunda mücadeleden korkma. Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.  Şeyh Edebali





başkanlık sistemi, seçme sözler, şeyh edebali öğüdü, şeyh edebali sözleri, islam büyüklerinin sözleri, türk büyüklerinin sözleri, büyüklerin hikmetli sözleri, büyüklerden nasihat sözleri, altın sözler

KÖTÜ İNSANLARLA BAŞA ÇIKMANIN YOLLARI

/ No Comments
adem, sevmediğimiz insanlara nasıl davranmalıyız, değer bilmek, değer vermek, deyimler, hiç, hiç saymak, hiçlik, kıymet bilmek, davranış şekilleri, mahkum etmek, resimli sözler, vefa,

BASİT BİR ÇÖZÜM 

Sizi 'hiç' sayanı,
siz de yok sayın.
Yokluğa mahkum edin.
Bu kadar basit!
davranış şekilleri, değer vermek, deyimler, hiç, hiçlik, kıymet bilmek, mahkum etmek, kötü insanlarla nasıl baş edilir, insanlara karşı nasıl davranılmalı, sevmediğimiz insanlara nasıl davranmalıyız, vefa, 
*

Sevmediğiniz insanlarla baş etmenin yolları

Tahmin ediyoruz ki sizi olumsuz etkileyen insanlar hayatınızdan en az bir kere geçmiştir. Bu insanlar yüzünüze kapanmakta olan kapıya doğru koşarken, asansörün içinden gözlerini size diken insanlar gibidir... Konuşmazlar; dikte ederler. Sohbet etmezler; sorguya çekerler. Korku, onların gardırobudur. Tahrik ise en sevdikleri renk.

Bir odaya girdiklerinde, içerideki iyi niyet uçar gider. Onlarla 30 saniye konuşmak, taşlık bir yolda topuklu ayakkabılarla 10 km boyunca koşmaya benzese de bu zehirli insanları nötr hale getirmenin yolları yok değil. Yapmanız gereken tek şey, ne tür bir kişilik ile uğraştığınızı saptamak ve sonrasında da aşağıdaki adımları takip etmek!

Tür 1: Kötü yetişmiş olanlar

Bu tür insanlar, genellikler ergenlik yıllarını, sosyal etkileşimlerin çekişmeli ve yıpratıcı olduğu çevrelerde (ev, okul, mahalle gibi) geçirmişlerdir. Sohbetlerde ses ayarı, yüksekten gürültüye çevrilmiştir. Sabrın ortalama yaşam süresi kısadır; nezaketin nesli tükenmiştir. Bu türün kapsamına giren kişi için yıpratıcı iletişim, bir tür alışkanlık haline gelmiş ve kökleşmiştir. Sarsıcı etkileşimler, hayat standardı haline gelmiştir. Tavırlarını ve tutumlarını yakışıksız veya çirkin olarak görmezler.

Davranışlar: Kamuya açık alanlarda bağırarak konuşmak, fikrini empoze etmek, sohbetleri bölmek, görgüsüz tavırlar sergilemek, uygunsuz yorumlar yapmak...

Yapılması gerekenler: Sıkı rehberlik. Yerleşmiş zehri etkisiz hale getirmek adına, ödün vermeyen bir akıl hocası haline düşünmeniz gerekiyor. Zehirli bir şekilde yetişmiş kişinin, adabı muaşeret kurallarından haberi yoktur. “İç ses” gibi bir kavramları yoktur; ilişkilerde diplomasi ve incelik gibi becerilere sahip değildirler. Küçük düşürmekten ziyade iyi niyetli olduğunuzu gösterirseniz eğer, kişisel gelişim fırsatı doğrultusunda hareket edeceklerdir. Anlayışla bilgilendirin. Örneğin yakınınızdaki biri yüksek sesle konuşuyor ve önemli olmadığını düşündüğü için sesini kısmayı reddediyorsa, şöyle bir karşılaştırma yapmayı deneyin: “Anlıyorum; ama sana şunu sormama izin ver: Biri yüzünde sigara söndürmeye kalksa rahatsız olur musun? Yüksek sesle konuşma da benzer bir etki yaratabilir çünkü.”

Tür 2: Suç ortağı olanlar:

Bu türde insanlar, kabul edilen davranış standartlarını bilirler. Alay etmenin ve zorbalık yapmanın kötü davranışlar olduklarının farkındadırlar ancak yine de bu davranışları sergileyebilirler. Zehirli suç ortakları, hayatta kalmak için gerekli olanı yaptıklarını düşünür ve kendilerini duyarsızlıkları konusunda nadiren eleştirirler.

Davranışlar: Dedikodu, fırsatçılık, iki yüzlülük, insanları dışlama ve sessiz kalarak göz yumma.

Yapılması gerekenler: Karakterinizi gösterin. Zehirli suç ortaklarının ahlaki pusulaları vardır; bunları ceplerinde taşır ve kalabalığı takip ederler. Kutup Yıldızı olun. Onları yönlendirin. Onlara, kötü davranışların sağlayıcıları olarak meydan okuyun ve yaptıklarını, sahip olduğunuz saygıya ve yakınlığa birer tehdit olarak gösterin. Biraz zaman tanıyın ve bulunduğunuz pozisyonu açıkça ifade edin: “İnsanların üzerine basıp geçen birisi de olabilirsin, onlar için sesini yükselten birisi de. İlkinden isen eğer, yanından uzaklaşacağım.”

Tür 3: Asi olanlar:

Bu türde insanların alınlarına uyarı işaretleri konmalı. Menzil içerisinde olduklarında sirenler çalmalı. Bu insanlar sevilmektense korku salmanın daha iyi olduğuna inanan, kendi seçimleri ile kavgacı olan insanlardır. Etrafındakileri kötülemek, onlar için nefes almak gibi bir şeydir; hayatta olduklarını hissetmek adına bu şekilde davranmaya ihtiyaç duyarlar. Hiç kimse, onların yanındayken kendini iyi hissetmez. Herkes onlardan uzak durmak ister. Asiler, her an gafil avlanma tehdidi altındaymışsınız gibi hissettirir. Ve tıpkı nükleer radyasyona dayanıklı olması için tasarlanmış kurşun kaplı bir oda gibi, bu kişilerin “mantıkları” da nezakete ve duyarlılığa karşı delinmez bir yapıya sahiptir.

Davranışlar: Ahkâm kesmek, tepeden bakmak, yargılamak, küfür içerikli ve uygunsuz yorumlar yapmak, insanları baltalamak ve utandırmak, diğer insanların fikirlerinin ve işlerinin sonucu olan takdiri üstlenmek, sabotaj amaçlı bilgi saklamak.

Yapılması gerekenler: Bu kişiler yakıp yıkma politikası ile hareket ederler; bu yüzden söndürerek bitirmeyi öğrenin. Ateş, oksijen olmadan yanamaz; dolayısıyla oksijen vermemek bir seçenek. Tepkileriniz ve reddedişleriniz, bu türün ateşini hayatta tutabilmek için ihtiyaç duyduğu havadır. Bu insanlar uygar bir zihin yapısı ile davranmayı öğrenene dek, herhangi bir şekilde tepki vermeyi ya da ona uyum sağlamayı kesinlikle reddedin – onları her fırsatta diğer insanlardan izole etmeye çalışmak da dahil olmak üzere... İkincisi açık olun, kararlı olun ve sonrasında azledin. Davranışlarına karşı olan itirazlarınızı, ateşe dayanıklı katılıkla açıkça belirtin ve her etkileşimi belgeleyin. Bunları en aza indirgemek amacıyla sonraki adımlarınızın ne olacağını açık bir şekilde listeleyin.



adem, sevmediğimiz insanlara nasıl davranmalıyız, değer bilmek, değer vermek, deyimler, hiç, hiç saymak, hiçlik, kıymet bilmek, davranış şekilleri, mahkum etmek, resimli sözler, vefa, 

KADER GAYRETE AŞIKTIR

/ No Comments
aşk, her gecenin bir sabahı vardır, kader, kader gayrete aşıktır, kader gayrete aşıktır, ibni arabi sözleri, ibni arabide kaza ve kader, kaza ve kader nedir, kaza ne demektir, kader ne demekti, islamda kaza ve kader, altın sözler

KADER GAYRETE AŞIKTIR

Gayret bizden takdir Allah'tandır.
Her gecenin bir sabahı vardır.
Sabahı beklemek ve uyanık olmak kulun görevidir.
Sabah beklemeyen ve uyanık olanın ödülüdür.
Kara bulutlar üzerimizi kaplasa da, ışığa ulaşmak için yollar aranmalıdır.
Şair ne demiş;
Yol O'nun, varlık O'nun gerisi hep angarya.
Evet her şeyin sahibi olan Allah'a güvenmek, dayanmak ve gayret etmek gerekir.

*

Muhyiddin İbn-i Arabi’ye Göre Kaza ve Kader

Allah’ın, yaratılanlar ile ilgili hükmü kazadır. Hükm-ü bilgisidir. Bilgi de sadece yaratıcıya aittir. Kısaca Yaratım bilgisi, Allah katında sabitlenmiş bir bilgidir ve yaratım ile ilgili tüm bilgiler kazadır. Maddenin ve tüm nesnelerin kazasıdır.

Her yaratılanın kendi nefsinde sabit bilgisi, onun cevheridir.

Bir olayın kazası zaman içermez. Sebep ile yaratılmış bir sabitliğe sahiptir. Zamanı ise kader belirler.
Örneğin, deprem kuşağı olan bir merkezde depremin olması bir kazadır. Yani kesin ve sabittir. Jeolojik ve yerleşim olarak depremin oluşması kaçınılmaz bir fiziki olaydır. Bu o yörenin kazasıdır. Yani sabitlenmiş bir hakikattir. Ancak ne zaman deprem olacağı ise o bölgenin kaderidir. Şimdi insanlar o bölgede yaşıyorken, zaten deprem olacak kaygısı ile kaçmaları ne kazayı değiştirir ne de kaderi. Bir zaman deprem olabilir düşüncesi ile yaşamaları ise, yine kaderi değiştirmeyecektir. Zamanı ancak hüküm belirler. Hüküm yetkisi de ancak Hakk’a ve ilahi isimlerine aittir. Her şey kanunlar çerçevesinde düzen içinde olduğu için de, sabit kaza halinin, ne vakit kader haline dönüşeceğini ancak zaman enerjisi belirleyecektir.

İbn-i Arabi, “Kaza, her zerrenin, her yaratımın Allah katındaki Hakikatidir ki bunu Hakk varlığı bile kısıtlı bilmektedir” der.

Hakk’ın hükmü, bu gizli Hakikate sadık kalarak yaratımlar gerçekleştirir. Zaman enerjisi de işin içine dahil olduğundan, kaza önceden sabitlenmiş sebeptir, zaman enerjisinin ve Hakk hükmü gereğince yaratımın sonucunda, kaderi ile sonuç bulacaktır.

Ezelden ebede kadar olan tüm yaratımda, her oluşum, kendi ayan-ı sabitesinden meydana çıkmış ve yansımıştır. Ayan-ı sabite çoğul manasına gelir ve Hakk ile insan arasında kalır. Ayn-ı sabiteler ise, tamamen Allah katında bir sırdır. Arif kendi hakikatine ulaştığında ancak ayan-ı sabitedeki hakikatine ulaşmaktadır. Allah Katındaki ayn-ı sabitesi hakikatine ulaşması, arifin çok üstün bir mertebeye eriştiği ile ilgilidir.

İşte burada hemen dileklerin gerçekleşmesi konusuna İbn-i Arabi nasıl bir görüş bildirmiştir.

“Dilenen arzu ve isteklerin hemen gerçekleşmesi ya da gecikmesi, kaderden ileri gelmektedir. Eğer zaman enerjisi ile mekan çakışmış ise, kaderi gerçekleşmiştir ve bir insan bir şeyi dilediğinde hemen gerçekleşir. Fakat sabitesinde kazası oluşmuş ancak henüz zamanı gelmediği için kaderi oluşmamış ise, insan bir şey dileğinde hemen gerçekleşmez. Zamanı gelene kadar bekletilir.”

İbn-i Arabi, zamanı geldiğinde her ne şekilde olursa olsun kader gerçekleşir, insan o an fizik planda ya da ahirette bile olsa muhakkak gerçekleşecektir demektedir.

Bir de hiçbir talepte bulunmadan insanlara bahşedilen birtakım şeyler olmaktadır. Bunu İbn-i Arabi şu şekilde açıklar:

“Talep insan tarafından sözlü de edilebilir, onun özel hayat planında belirlenmiş bir talep de olabilir. Sözlü talebi de gerçekleşebilir, hiçbir şey dilemediği halde de hayat planında belirlenmiş bir talebin gerçekleşmesi de olabilir.”

Kuvveden fiile çıkarken, tüm yaratım bir sebep ile oluşur. Bu mümkün olandır. Mümkün olma, tamamen insanın doğmadan önce belirlediği hayat planıdır. Ve bu hayat planının koordinesini sağlayan Rab planıdır. Her insan kendi Rab planının görüp gözeticiliği altındadır. Ve tüm yaşamı, mümkün olma durumu içinde oluşur.
Herkes kendi kaderini kendisi tayin etmektedir. Ne yaşıyor ise, bizzat kendi Rab planında oluşturduğu eserin içine dahil olmuştur. Kendi çizdiği ve renklendirdiği tabloda, yine başrolde kendisi oynamaktadır. Tablonun içinde olmak, dışarıyı bilememek insanın kapalı şuurda olmasındandır. Açık şuurda olsaydı, tablonun hem içinde memnun, hem dışında bilen konumunda olacaktı. Ve ne cezalandıran, ne de mükafat veren bir yaratıcının değil, bizatihi kendi kendine yürütülen bir ilahi sistemin varlığına şahit olacaktı.

Çünkü her şey bir düzen içerisinde kanunlar çerçevesinde yürümektedir. Bu kanunlar ve düzene Hakk dahi kendi de uymaktadır, ilahi isimleri de uymaktadır. Bu Hakk’ın istidadıdır. İstidad, belirleyici güç ve kuvvedir. Bu kuvvenin açığa çıkması ve şekil alması, alemin her an bir yaratımda olduğudur. Her an ayrı bir yaratımda ve ayrı bir şekil alma üzerine olduğudur. Her yaratım da bir sebep ile ortaya çıkar, sonuçlar da alemde olaylar tarzında meydana gelir.



aşk, kader, kader gayrete aşıktır, kader gayrete aşıktır, ibni arabi sözleri, ibni arabide kaza ve kader, kaza ve kader nedir, kaza ne demektir, kader ne demektir, islamda kaza ve kader, altın sözler


YARATILIŞ MUCİZESİ

8 Ekim 2021 Cuma / No Comments
cuma kutlama, cuma mesajı, hayırlı cumalar, mucizeler, insanın yaratılışı, insanın yaratılış mucizesi, yaratılış mucizesi, insan nasıl yaratıldı, okumanın manası, dünyanın oluşumu, dünyanın yaratılışı, yaratılış felsefesi

HAYIRLI CUMALAR 

*

İNSANIN YARATILIŞ MUCİZESİ

İlk başta oluşturulan hücreler tıpatıp aynıyken, ilerleyen saatlerde birtakım değişiklikler meydana gelir. Bölünerek çoğalan hücre kitlesi, rahme ilerlerken etrafını saran bir zar içinde bulunur. Bu zar, onları dağılmaktan korurken, beslenmelerine de zemin hazırlar. Ancak hücre sayısı arttıkça gelişime engel olmaması için zarın görevinin bitmesi mecburidir. Çoğalan hücreler zarı patlatırlar. Ama bu sefer de ortaya yeni bir tehlike çıkar, hücrelerin birbirinden ayrılarak dağılmaları ve insanı teşekkül ettirememeleri… Ancak aslâ buna izin verilmez.

Hücreler birbirine tutunarak bir kısmı ortada birleşirken, bir kısmı daire şeklinde bir yapı oluştururlar. Bu yapının özel bir ismi ve görevi vardır, görüntüsü de tıpkı taşlı bir yüzük gibidir. Bunun oluşması için 4,5 günlük bir zaman geçmiştir ve rahme de iyice yaklaşılmıştır.

İLAHİ BİR İNŞA

Bilinçli bir oluşum olan bu yapının iç tarafında kalan hücreler; zamanla trilyonlara ulaşarak ve farklılaşarak doku ve organları meydana getirecektir. Etrafı çevreleyen hücreler ise, rahme tutunma, gömülme ve bebeği anne rahminde besleme vazifesini üstlenecek olan “eş”i (plasentayı) inşâ edecektir.

Bölünerek çoğalan hücre topluluğu 1-2-4… derken yüzlerce hücreden oluşan bir dut küresi meydana gelir. Eğer, 40 hafta boyunca hücreler, hiçbir değişime uğramadan sadece bölünerek çoğalsalardı, 40 haftanın sonunda dünyaya gelen şey, herkesin kucağına alıp sevmek istediği tatlı, minik bir yavru yerine; trilyonlarca hücreden müteşekkil, üzüm salkımı gibi bir et yığını olurdu. Hâlbuki daha 4,5 günlükken değişim süreci başlar; bu hücreler bir gayeye hizmet etmek üzere kenara doğru itilirler ve insanın ilk yapısının içi boşalır. İçi mâyî (sıvı) ile dolu lastik bir topa benzeyen taşlı yüzük manzarası ortaya çıkar. Bu manzaraya sahip olan hücre topluluğu, 4,5 günden sonra rahme gelir ve tutunacak bir yer arar. Bu yapılanma, ilerde meydana gelecek olan hücresel değişikliklerin temelini oluşturmada ilk adımdır.

Zigot; bölünüp çoğalarak rahme doğru ilerlerken yumurtanın içindeki besin deposunu kullanmaktadır. Ancak bu depo, rahme gelene kadar tüketilir ve yeni bir kaynak gerekir. İşte tam bu sırada, anne rahmi ileri görüşlü ve üstün zekâlı bir varlık gibi hareket ederek, hâmilelik ürününü taşımak üzere hazırlanmakta, yumuşak, hareketsiz ve bol gıdalı bir hâle gelmektedir. Kan damarlarını zigotu beslemek üzere yüzeye doğru ulaştırarak, dolaşımını zenginleştirmekte, gelen misafiri bağrına basmak için hazır beklemektedir.

TOPRAĞA KARIŞMAK GİBİ KAVUŞMAK

40 hafta boyunca kalacağı yere gelen zigot, gömülmek için uygun bir yer arar. Zigotun rahme yuvalanması, bir tohumun toprağa gömülüşüne benzer. İçi boşalmış lastik topa benzeyen yapının dış tabakasını çevreleyen hücreler, kemirici vasıfta olup rahmin içine doğru uzanmaya, kan damarlarının cidârını (duvarlarını) açarak gıda maddelerini zigota ulaştırmaya başlarlar. Böylelikle, düzenli bir dolaşım oluşana kadar da beslenmenin temelini atmış olurlar. Zigot, rahim duvarına gömüldüğünde etrafı kanla dolar ki, burası annenin damarlarından toplanan bir besin deposudur.

Anne rahmi, şimdiden fedakârlığa başlamış, damarlarını kemirerek ilerleyen hücrelere yolu açmıştır. Kemirgen hücrelerin ürettikleri birtakım kimyevî maddelerle, rahim duvarına gelen kılcalların çeperini parçalamaları, 40 haftasını emniyet ve güven içinde geçireceği yere gelen zigot için; hayatî bir tedbirdir. Zira bu parçalama işi, anne kanının gelişmekte olan embriyoya yüksek bir basınçla ulaşmasına engel olur. Şayet bu tedbir alınmasaydı, sağlam bir karargâhta 40 hafta geçirmeye gelen zigotun hayatı daha başlamadan sona erecekti.

Zigottan neşet eden ve kaynağı aynı olan hücrelerin bir kısmı farklı bir vazife üstlenerek, büyüyüp gelişecek olan bebeğe hayatî destek sağlamak üzere plasentayı (bebeğin eşini; yani ana rahminde bebeğin beslenmesi, hamileliğin devamı gibi pek çok vazifesi olan, hâmileliğe özel olarak ortaya çıkan ve doğumla vazifesi sona eren özel bir oluşumu) meydana getirirken; diğer bir kısmı da insanı inşâ etmek üzere farklılaşmaya başlar. Toprağa gömülen tohumun sulandıkça büyüyüp filiz vermesi gibi, anne rahmine gömülen zigot da; annenin dolaşımından beslenerek zamanla büyüyüp gelişecek, değişecek ve insan meyvesini verecektir.

Zigotun hem ana rahmine gömülmesi, hem de bir insana dönüşmesinde meydana gelen reaksiyonlar câlib-i dikkattir. Bugünden sonra o yeni bir safhaya girmekte ve embriyo öncesi dönem başlamaktadır. Değme embriyologlara, histologlara, fizyologlara… hâsılı onlarca fakülte bitirmiş bilim adamlarına taş çıkartacak bir bilgiyle hareket eden bu yapı, akl-ı selîm sahiplerine hikmetli dersler vermektedir.

'YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU!'

Konuyla alakalı olarak Alak Sûresi’nin 1 ve 2. âyet-i kerîmelerinde:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan (bir alaktan, bir yere bir noktadan bağlı olan şeyden, döllenmiş hücreden, embriyodan) yarattı.” buyrulmaktadır.

Tefsir âlimleri tarafından “koyu kan, kan pıhtısı, tutmak, asılmak, yapışmak, ilişmek, yapışkan, ilişken nesne…” gibi mânâlar verilen “alak” kelimesi, tam da bu safhada meydana gelen hadiseleri özetleyen mûcizevî bir kelimedir.

Zigot, rahim duvarına taşlı yüzük şeklinde gelir. Yüzüğün taş kısmındaki hücreler rahim duvarındaki kan damarlarını açarak, kemirerek rahmin içine doğru ilerlerler. Bu şekilde zigot, rahim duvarına tutunup asılır, yani yapışır ve açılan damarlardan gelen kanla etrafı dolar. Zigotun hacmi çok küçük olduğundan etrafındaki kanla fark edilir.

Fakültelerde yıllarca okuya okuya anlayıp ezberlemede acze düştüğümüz konuları, zigot bizden çok önce öğrenmiştir. Hem de hiç şaşırıp zorlanmadan, vakti zamanı gelen işlemleri tatbik etmektedir. Biz de ona bakıp inceleyerek:

“-Üçüncü gün şu olmakta, beşinci gün bu olmakta, birinci ay şu gelişim tamamlanmakta!” deriz.

Sanki bunları yapan bizmişiz gibi, sahip olduğumuz bilgiyle övünmekten de geri kalmayız.

“-Allah, Kur’ân’da okumayı emretmiş; biz de okuduk, fakülteleri bitirdik, diplomalarımızı da aldık, Allâh’ın emrini yerine getirdik!” zannederiz.

OKUMANIN MÂNÂSI NEDİR?

“Ol” deyince olduran yüce Rabbimizin, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e Hira Mağarası’nda bildirdiği ilk vahiyle; ümmî Peygamberinden “okumasını” istemesi mânidardır. Bu emir, sonraki âyette de tekrar edilmiştir. Burada istenen; âciz aklımızla anladığımız, yazılı bir metinden okumak, fakülteleri bitirip diploma sahibi olmak mıdır?

Sınırsız bir ilimle, varlığa muhteşem ve mükemmel bir nizam koyan kimdir? Gözümüzle göremediğimiz bir âlemde, bunca akıl almaz işleri meydana getiren nasıl bir kudrettir? Şuursuz bir tohum hücresi, ana rahminde insana nasıl dönüşür? Bir bitki, haşere veya başka bir canlı olmaktan onu koruyan hangi ilimdir? İdrâki zorlayan bir ihtişamla insanı türlü merhalelerden geçirerek yaratan, ona en güzel şekli veren, en mükemmel cihazlarla onu donatan, acaba ondan ne istiyor?

Daha dünyaya gelmeden onu korumaya alan, sayısız atomu emrine gönderen, doğduğunda “âcizlik dönemi” geçene kadar onu himaye ettiren, kâinâtı emrine âmâde kılan bütün bunları niçin yapmıştır? Uçsuz bucaksız kâinât infilâka doğru giderken, insan nereye gidiyor? Varlık, belli bir müddet sonunda yok olmak için mi yaratıldı?!

İşte okumak, bütün bu soruların cevabını verecek olan “okumak”tır. Bu okumak; varlık üzerinde tefekkür ve tezekkür ederek eserden müessire, sanattan sanatkâra götürecek, hikmette derinleştirecek, kişiyi hakikî ilmin sahibine ulaştıracak, Yaratıcısını tanıttıracak ve en mühimi Allâh’ın adıyla başlayacak olan “okumak”tır. Yaratılışın sebep ve hikmetini kavratacak olan okumaktır.

İNSANOĞLUNU KİBRE İTEN ŞEY

Yerlerin ve göklerin yüklenmeye çekindiği “emanet”in kendisine tevdî edildiği insanoğlu; kâinata işlenmiş nakışları ve kudret akışlarını görerek, zihninden mütâlaa ederek, varlığın sahibini tanıyacak cihazlarla donatılmıştır. Ancak bu mükemmel tasarım ve donanım, okuyabilme-yazabilme veya bir şeyleri becerebilme kabiliyeti çoğu zaman onun kendinde bir varlık görerek kibre kapılmasına ve “Ben yaptım!” demesine sebep olmaktadır. Hâlbuki müteakip âyette onun acziyetine vurgu yapılarak, kimi zaman tiksinti veren bir maddeden, donuk bir kan pıhtısından, aşılanmış bir yumurtadan yaratıldığı hatırlatılmakta, kalemle yazmayı öğretenin de bilmediklerini belletenin de Rabbimiz olduğu buyrulmaktadır.

Bu şekilde âyet, bizlere İlâhî kudret ve azamet karşısında hiçliğimizi bildirerek tefekküre sevk etmekte, insanı en yüce kudretin ve en sınırsız ilmin sahibine kul olmakla şereflenmeye davet etmektedir. Yoksa zahirî ilimlerin zirvesine çıkartan bir ilmin sahibi bile olsa, kişiyi mârifetullâha ulaştırmayan bir bilgi, ona saâdet bahşetmediği gibi, maâzallâh belki bizzat helâkine de sebep olabilir.

İKİ DÜNYA ARASINDA

İnsan olana gereken; âyet-i kerîmelerde bildirildiği gibi akletmek, tefekkür etmek, ibret almak, kendisine verilen cihazları, ilâhî emir doğrultusunda kullanarak nereden geldiğini unutmamak, hiçliğini idrâk etmek, en yüce kudretin önünde boyun bükmek; “Ben yaptım, ben bildim!” yerine, “Sen yaptırdın, Sen bildirdin yâ Rabbi!” diyebilmektir. Bu şekilde samimi bir kulluk idrâki içinde varacağı menzile de hazırlık yapmaktır.

Rabbimiz, cümlemizi fânî diplomaların dünyevî câzibesine aldanıp da iki dünyasını da karartma ahmaklığından muhafaza eylesin. Esas hayatın âhiret hayatı olduğunun şuur ve idrâki içinde kabirde ve mahşerde geçerli olacak diplomaların sahibi kılsın. Şâirin dediği gibi:

Yerden alkış alacak diploma çoktur sende,
Gökten alkış alacak karnelerin var mı gönül!
(Seyrî)

Kaynak: Betül Nefise İnal, Şebnem Dergisi, Sayı: 130



cuma kutlama, cuma mesajı, hayırlı cumalar, mucizeler, insanın yaratılışı, insanın yaratılış mucizesi, yaratılış mucizesi, insan nasıl yaratıldı, dünyanın oluşumu, dünyanın yaratılışı, yaratılış felsefesi