Yazı Duyurusu

Menu

Browsing "Older Posts"

ÜÇ AYLAR

26 Ocak 2023 Perşembe / No Comments
dualar, önemli gün ve geceler, üç aylar duası, üç aylar ne zaman, üç aylarda neler yapılır, üç aylarda oruç tutmak, üç ayların başlangıcı hangi gün, üç ayların başlangıcı ne zaman,

dualar, önemli gün ve geceler, üç aylar duası, üç aylar ne zaman, üç aylarda neler yapılır, üç aylarda oruç tutmak, üç ayların başlangıcı hangi gün, üç ayların başlangıcı ne zaman, 
Üç Aylar --- Receb, Şaban ve Ramazan 


Üç Aylar müminler için ruhen, fikren ve bedenen bir tazelenme ve toparlanma dönemidir. Değeri büyüktür. Efendimiz (s.a.v.) Receb ayı girdiğinde şöyle dua etmiştir:

اَلّهُمَّ باَرِكْ لَناَ فِي رَجَبَ وَ شَعْبَانَ وَ بَلَّغْنآَرَمَضاَنَ

OKUNUŞU: Allâhümme bârik lenâ fi Recebe ve Şa’bân, ve bellignâ Ramazân

ANLAMI: “Allahım! Receb ve Şabanı bizler için bereketli kıl ve bizi Ramazana ulaştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 259)

Rasulullah s.a.v.’in mübarek dualarıyla şereflenmiş olan Receb, Şaban ve Ramazan ayları, İslâm ümmetinin bir nebze olsun kendini bulduğu, manevi inşanın daha kuvvetlendiği mümtaz vakitlerdir. Bu aylarda ilahî rahmet ve feyz müminlerin gönüllerini huzura ve sükûna gark eder. Yediden yetmişe bütün müslümanları kuşatan, kucaklayan rahmet havası adeta bütün toplumu arındırır, tüm sene boyunca biriken günah tortularını silkeler, temizler.

Efendimiz s.a.v.’in şu ifadeleri, bu aylara verilen önemi vurgular: “Receb Allah’ın ayıdır, Şaban benim ayımdır, Ramazan da ümmetimin ayıdır.”

Receb Ayı ve Regâib Kandili

Receb ayı, ay takviminin yedincisi, Üç Ayların ise başlangıcıdır. Bu yıl (2020) 25 Şubat’ta başlayacak olan bu mübarek ay “haram aylar” diye nitelenen aylardan biridir. Efendimiz s.a.v., Receb ayı ile ilgili şöyle buyurmuştur: “Receb ayında Allah Tealâ’dan çok af dileyin. Çünkü Allah Tealâ’nın Receb ayının her vaktinde cehennemden azat ettiği kulları vardır. Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.” Deylemî

“Allah Tealâ Receb ayında iyiliği kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. Yedi gün oruç tutana cehennem kapıları kapanır. Sekiz gün tutana cennetin sekiz kapısı açılır. On gün tutana Allah Tealâ istediğini verir. On beş gün oruç tutana bir seslenici; ‘Geçmiş günahların affedildi.’ der. Allah Tealâ Nuh a.s.’ı Receb ayında gemiye bindirdi. O da Receb ayını oruçlu geçirip yanındakilere oruç tutmalarını emretti.” Taberanî

Receb ayınında iki mübarek gece bulunmaktadır. Bunlardan biri Regâib, diğeri ise Miraç gecesidir. “Regâib” ihsanlar, ikramlar demektir. İbadet ve taatlerin, hayır ve hasenatların Allah katında kat kat ihsan ve ikramlarla karşılık bulduğu bu gece, müminler için Cuma ve kandil olması sebebiyle çifte bayramdır.

2020 yılı Regâib Gecesi 27 Mart Perşembeyi Cumaya bağlayan geceye isabet etmektedir.

Efendimiz s.a.v. Regâib gecesi yapılan duaların geri çevrilmeyeceğini haber vermiştir. Dolayısıyla Üç Ayların bu ilk mübarek gecesinde yüce Mevlâ’dan af ve mağfiret dilenir, ihsan ve ikram beklenir. Bu gece ümidin, teveccühün ve beklentinin gecesidir.

Allah Tealâ’dan Üç Ayların bütün İslâm âlemine hayırlar getirmesini temenni ederiz. Cenab-ı Hakk’ın yeryüzüne indireceği bereket ve inayetinden nasiplenmeyi ümit ederiz.

Üç Aylarda Ne Yapılmalıdır?

Üç Ayları bereketli geçirmek, manevi ikliminden nasipdar olabilmek için dikkat etmemiz gereken hususlar kısaca şunlardır:

- Namazlarımızı cemaat ile kılmaya özen göstermeliyiz.

 -Kaza namazlarımız varsa bunları kılmalı, yoksa elimizden geldiğince nafile ibadetlere yönelmeliyiz.

 -Sünnet olan oruçları tutmaya gayret etmeliyiz.

 -Çok Kur’an okumalıyız. Mümkünse anlamaya çalışarak, tefekkür ederek… Kulluğumuzu gözden geçirerek, eksik ve hatalarımızı ele almalıyız. Alışkanlık haline getirdiğimiz günahlarımızdan yakamızı kurtarmak için fırsat bilmeliyiz.

 -Üç Ayları günahlarımızın affı için fırsat bilip samimiyetle ve sık sık tövbe istiğfar etmeliyiz.

 -Akrabalarımızla, komşu ve dostlarımızla yakınlığımızı artırmalıyız.

 -Fakir ve fukara kimselere yardım elimizi uzatıp, bütçemiz nispetinde kayda değer sadakalar vermeliyiz.

Sonuç Olarak;

"Üç Aylar" diye adlandırılan Recep, Şâban ve Ramazan ayları, Yüce Allah'ın ruhumuza ikram ettiği faziletli ve bereketli zaman dilimleridir. Yapılan dileklerin dalga dalga Allah'a ulaştığı, dökülen pişmanlık gözyaşlarının günahları silip yok ettiği kandiller geçididir. Bu bakımdan bu hallerimizi sürekli yapmaya gayret etmeliyiz.

Üç Aylar ve Kandiller; 

 *Günah işlemeye müsait bulunan insanın, günahlarından temizlenmesi için bir fırsattır.

 *Geçmişin muhasebesini yaparak geleceğe azim ve enerjiyle yürümek isteyenlerin ayıdır.

 *Dünyevî meşguliyetlerimizden sıyrılıp, yaratılış gayemizi düşünmemiz; yaratan ve yaratılanlarla olan münasebetlerimizi değerlendirmemiz gereken aylardır.

 *Yaratıcımıza karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlatmalı ve gaflet uykusundan uyanmamıza vesile olmalıdır.

 *Aramızdaki çekişmeleri, tefrika ve ihtilâfları, şahsî menfaat hesaplarını bertaraf etmeli; barış, hoşgörü, kardeşlik, birlik ve beraberliğimizin güçlenmeliyiz. Unutmayalım ki; Recep tohum ekme, Şaban sulama, Ramazan ise hasat ayıdır.

dualar, önemli gün ve geceler, üç aylar duası, üç aylar ne zaman, üç aylarda neler yapılır, üç aylarda oruç tutmak, üç ayların başlangıcı hangi gün, üç ayların başlangıcı ne zaman, 

REGAİP KANDİLİ ve ÜÇ AYLAR

/ No Comments

Regaip Kandilinizi ve
üç aylarınızı tebrik eder, 
ülkemize, milletimize ve
İslam Alemine hayırlar getirmesini dilerim.

*

Regaib gecesi nedir? 
Regaib Kandili’nin önemi nedir? 
Regaib’in gecesini ve gündüzünü nasıl geçirmeli?

“Recep ayının ilk Cuma gecesine Regaib gecesi denir. Bazı âlimlerin açıklamasına göre, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu gece pek çok rûhânî ahvâl ve ikrâma kavuşmuş olmakla, Yüce Allâh’a şükür için on iki rekat namaz kılmıştır.

Peygamber Efendimiz’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu Regâib gecesinde, ana rahmine düşmüş olduğuna dâir olan bir rivâyet uygun görülmemektedir. Çünkü bu gece ile Hazret-i Peygamberimizin doğumu arasındaki zaman, bu hesaba aykırı düşmektedir.

Ancak Hazret-i Âmine’nin, Peygamber Efendimiz’e hâmile kaldığını bu gece anlamış olması düşünülebilir. Sebep ne olursa olsun, bu gece pek mübârek bir gecedir. Zaten Regâib; istenilen, değeri çok olan, bağış, ihsân, ikrâm ve nefis şeyler demektir. “Râğibe” kelimesinin çoğuludur.

REGAİP GECESİNİN FAZİLETİ

Bu geceyi ibâdetle geçirmenin sevâbı çok büyüktür. Fakat bu gecede kılınacak namazın sünnet veya mendup olması hakkında kuvvetli bir delil bulunmamaktadır. Bu gecede toplanıp, cemâatle namaz kılınması bid’at sayılmaktadır. Zaten, Terâvihten başka hiçbir nâfile namazın, çağrışarak cemâatle kılınması sünnet değildir, mekrûh sayılır. Ancak bir yerde bulunan, iki üç kimsenin bu gibi namazları cemâatle kılmaları câiz görülmüştür..” (İslâm İlmihali, Ö. Nasuhi Bilmen sh: 207)

RECEP ALLAH’IN AYIDIR

Receb’in İlk Cum’a Gecesinde Allâh’ın Mağfireti Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular: “Receb, Allah Teâlâ’nın ayıdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan benim ümmetimin ayıdır.” Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e; -Yâ Rasûlallah!.. Receb, Allah Teâlâ’nın ayıdır, ne demektir? diye sorulan suâle: -Receb, Allah Teâlâ’nın ayıdır. Çünkü Receb Hakk’ın mağfiretine mahsûs bir aydır. Bu ayda insanlar kan dökmekten men’ olunur. Bu ayda çarpışmaya izin yoktur. Bu ayda Allah Teâlâ, Peygamberlerin -aleyhimüsselâm- duâlarını kabûl etmiştir. Yine bu ayda Allah Teâlâ, evliyâsını düşmanlarının elinden kurtarmıştır.

REGAİP GECESİ’NİN GÜNDÜZÜNDE ORUÇ TUTMANIN ÖNEMİ

Peygamber Efendimiz “Bir kimse Recep ayında oruç tutsa, Allah Teâlâ tarafından üç türlü lütûf ve inâyete mazhâr olur. Bunlardan biri, Allah Teâlâ onun geçmiş günahlarının tümünü mağfiret eder. İkincisi, ondan sonraki hayatında da onu korur. Üçüncüsü, mahşer yerinde, susuzluktan emîn olur.” buyurduğunda, orada bulunanlardan bir yaşlı ve pîr-i fânî ayağa kalkıp;

“ -Yâ Rasûlallâh!.. Ben Recep ayının hepsini oruç tutamam” dediğinde,  Peygamber Efendimiz:

“Sen Receb ayının birinci, onbeşinci ve sonuncu günleri oruç tut, hepsini tutmuş sevâbına kavuşursun. Çünkü sevaplar, on misli yazılır. Fakat sen, Receb-i şerîf’in ilk Cum’a gecesinde gâfil olma ki melekler o geceye Regâip gecesi demişlerdir. Zira o gece, gecenin üçte biri geçtikten sonra göklerde ve yerde bir melek kalmaz, hepsi Ka’be-i Muazzama ve etrafında toplanırlar.

Allah Teâlâ onların bu toplanmalarına muttalî olunca onlara hitâben: -Ey meleklerim, dilediğinizi benden isteyiniz!.. buyurur. Onlar, -Yâ Rabbi!.. İstediğimiz, Receb ayında oruç tutanları mağfiret etmendir, deyip isteklerini arz ederler. Allah Teâlâ: -Ben Receb ayında oruç tutanları mağfiret ettim, buyurur.” dedi. (Gunye 1/181-182)

Kaynak: Yusuf Demireşik, Üç Aylar, Sultantepe Yayınları

REGAİB GECESİ YAPILACAK İBADETLER

1- GÜNDÜZÜNDE ORUÇ TUTMAK

Recep ayının ilk Cuma gecesine denk gelen Regaip Kandilinin öncesinde yani Perşembe günü Allah dostları oruç tutulmasını tavsiye etmişlerdir.

Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) “Dualar ve Zikirler” kitabında: “Leyle-i Regâib’den evvelki perşembe günü oruç tutulup akşam birkaç lokma iftar edip akşam namazını edadan sonra iki rek’atta bir selâm vermek üzere oniki rek’at nafile namaz kılınacaktır.” buyurmuşlardır.

2- KAZA NAMAZI VE NAFİLE NAMAZ KILMAK

En mühim hususlardan biri, namazdır. Hak dostları bu gecede namaz kılmanın ehemmiyetine dikkat çekmişler ve namaz borcu olanların kaza namazı kılmalarını tavsiye etmişlerdir.

Tüm Namazların kılınışı için tıklayınız…
Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Dualar ve Zikirler kitabında Regaip Gecesi kılınacak nafile namazı şöyle anlatılmaktadır:

Leyle-i Regâib’den evvelki perşembe günü oruç tutulup akşam birkaç lokma iftar edip akşam namazını edadan sonra iki rek’atta bir selâm vermek üzere oniki rek’at nafile namaz kılınacaktır.

Her rek’atta Fâtiha’dan sonra üç kere “Kadir” suresi ve oniki kere “İhlâs” sûresi okunacaktır.

Veyahud bir kere “Kadir” sûresi ve üç kere “İhlâs” sûresi okuTüm nur.

Namaz tamam olduğunda yetmiş kere:

Okunuşu: “Allahumme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim.”

“Allah’ım, ümmî nebî Efendimiz Muhammed’e, âline ve ashâbına salât u selâm eyle!” duâsı okunacakdır.

Sonra secde edilip secdede yetmiş kere:

Okunuşu: “Sübbuhun Kuddüsün Rabbüna ve Rabbülmelaiketi verruh”

“Bizim Rabbimiz, Rûh’un ve melâike-i kirâmın Rabbi, bütün kusurlardan münezzeh ve cümle eksikliklerden pâk ve yücedir.”

Secdeden baş kaldırıp otururken yetmiş kere:

Okunuşu: “Rabbigfir verham vetecevez amme teğlemü inneke entel eazzul ekram.”

“Rabbim, beni mağfiret et, bana rahmet et, bildiğin bütün kusurlarımdan geç, onları bağışla, şüphesiz Sen en yüce ve en kerîmsin.” duâsı okunacak.

Tekrar secde edip yine yetmiş kere:

Okunuşu: “Sübbuhun Kuddüsün Rabbüna ve Rabbülmelaiketi verruh”

“Bizim Rabbimiz, Rûh’un ve melâike-i kirâmın Rabbi, bütün kusurlardan münezzeh ve cümle eksikliklerden pâk ve yücedir.” duâsı okunacak. Ve sonra secdede iken dünyevî ve uhrevî ne haceti varsa Hak –celle ve alâ– Hazretleri’nden niyaz edilecektir. Sonra kişi secdeden başını kaldırıp namaz ve duâsı tamam olmuş olur.

3- KUR’ÂN-I KERÎM OKUMAK

Allah dostları Regaip Gecesi’nde çokça Kur’ân-ı Kerîm okunmasını tavsiye buyurmuşlardır.

İbni Mes’ûd radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 16)

İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (Tirmizî, Fazâilü’l-Kur’ân 18)

4- TEVBE İSTİĞFAR ETMEK

Allah Teâla şirke düşmeyenlerin büyük günahlarını affedeceğini bu gecede müjdelemiştir. (bk. Müslim, Îman, 279)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: Efendimiz: “Ben, günde yüz kere istiğfâr ederim…” (Müslim, Zikir, 42) buyurmuşlardır.

Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e (Mîrâc’da) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi…”  (Müslim, Îman, 279)

5- DUÂ ETMEK

Bu mübârek geceler, rabbimize duâ ve niyazda bulunma zamanlarıdır.

Ayet-i kerîmede buyrulur:

“(Ey Rasûlüm!) De ki: Sizin duâ ve niyâzlarınız olmazsa, Rabbim size ne diye değer versin?..” (el-Furkân, 77)

Yine rabbimizin verdiği nimetlere hamd ve şükür halinde bulunmayı unutmamalıdır. Nitekim hadis-i şerifte duânın kabul olmasının iki şartından birinin hamd diğerinin de salavat olduğu bildirilmiştir.

Bir defasında Rasûl-i Ekrem Efendimiz, sahâbîlerden birinin Allâh’a hamd ve Rasûlü’ne salevât getirerek duâya başladığını gördüğünde, onu takdîr ederek:

“–Ey namaz kılan zât! Duâ et, (duâna hamdele ve salvele ile başladığın müddetçe) duân kabûl olunur.” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 64/3476)

6- SALAVAT GETİRMEK

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e salavat getirmeyi Allah Teâla emretmiştir. Ayrıca hadis-i şeriflerde salavat getirenin bütün sıkıntılarının gideririleceği bildirilmiştir.

Ayet-i kerîmede buyrulur:

“Şüphesiz ki Allâh ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey müminler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin!” (el-Ahzâb, 56)

Übey bin Kâb -radıyallâhu anh- diyor ki:

“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e:

«– Yâ Rasûlallâh! Ben sana çok salavât-ı şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?» diye sordum.

«– Dilediğin kadar yap.» buyurdu.

«– Duâlarımın dörtte birini salavât-ı şerîfeye ayırsam uygun olur mu?» diye sordum.

«– Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur.» buyurdu.

«– Öyleyse duâmın yarısını salavât-ı şerîfeye ayırayım.» dedim.

«– Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur.» buyurdu.

Ben yine:

«– Şu hâlde üçte ikisi yeter mi?» diye sordum.

«– İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için iyi olur.» buyurdu.

«– Öyleyse duâya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât-ı şerîfe getirsem nasıl olur?» deyince:

«– O takdirde Allâh bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar.» buyurdu.” (Tirmizî, Kıyâmet, 23)

7- SADAKA VERMEK

Allah yolunda infakta bulunup sadaka vermenin kişiyi pek çok tehlike ve belâlardan muhâfaza edeceği, buna ilâveten sadaka sahibini muhabbetullâh’a nâil eyleyeceği unutulmamalıdır. Bu müstesnâ geceler de sadaka vermeye en güzel vesilelerdir.

Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:

“Allah yolunda infâk edin! Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Bir de ihsanda bulunun. Zira Allah, muhsinleri (iyilikte bulunan, işini güzel yapan ve ihsan şuuru ile yaşayanları) sever.” (el-Bakara, 195)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zengin-fakir her mü’mini infâka teşvik eder; bir hurmadan başka bir şeyi olmayan için; “Yarım hurmayla da olsa cehennem ateşinden korunun, onu da bulamazsanız güzel ve hoş bir söz ile korunun.” buyururdu. (Buhârî, Edeb, 34)

8- HAMD ETMEK VE ŞÜKÜR HALİNDE BULUNMAK

Bu mübârek gecelerde Rabbimize çokça hamd etmeli ve şükür halinde bulunmalıyız.

Âyet-i kerîmede “Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan. Onu hamd ile tesbih et!…” (Furkân sûresi, 58) buyrulmaktadır.

Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Meşrû işlere Allah’a hamd ile başlanmazsa hayır ve bereketi kesilir.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 19; Ebû Dâvud, Edeb, 18)

“Şükür, îmânın yarısıdır…” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 107)

“Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerine hamd ü senâ, insanı nîmetin zevâlinden emîn kılar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: 3836)

“Allah’a hamdetmek şükrün başıdır. Allah’a hamdetmeyen bir kul O’na şükür etmemiştir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: 3835)

9- ALLAH TEÂLA’YI (C.C) ÇOKÇA ZİKİRETMEK

Mübârek gecelerde Rabbimizi zikretmeye daha çok önem verilmelidir.

Âyet-i kerîmede buyrulur: “Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle, sabah-akşam Rabbini an. Gâfillerden olma!” (el- A’râf, 205)

“Rabbinin ismini zikret ve bütün varlığınla O’na yönel.” (el-Müzzemmil, 8)

“…Allâh’ı zikretmek, elbette en büyük (ibâdet)’tir…” (el-Ankebût, 45)

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allâh Teâlâ’yı zikretmeyi sevmektir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 52)

“Yeryüzünde Allâh Allâh diyen biri var oldukça, kıyâmet kopmayacaktır.” (Müslim, Îmân, 234/148)


kandiller, kutlama mesajı, recep ayı, regaip kandili, üç aylar, regaip nedir, regaip kandili ne zaman, regaip gecesinin önemi, regaip gecesi yapılacak ibadetler, regaip gecesi duaları, 

REGAİP KANDİLİ

/ No Comments
ragaip kandili mesajları facebook, regaip kandili hz muhammedin duası, regaip kandili mesajları, regaip kandili sms mesajları, regaip kandilinde yapılacak dua, resimli regaip kandili mesajları,

REGAİB KANDİLİ HZ.MUHAMMED DUASI

Recep haram aylardandır çünkü : Tövbe suresinin 36. ayeti Recep ayına işaret eder. Ayet şöyledir; "Şüphesiz Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısına göre ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu Allah'ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse bu aylarda kendinize zulmetmeyin." Değişik hadislerde haram ayların (yani günahın ve kusurların özellikle daha feci olduğu, savaşlara bile ara verilmesi gereken ayların) içinde Recep de sayılmıştır. Haram aylar. 'Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep'tir.'

Recep ayında tutulacak oruçlar : İbn Abbas; Efendimizin bu ayda çok oruç tuttuğunu ifade ediyor. Hatta orucu hiç bırakmayacak zannederdik der. Bazen de Recep ayında oruca o kadar ara verirdi ki hiç tutmayacak zannederdik. (Müslim) Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle haber verirdi: "Allah'ım Recep, Şaban'ı bize mübarek eyle, bizi Ramazan'a ulaştır.' (Ahmed, Müsned) Bu gece (Regaip gecesinin gündüzü) oruç tutana birçok sevap haberi verilmiştir.

Bu dört gecede rahmet yağar : Rabbimizin rahmeti her zaman vardır. Ama nasıl ki her gece güzel olmakla beraber Kadir gecesi bin geceye denktir. (Kadir Suresi) ve nasıl ki Kudüs'teki Mescidi Aksa diğer mekânlardan farklıysa Recep ayının ilk perşembesi ve belli zamanlar da öylece özeldir.

2019 EN GÜZEL RESİMLİ REGAİP KANDİLİ MESAJLARI

Bin damla serpilsin yüreğine, bin tatlı mutluluk dolsun günlerine, binbir hayalin gerçekleri bulsun, her türlü duaların kabul olsun, kandilin mübarek olsun...
*
Ümit ederiz ki bu mübarek gece, zor günler geçirdiğimiz; fakat gelecek adına umutla dolu olduğumuz şu dönemlerde yeniden bir uyanışa vesile olur. Regaip kandiliniz mübarek olsun..
*
Bir kandil gülü savur sevdiklerine, size onlardan gülücükler getirsin öyle içten öyle samimi ol ki göz yaşlarını bile tebessüme çevirsin. Kandiliniz mübarek olsun.
*
Bu gece kulun yalvarış ve yakarışlarını Yüce Mevla'ya sunacağı ve O'nun sonsuz affından, merhametinden, iyiliğinden bol bol yararlanacağı umut, huzur ve müjde gecesidir. Regaip kandiliniz hayırlı olsun!
*
Mübarek aylara Selam olsun.. Selam olsun Ey Regaib. Tüm Dualarınızın kabul olması dileğiyle.. Hayırlı kandiller.
*
Kardeşliğin daimi olduğu, sevgilerin birleştiği dostlukların hiç bitmediği, belki durgun, belki yorgun, yine de mutlu, yine de sevgi dolu nice kandillere.
*
Ellerin semaya, dillerin duaya, gönüllerin Mevla’ya yöneldiği bu mübarek geceni kutlar, hayırlara vesile olmasını dilerim.
*
Gecenin güzel yüzü yüreğine dokunsun, kâbuslar senden uzakta, melekler başucunda olsun, güneş öyle bir gecede doğsun ki duaların kabul, kandilin mübarek olsun.
*
Duanız kabul, ameliniz makbul, saadetiniz daim olsun. Kandiliniz kutlu olsun.
*
Üç aylar olarak bilinen Recep, Şaban, Ramazan ayları manevi yönden daha önemli ve hayırlıdır. Recep ayının ilk Cuma gecesi Regaip kandilidir. Yani bu gece ALLAH'ın rahmet ve bağışlamasının bol olduğu gecedir. Edilen dualar, tövbeler bu gece kabul olunur. Yürekler binbir nurla doludur. Kandiliniz kutlu olsun..
*
Bu gece Regaip Kandili. Dua edelim.. Yürekler bir atsın bu gece, günahlarımız affolsun. Hayırlı kandiller.
*
Bugün ettiğiniz bütün dualar göklere yükselip, tek tek kabul olup üzerinize sağanak gibi yağsın inşallah. Regaip kandiliniz mübarek olsun.

ragaip kandili mesajları facebook, regaip kandili hz muhammedin duası, regaip kandili mesajları, regaip kandili sms mesajları, regaip kandilinde yapılacak dua, resimli regaip kandili mesajları,

EN KISA 2019 REGAİP KANDİLİ MESAJLARI SMS

Size karanfilin sadakatini, sümbülün bağlılığını, menekşenin tevazusunu, lalenin gururunu, leyleğın saadetini versek, bize de dua eder misiniz? Kandiliniz mübarek olsun..
*
Regaip kandiliniz mübarek olsun! Kalpleriniz imanla dolsun!
*
Ellerin duaya uzandığı, sinelerin dostlara açıldığı, gözlerin masumiyet aradığı bu mübarek günde tüm dualarınız kabul olması dileğiyle iyi kandiller.
*
Binlerce çiçek var, ama gül başka. Milyonlarca insan var, ama dost başka. Milyarlarca gün var, ama bugün başka, Regaip Kandiliniz mübarek olsun.
*
Gül sevginin tacıdır o yüzden her bahar gülle taçlanır, o gül ki Muhammed (SAV)'ı anlatır. Muhammed (SAV)'ı anlayana gül koklatılır, gül kokulu KANDİLİNİZ MÜBAREK olsun.
*
Kardeşliğin daimi olduğu, sevgilerin birleştiği dostlukların hiç bitmediği, belki durgun, belki yorgun, yine de mutlu, yine de sevgi dolu nice kandillere.
*
Rüzgarın kemanını çaldığı ve yağmur damlalarının pencerene vurduğu bir gecede yatağına uzanıp, keşke dediğin tüm güzelliklerin sizin olsun. HAYIRLI KANDİLLER...
*
Avuçların açıldığı, gözlerin yaşardığı, ilahi esintilerin kalpleri okşadığı anın bir asra bedel olduğu bu gece dualarda birleşmek dileğiyle kandilinizi kutlarım.
*
Konsun yine pervazlara güvercinler, hu hulara karışsın aminler,mübarek akşamdır, gelin ey Fatihalar, Yasinler.... İyi Kandiller
*
Bir bayram gülüşü savur göklere eski zamanlara, gülücükler getirsin, öyle içten, öyle samimi olsun, gözyaşlarını bile tebessume çevirsin.
*
Güneşin pembeliğiyle doğan, saflığıyla süzülen, herkese nasip olmayan mutluluk denen o en güzel duygu hep seninle olsun. KANDİLİNİZ MÜBAREK olsun.
*
İslam'ın nurlu yüzü kalbine dolsun Makamınız cennet Hz. Muhammed komşunuz olsun Günlerinize mutluluk, gönlünüze saadet dolsun Kandiliniz mübarek olsun
*
Semanın kapılarının sonuna kadar açılıp rahmetin sağanak sağanak yağdığı böyle bir gecede düşen damlaların seni sırılsıklam etmesi dileğiyle kandilin mübarek olsun.
*
Size karanfilin sadakatini, sümbülün bağlılığını, menekşenin tevazusunu, lalenin gururunu, leyleğın saadetini versek, bize de dua eder misiniz? Kandiliniz mübarek olsun..
*
Gül bahçesine girenler gül olmasalar da gül kokarlar. Kainatın en güzel gülünün kokusunun üzerinizde olması temennisiyle... İyi Kandiller..




ragaip kandili mesajları facebook, regaip kandili hz muhammedin duası, regaip kandili mesajları, regaip kandili sms mesajları, regaip kandilinde yapılacak dua, resimli regaip kandili mesajları, 

ALTIN SÖZLER-10 (HZ. MEVLANA'DAN)

17 Ocak 2023 Salı / No Comments
en güzel mevlana sözleri, mevlana sözleri, mevlana sözleri face, mevlana hayatı kısa, mevlana sözleri resimli, özlü mevlana sözleri, mevlana kimdir kısa, şairler ve yazarlar, altın sözler

MEVLANA CELALEDDİNİ RUMİ KİMDİR?

30 Eylül 1207 tarihinde Afganistan’ın Horasan yöresinde Belh kentinde dünyaya gelen Mevlana’nın asıl ismi Muhammed'tir. Mevlana ve Rumi adları ise sonradan eklenmiştir. Mevlana kelime anlamı olarak efendimiz demektir.

Konya’da gençlik yıllarında öğretmenlik görevi yaptığı tarihlerde ona bu ad verilmiştir. Babası Belh’de yetkili bir insan olan ve bilginlerin sultanı lakabını hak eden Hüseyin Hatibi oğlu Bahaeddin Veled’dir. Annesiyse Belh Emiri’nin kızı olan Mümine Hanımdır.

1225 senesinde ise Mevlana, Şerefeddin Lala’nın kızı olan Gevher Hanım ile Karaman şehrinde dünya evine girdi. Bu evliliğinde Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi isminde iki evlat sahibi oldu. Seneler sonra Gevher Hanım’ın ölümünden sonra bir çocuğu olan dul bir bayanla, Kerra Hanım ile evlilik yaptı. Bu evliliğinden de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi isminde iki erkek evladı ve Melike Hanım adında bir de kızı oldu.

15 Kasım 1244 tarihinde Şems-i Tebrizi ile tanıştı fakat birliktelikleri kısa süreli oldu. Şems ani olarak vefat etti. Mevlana Şems’i kaybettikten sonra uzun seneler boyunca ortalıkta görülmedi. Mevlana, hayatını Hamdım, piştim, yandım kelimeleri ile anlatırdı.

Mevlana Eserleri şunlardır: Mesnevi, Divan-ı Kebir, Fihi Ma Fih, Mecalis-i Seb’a, Mektuplar.
altın sözler, en güzel mevlana sözleri, mevlana hayatı kısa, mevlana kimdir kısa, mevlana sözleri, mevlana sözleri face, mevlana sözleri resimli, özlü mevlana sözleri, şairler ve yazarlar,
HZ. MEVLANA'DAN ALTIN SÖZLER

İnsan dostunun huyunu alır.
*
Aklım her gün tövbe eder. Nefsim her an tövbemi bozar. Arada kalmış bîçareyim. İyi ki Senin kapın var.
*

Her Yerde Olmak Gibi Bir Duan Varsa, Gönüllere Gir; Çünkü Sevenler, Sevdiklerini Gönüllerinde Taşırlar.
*
Harf’ler yetmedi anlaşılmama, bari Hâl’den anla.
*

Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın.
*
Hiçbir ölü öldüğüne hayıflanmaz, sadece azığının azlığına hayıflanır. Ölen kuyudan ovaya çıkmış demektir.
*

Allah’ın defineleri yıkık gönüldedir. Yıkık yerlerde pek çok defineler gömülüdür. Kırılmış, iki yüz parça olmuş gönülü yapmak, Allah’a Hac’tan da yeğdir, Umre’den de.
*
Güzelliğin bir damlası olan LEYLA için uykuyu haram etmek çok değilse, Güzelliğin kaynağı MEVLA için bir ömrü feda etmek az bile.
*

Misafirsin bu hanede ey gönül, Umduğunla değil bulduğunla gül, Hane sahibi ne derse o olur, Ne kimseye sitem eyle, Ne üzül.
*
Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak. Diyor ve ekliyor.
*

Kanat vardır Doğanı padişaha götürür;Kanat vardır Kuzgunu leşe götürür.
*
Kim demiş gül yaşar dikenin himayesinde? Dikenin itibarı gül himayesinde!
*

Her birimiz tek kanatlı melekleriz ve bizler ancak birbirimizi kucaklayarak uçabiliriz.
*
Sen, canının içinde Kur’an nurunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç bütün Kur’an’ın tertemiz nurunun sırrıdır.
*

Tutalım ki Ali’den Zülfikâr sana miras kaldı. Sende Ali kolu ve kalbi yoksa Zülfikar neye yarar ki?
*
Cahille girme münakaşaya. Ya sinirini zıplatır tavana! Ya da yazık olur Adabına.
*

Aşk vadisinde, hiçbir nişane, hiçbir iz yoksa üzülmemeli; çünkü, Hakk’ın lûtfuyla bazen umutsuzluktan bile umutlar doğar.
*
Ey gönül, sakın umutsuzluğa düşme! Allah’tan umudunu kesme ki, bazen can bahçesinde, sögüt ağacının dalı bile hurma verir.
*

Kır oğul zinciri; hür gez, hür konuş, Yok mu altından gümüşten bir kurtuluş?
*
Her olayı hayır bil, her geceyi Kadir bil, her geleni Hızır bil.
*

Bir şeyden kaçacaksan yılandan, akrepten, arslandan, kaplandan kaçma da, bedenden kaynağını alan nefsanî isteklerden, heveslerden kaç! Çünkü başımıza gelen bütün belalar, çektiğimiz bütün zahmetler, meşakkatler boş ve olmayacak heveslerden meydana gelir.
*
Ben hiç dilek tutmadım, hep dua ettim. Ömrün ömrüme nasip olsun diye!
*

Sus gönlüm! Bütün bu susmalarına karşılık her şeyin hayırlısının olacağina inanarak sus.
*
Nasibinde varsa alırsın karıncadan bile ders. Nasibinde yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters.
*

Yürürken başımın yerde olması sizi rahatsız etmesin. Benim tek derdim; yere düşen edebinize takılmamak.
*
Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla.
*

Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.
*
Sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri iki görme! Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör!
*

Üstünün dostu ol ki üstün olasın. Kendine gel be hey azgın, mağluplarla dost olma! Münkirin delili ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen yurttan başka bir şey görmüyorum! Hiç düşünmez ki nerede görünen bir şey varsa o, gizli hikmetleri haber vermededir. Her görünen şeyin faydası, faydanın ilaçlarla gizli oluşu gibi o şeyin içinde gizlidir.
*
Dünya, kendisini yeni gelin gibi gösteren, cilveler eden, kokmuş bir kocakadındır.
*

Yol kesenler olmadıkça, lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça, sabırlılar, gerçek erler, yoksulları doyuranlar nasıl belirir, anlaşılır?
*
Kaderde sevmek var ama kavuşmak yok ise şayet, Olsun! Vuslata aşık gönül susmaya da razı.
*

Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek. Ruhun bir gün seni sevgiliye taşıyacak.
*
Sakın acında kaybolma. Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak.
*

Gerçek aşk’ı bilen kalp bir damla suya bile hürmetle bakar.
*
Cahil kişi gülün güzelliğini görmez, gider dikenine takılır.
*

Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur.
*
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap.
*

Nefsin ejderhadır. Öldü sanma, uykuya dalar o. Dertten eline fırsat düşmediği için uyur. Derdin bitince çıkar hemen. Hüner; dertsizken de nefsi uykuda tutmadadır.
*
Bizi bilen bilir, bilmeyende kendisi gibi bilir!
*

Yaşadığın dünyaya bak; Yüce Allah, hangi eserini sevginin kucağında büyütmemiş? Neden okşamak ve kucaklamakla gidilecek yere, tekme ve tokatla erişmeyi tercih edesin?
*
Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur.
*

Seni bağrıma değil, bağrımı ve başımı ayağının altına bastım. Gözüm toprak olacak, ama gönlüm daima aşk kokacak.
*
İsyanlardayım dedi. Hayır, imtihanlardaydı. Fark etseydi, kurtulacaktı.
*

Sarılmayı bilir misin? Sahiplenmeyi, sahiplendiğinde sadık kalmayı? Sen bilir misin aşık olmayı?
*
Bölünebilir misin ikilere, üçlere, gerekirse binlere? Yapabilir misin? Gerçekten sevebilir misin?
*

Sevmenin demesi olmaz. Unutma; ya çok seversin bir kere, yada hiç sevmezsin.
*
Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.
*

Ey sevgili. Biz seninle bir salkımın iki aşık üzümüyken, başka şişelerde şarap olmuşuz, başka hayallerde harap olmuşuz.
*
Sen çiçek olup etrafa gülücükler saçmaya söz ver. Toprak olup seni başının üstünde taşıyan bulunur.
*

Bakın! Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve en güçlü doğuş sebebi sevgi eksikliğidir. Bunun en doğru tedavi yolu ise SEVGİYİ aramak, yaşamak, uygulamaktır. Hoşgörülü olursanız seversiniz. Sevilirsiniz. Karar verirseniz ve de bu yolda çalışırsanız her şeye ulaşırsınız.
*
Can’ı Canan’a teslime hazır değilsen ‘ben AŞK’ım’ deme kimseye.
*

Gönül, dert ile yandı; derdimi paylaşacak bir dost yok. Çok yer gezdim hüznümü azaltacak bir kişi yok. ‘Ben yarinim’ diyen çok amma gerçekte vefalı bir yar yok.
*
Gözünün gördüğünü gönlünün gördüğüne değişirsen EYVALLAH. Gönlünün gördüğünü gözünün gördüğüne değişirsen EYVAH EYVAH.

en güzel mevlana sözleri, mevlana sözleri, mevlana sözleri face, mevlana hayatı kısa, mevlana sözleri resimli, özlü mevlana sözleri, mevlana kimdir kısa, şairler ve yazarlar, altın sözler

GÜVEN DUYGUSU

/ No Comments
çalışanlar, çevre, güven duygusu, güven güveni besler anlayışı, güvenmek, insanlar, müşteri, platform, resimli mesajlar, çocuklara güven duygusu nasıl kazandırılır, güven veren ifadeler

GÜVEN NEDİR?

Güven güveni besler anlayışıyla,
insanlara güvenmek,
her platformda güvenilen kişi olmak,
kişinin çevresine, müşterilerine, çalışanlarına 
güven vermesi gibi çok önemlidir.

*

ÇOCUKLARDA GÜVEN DUYGUSU NASIL KAZANDIRILIR?

 Güven duygusu çocukluğun ilk yıllarında çocuğun anne ve babasıyla kurduğu ilişkiler çerçevesinde oluşmaya başlar. Çocuğun ilk  yaşlarda sevgi ihtiyacı annenin çocuğu kucaklaması,emzirmesi,ilgi göstermesi dokunması ,v.b şekilde giderilir. eğer sevgi ihtiyacı giderilmezse  ilerki yaşlarda bu çocukta güvensizlik duygusunun oluşmasına sebep olur. Örneğin, küçüklüğünden beri yetiştirme yurtlarında  kalan çocuklara baktığınızda hep karamsar bir yüz ifadesi ,başkasından bir şeyler bekleyen ,başkasına bağımlı olduğunu fark edeceksiniz. Eğer  biz çocuklarımızın böyle olmasını istemiyorsak onlara güven duygusunu kazandırmak zorundayız.

Güven duygusu çeşitli yollarla öğretilebilir.

Teşvik  etmek ,çocuğu olduğu gibi kabul etme ,hep güzel yönleri öne çıkarma, olumlu yönlere odaklanmadır. yani olumlu bir tutum içine girmektir. Örnek olarak  Fatih Beyin arkadaşları eleştirirken  hep olumlu yönler üzerinde odaklaşmasını gösterebiliriz. Anne-baba olarak hepimiz çocuklarımızın iyi olmasını isteriz. Bunun için her şeyi yaptığımızı söyleriz. Fakat yaptıklarımıza baktığımızda çok yanlış  yaptığımızı görebiliriz. Ben size şöyle bir tablo ile göstereyim.yaptıklarımızın ne kadar  yanlış olduğunu göreceğiz.   

Çocuğumuzun;
 Sorumluluğunu bilen,bağımsız biri  olmasını istiyoruz ,ona hiçbir vazife vermiyoruz,iş yaptırmıyoruz bütün işlerini biz yapıyoruz. Böylece onu kendimize bağımlı hale getiriyoruz. Sorumluluk almasını engelliyoruz.
 Saygılı ,anlayışlı olmasını istiyoruz . buna  karşılık onlarla alay ederiz ,küçük düşürürüz böylece onlara değerli olmadıklarını hissettirmiş ve saygısızlığı  öğretmiş oluruz.
 Çocuğumuzun bizi seven birisi olmasını istiyoruz. Meşgul olduğumuzda çocuğumuz bizden  sevgi göstermemizi istediğinde onu önemsemeyiz.
 Çocuğumuzun ilgilenen birisi olmasını isteriz ; onunla ilgilenmeyiz.
 Çocuğumuza güven kazandırmak  için bazı fedakarlıklarda bulunmamız gerekiyor. Bunun için bazı tutum ve davranışlarımızdan vazgeçmemiz gerekiyor.

 BIRAKMAMIZ GEREKEN TUTUM VE DAVRANIŞLAR

Olumsuz Beklentiler:Hepimizin çocuklarımızla ilgili olumsuz bazı beklentileri vardır.Biz bu beklentilerimizi beden diliyle veya diretmen belirtiriz. Ve çocuklarda buna inanırlar. Örneğin   çocuğun sınavı kazanacağına inanmıyorsak bunu  bir şekilde iletiriz. Ve çocukta buna inanır.bu duyguyla hareket eder.   
    
D  Gerçek ışı Yüksek Beklenti: her çocuğun belli bir kapasitesi ve yetenekleri vardır.Anne-babalar bunu bildikleri halde yinede çocuklardan  seviyelerinin üstünde şeyler beklerler. Buda çocuğun oluşamayacağı  bir beklenti olduğundan çocuğu güvensizliğe sevk ediyor.  

Örneğin; Ahmet amcanın çocuğu deneme sınavlarında  şeyler beklerler. Buda çocuğun oluşamayacağı  bir beklenti olduğundan çocuğu güvensizliğe sevk ediyor.

Örneğin; Ahmet amcanın çocuğu deneme sınavlarında  40 net yapıyor.  AHMET amca çocuğunun vali olacağı beklentisi içerisindedir. Ama o bölümü kazanmak içinde 100 net gerekiyor.Böyle bir beklenti çocuğun oluşamayacağı bir beklenti olduğundan çocuğu güvensizlik duygusuna kapılmasına sebep oluyor ve çocuk çalışmayı bırakıyor.

 Kardeşler Arası Yarışmayı Destekleme: Çoğu zaman farkında olmadan çocuklarımız arasındaki yarışmayı körükleriz. Birisini tutarız öbürünü iteriz. Birisi iyi diğeri düşük not almıştır birini över diğerini yere vururuz .Böylece bir rekabet ortamı oluşturmuş oluruz .bu rekabet ortamı içinde düşük not alan öbürünü engellemeye çalışır. İyi not alan ise bulunduğu konumunu kaybetme korkusu ve endişesiyle güvensizlik duygusuna kapılmaktadır .

 AŞIRI HIRS

Bazı anne-babalar hep mükemmel olmayı isterler. Ve yenilgi ihtimali olan işlere girişmezler. Çocuklarından da bunu beklerler. Örnek;  En iyi, mükemmel, kusursuz birisin

Bu çocuk için ulaşılması güç bir şey olduğu için çocuk buna ulaşamadığı içinde kendini  değersiz his edecek .

 AŞIRI KORUYUCU ANNE-BABA  TUTUMU: 

Bazı anne-babalar yılar sonra gelen ilk çocuk olması ,veya çocuğunun iyiliği için  çocuğuna iş yaptırmaz bütün ihtiyaçlarını  karşılar  el üstünde büyütür kötü  olmasın diye sokağa  çıkartmaz. Bu şekilde yetişen çocuklar  hep başkalarına bağlı kalırlar ve kendi başına kaldığı zaman endişeye kapılır.Örneğin bunalttığımız şekilde yetişen biri olan Murat'ı  babası bir işe yerleştiriyor akşama işi bırakıyor  ve babası yeni bir iş buluyor  murat bu işe de ancak yarım  gün dayanıyor.  Çünkü şimdiye kadar iş yapmadığı için kendine güvenmiyor.

 AŞIRI İTİCİ -BASKICI TUTUM VE DAVRANIŞLAR: 

Aşırı baskıcı ve itici, reddedici tutumlar yüzünden çocuklar duygularını dile getiremiyorlar. Duygularını hep içine atarlar. Ve öyle bir hale gelir ki dolar ve bir şekilde patlak verir.  Örneğin; cinsel konular konusunda çok baskıcı olan toplumumuzda  bu konulardaki duygularımızı  ifade etme çok zor. Ercan adında bir arkadaş bir kıza aşık oluyor. Ne duygularını kıza iletebiliyor  nede kimseye anlatabiliyor. Acaba kıza söylesem ne der? ailesi duyarsa ne olacak kızla çıksam ne diyecekler…. v.b. böyle bir iç çatışması yaşıyor ve ruhsal dengesi bozulmuş bir şekilde psikiyatri  servisine götürülüyor .

ÇOCUĞUMUZA  GÜVEN  DUYGUSU  KAZANDIRMAK  İÇİN YAPMAMIZ  GEREKEN  TUTUM  VE  DAVRANIŞLAR

 Olumlu  Olun:  Çocuklarınıza karşı olumlu bir tavır takının. Sürekli güzel yönleri üzerinde yoğunlaşın.  Çocuğunuz maç mı  oynamış  maçta güzel orta açmışsa o nokta üzerinde odaklaşıp eksiklikleri öne sürdükçe çocuk kendini değersiz hisseder.

 Çocuğunuz bir şeylerle uğraşırken ona karışmayın. Karıştığınız zaman ona şöyle bir mesaj vermiş oluruz  'Sen bu işi yapamazsın  ben sana güvenmiyorum.' ve bu  şekilde onun kendini yetersizlik duygusuna kapılmasına sebep olmuş oluruz.  Örneğin; çocuğunuz   daha yürüyemiyor kanepeye çıkmak için tırmanıyor.Siz çocuk düşer diye kaldırıp  kanepeye koydunuz. Böylelikle çocuk kendini değersiz hissedecek. Bunun yerine onun yakınında durup bıraksak kendi çıksa çocuk kanepeye çıktığında  zafer kazanmış gibi kendini  güçlü hissedecek ve kendine güven duyacaktır. 

 Eğer çocuğunuz yardım isterse ona güven telkin  edin. Örneğin; yapabilirsin, sana güveniyorum, ………yapmıştın  v.b.  ifadelerle ona  güven verin.
Eğer önerilerde  bulunacaksanız önerilerinizi yumuşak bir tavırla onun fikrine sunun.  Emir verir gibi sunmayın.  Örneğin;  bu şekilde  yapsanız   nasıl  olur,  ben böyle yapmıştım iyi olmuştu acaba siz  ne dersiniz? 

 Çabaları ve ilerlemeleri öne çıkarın.   Çocuğunuzdaki gelişmeleri öne çıkararak onun geliştiğinin farkına varmasını sağlayın. Bununla da yetinmeyip gösterdiği gayretlerini de öne çıkararak onunla ilgilendiğinizi ve  değer   verdiğinizi hissettirin. Örneğin; 'Baya çalışmışsın, notunu yükseltmene  sevindim, işi bitirmemişsen de  baya yapmışsın…….

 Katkılarını  Belirtin:   Çocuklar bir  faydalarının  olduklarını     hissettikleri zaman  kendilerini değerli hissederler.  Çocuğunuzun başarılı olduğu işleri ona verin . ve aileye katkısı olduğunu hissettirin. Örneğin çocuğunuz alışveriş işlerini iyi yapıyorsa  alışveriş işlerini ona yaptırın,  taktir edin.  Böylelikle çocuğunuz kendisininde birşeyler yapabileceğini öğrenecek ve kendine güven duyacaktır.
  
 Övgü yerine teşvik edin.  Övgü rekabet ve karşılaştırmaya dayandığı için çocukların hem güçlü  hemde güçsüz  yönlerini olumsuz etkiler.  Örneğin , ; çocuklarınızdan biri 5, diğeri 3 aldı diyelim. Eve geldiklerinde  5 alan çocuğa aferin benim güzel oğlum seninle gurur duyuyorum. 3 alan çocuğa ise kardeşin ne kadar güzel not almış sen çalışmıyorsun tembelsin..vb. tepkiler gösterdiniz. Düşük not alan çocuk kendisine değer verilmediği için kardeşini kıskanacak ve onu engellemeye  çalışarak onu küçük düşürmeye çalışacak. İyi not alan çocuk ise bulunduğu konumu kaybetme endişesiyle yeni işlerde acaba başaramazsam  ne olacak korkusuyla girişimde bulunamayacak. 
 Övgü sadece başarılı durumlarda en iyiye verilen bir ödül niteliğindedir. Bu yönüyle bir kontrol etme aracı  niteliği taşıyor.  Çocuğu övdüğünüz zaman  çocuk şöyle bir hisse kapılır. Ben sadece başarılı olduğum zaman değerliyim. O halde değerli olarak kalmak için sürekli başarılı olmalıyım. Bu durum ulaşılması güç bir durum olduğundan çocuk hata yapma endişesiyle girişimde bulunmaktan kaçacaktır. Teşvik ise çocuğun  başarısız olduğu durumlarda   çocuğa güven kazandırmak amacı ile yapılır. Teşvikte kıyaslama yoktur.  Çocuğu olduğu gibi kabul etme vardır. Gayretleri ve ilerlemeleri katkıları  ön plana çıkarma   vardır.

 ÖVGÜ   TEŞVİK  EDİCİ OLABİLİR Mİ?

Övgünün teşvik edici olması  şunlara bağlıdır: 
Çocuğun Amacı:eğer çocuk ilgi çekmek ,intikam almak amacıyla  övgü kazanmaya  çalışıyorsa teşvik edici olmaz. İlgiyi çektikten sonra köşesine  çekilir.sadece ilgi ihtiyacı olduğu  zaman girişimde  bulunur işi bittikten sonra işbirliği de biter.
 Anne-babanın amacı:anne-baba çocuğu kontrol etmek amacıyla övgüye baş vuruyorsa başarılı olmaz.
 Övgü şekli: Eğer çocuk bir beklenti içinde ise övgü başarılı olmaz. Çocuk övgüyü herhangi bir beklentisi olmadan kabul etmelidir.

  ÖVGÜNÜN ANNE-BABA ÇOCUK İLİŞKİSİNDEKİ YERİ

Çocukları motive etmenin en etkili yolu teşvik etmektir. Acaba  övgünün yararlı olduğu durumlar yok mu? Varsa nasıl olmalıdır?
Anne -babalar şu amaçla övgüyü kullanabilirler;
 Önemli bir gelişmeyi fark etmek ve teşvik etmek için:Uzun zamandan beri hiç iyi not almamış olan çocuğunuzun yüksek notlar almaya başlaması ,büyük işler başarması vb.
 Çocuğun çok düşük bir güven duygusu varsa ve kendi güçlü yönlerini tanıyamıyorsa onun kendini tanımasına yardım etmek için: Örneğin; 'ne kadar güzel oynadın', 'güzel pas attın', vb. mesajlarla hem kendi güçlü yönlerini görmesini hemde kendine güven duymasını sağlamış oluruz. Çocuğunuzu överken aşırıya gitmemeniz de bağımlı olmuyorsa övgü etkili olur. Eğer siz çocuğunuzun  övgüye ihtiyacı olduğunu ve ona güven vereceğine inanıyorsanız övgüyü kullanın.

 Övgünün Etkili Olması İçin Kılavuz

 1-Belirtin: Davranışın övgüye değer yönünü övün.Örneğin: sobayı güzel kurmuşsun ,kornerleri iyi kullanıyorsun,şimdi daha iyi konuşuyorsun.vb.

 2-Gelişmeyi vurgulayın: örneğin ;…ilerletmen güzel ..,baya öğrenmişsin.,vb…fakat çocuğu gayret sarf etmesi için zorlamayın.

 Aşırı övgü ümitsizlik doğurur. Onun için çocuğunuzu överken aşırıya gitmemenizi tavsiye ederiz. Teşvik ise çocuğunuzun kendini değerli hissetmesini ve güven duygusunun gelişmesini sağlar.

TEŞVİK DİLİ
Çocuklarımızla ilgili yorumlarda bulunurken onların yaptıklarınını yargılayıcı ifadeler kullanmamaya dikkat etmeliyiz. Çoğu zaman güzel ifadelerle onları överiz.Bu yorumlarımızla  değer yargılarımızı belirtir ve çocuklarımızın kendilerine inandırmaktan uzak kalırız. Değer ifade eden ifadeler kullanmamaya dikkat etmeliyiz. Örneğin; mükemmel,iyi, kötü,vb.. bunun yerine teşvik edici ifadeler kullanmalıyız.

 KABUL EDİCİ İFADELER

<Müzikten hoşlanıyor gibisin >
<mutlu olduğunu his ediyorum>
<bunun hakkında neler düşünüyorsun>

GÜVEN GÖSTEREN İFADELER

<…edebilirsin>
sana güveniyorum>
Katkıyı ,güçlü yönleri vurgulayan ve takdir edici ifadeler
<teşekkür ederim işimi kolaylaştırdın>
<bu konuda yardımına ihtiyacım var.>
<bu konuda  beceriklisin>
<tebrik ederim güzel bir çalışmaydı>
Çaba ve gelişmeyi fark eden ifadeler:
 <…baya çalıştığın belli oluyor.>
işi bitirmemiş olabilirsin ama baya da bitirmişsin.>



çalışanlar, çevre, güven duygusu, güven güveni besler anlayışı, güvenmek, insanlar, müşteri, platform, resimli mesajlar, çocuklara güven duygusu nasıl kazandırılır, güven veren ifadeler

BİLGE KRAL: ALİYA İZZETBEGOVİÇ

3 Ocak 2023 Salı / 1 Comment
aliya, bilge kral, bosna, bosna hersek, göster, hoşgörü, izzetbegoviç, kendi, aliya izzetbegoviç sözleri, aliya izzetbegoviç kimdir, saygı, saygılı, sev, slogan, sloganımız, aliya izzetbegoviç hayatı

aliya, aliya izzetbegoviç hayatı, aliya izzetbegoviç kimdir, aliya izzetbegoviç sözleri, bilge kral, bosna, bosna hersek, izzetbegoviç, bosna soykırım, srebrenitze katliamı, bosna savaşı

ALİYA İZZETBEGOVİÇ KİMDİR?

Alija İzetbegović (Boşnakça söyleyişi: [alija izɛtbɛɡɔʋitɕ]; d. 8 Ağustos 1925 - ö. 19 Ekim 2003), Boşnak devlet adamı ve bağımsız Bosna-Hersek'in ilk Cumhurbaşkanı.

Alija İzetbegović, 1925'te bugün Bosna-Hersek'in kuzeybatısında bulunan Bosanski 'amac kasabasında Dünya'ya geldi. Ailesi İslâmî duyarlılığa sahip bir aileydi. Ancak İzetbegović, İslam karşıtı ve Müslümanları Avrupa'ya dışarıdan girmiş kimseler olarak gören bir çevrede yetişti. Saraybosna'da bir Alman lisesinde eğitim gördü. Bilime önem veren ve disiplinle çalışan bir öğrenci olarak tanındı.

Lise çağında üstün kabiliyetleriyle ve İslamî konulara ilgisiyle öne çıktı. O dönemde bazı arkadaşlarıyla birlikte dinî konuları tartışmak amacıyla Mladi Muslimani (Müslüman Gençler Kulübü) adını verdikleri bir kulüp kurdu. Bu kulübü kurduğunda henüz 16 yaşındaydı, fakat oldukça etkin ve üretken bir düşünce kabiliyetine sahip olduğu gözleniyordu. Bu yüzden kurduğu kulüp bir düşünce kulübü olmaktan çıkarak aktivite kulübüne dönüştü. Dolayısıyla birtakım eğitim ve hayır faaliyetlerine öncülük etmeye başladı. Ayrıca genç kızlar iςin de ayrı bir birim oluşturdu. İkinci Dünya Savaşı esnasında da ihtiyaç sahiplerine yardım etti.

İzetbegović'in kurduğu Müslüman Gençler Kulübü oldukça önemli faaliyetler gerçekleştirdi. İkinci Dünya Harbi esnasındaki faaliyetleriyle de herkesin dikkatini çeken gözde bir oluşum hâline geldi. Ancak bu savaş esnasında tüm Yugoslavya, Almanların işgaline uğramıştı. Bu savaş esnasında Sırp Çetnikler Alman askerlerinin de desteğinden yararlanarak Bosna'da 100.000 Müslüman'ı öldürdüler.
13 Ocak 1946'da Yugoslavya yeniden bağımsızlığına kavuştu. Ancak bu bağımsızlık hareketinde Komünist Parti yanlıları önemli bir rol üstlendiklerinden bağımsızlık sonrasında da ülkede yönetimi ele geςirdiler. Ülkenin resmî statüsünü de federal cumhuriyetler birliği olarak belirlediler. Buna göre Yugoslavya altı federal cumhuriyet ile iki özerk bölgeden oluşacak, cumhuriyetlerden biri de Bosna-Hersek Cumhuriyeti olacaktı.

Komünist rejimin ülke yönetimini ele geςirmesiyle birlikte dinlere özellikle de İslam'a karşı bir savaş başladı. İzetbegović, İslamî faaliyetleriyle tanındığından ve ateizme karşı olduğundan komünist baskının en önemli hedeflerinden biriydi. Bu sebeple 1949'da İslamcılık suçlamasıyla haρse girerek beş yıl haρis cezası çekti.

İzetbegović'in sıkıntıları 1953'te iktidara gelen Tito zamanında daha da arttı. Fakat o bütün baskılara rağmen İslamî konularda kafa yormaya, fikirler üretmeye, etrafını aydınlatmaya devam ediyordu. Bu arada sistemin Müslümanların meseleleriyle ilgilenmesi üzere görevlendirdiği Hasan Duzu ile ilişki kurarak onunla irtibat halinde çalışmalar yürütmeye başladı.

Tito'nun 1974'te yeni bir anayasa hazırlamasından sonra yönetim Müslümanlar üzerindeki baskıyı kısmen hafifleterek bazı geleneksel İslamî kurumların yeniden işlev kazanmasına imkân sağladı. Bu yumuşama üzerine bazı camiler ve medreseler yeniden açıldı. Küçük çaρta da olsa bir yumuşamayla bazı dinî kurumların yeniden hayata geςirilmesi Müslümanlar arasında hızlı bir İslamî uzlaşıya zemin hazırladı.

1980'de Tito ölünce federasyon cumhurbaşkanlığı konusunda bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Bunun üzerine altı federal eyaletin her birinin cumhurbaşkanının sırayla bir yıl federasyon cumhurbaşkanlığı yaρması üzere anlaşma sağlandı. Bu gelişmeyle birlikte ülkede kısmen bir demokratikleşme sürecine girilmiş oldu. Çünkü federal eyaletlerde yönetime geçmek isteyenler siyasal partiler vasıtasıyla faaliyetler yürütebiliyorlardı. Buna bağlı olarak hürriyetlerde de bir genişleme oldu. İzetbegović'in oğlu bu ortamdan yararlanarak babasının makalelerini bir kitaρta toparlayıp, 1983'te "İslamî Manifesto" adıyla yayınladı. İzetbegović'in daha önce 1970'te de bu adla bir kitabı yayınlanmıştı. 1983'te söz konusu kitabın yayınlanması epey bir yankı uyandırdı. Hâkim sistem bu gelişmeye tahammül edemeyerek İzetbegović'i Avrupa'nın ortasında radikal İslamî bir cumhuriyet kurmak iςin çalışmakla suçladı ve tutuklattı. İzetbegović, mahkeme önüne çıkarılıp 'hakim sistemi değiştirmek ve Bosna-Hersek'i İslamî devlete dönüştürmek iςin çalışmak'la itham edildi ve yargılamadan sonra 14 yıl haρis cezasına mahkûm edildi. Fakat bu mahkûmiyet onun kitabının bütün Bosna'da duyulmasını ve tesirini göstermesini sağladı. Müslümanlar muhtelif yollarla onun söz konusu kitabını temin etmeye çalışıyorlardı. Kitabın yazarının bu kitaρtan dolayı haρiste olması okuyanların ruhlarındaki tesirinin daha da artmasına sebep oluyordu.

Yaɾgıtay kaɾaɾıyla daha sonɾa mahkûmiyet süɾesi 11 yıla indiɾildi. 1988'de çıkaɾılan biɾ afla da seɾbest bıɾakıldı. Beş yıllık haρis süɾesi (1983-1988) İzetbegović'in hayatında önemli etkileɾ yaρtı. Haρiste düşünmeye, fikiɾ üɾetmeye, daha önce üɾetilmiş fikiɾleɾden istifade etmeye çokça fıɾsat buldu. Bunun yanı sıɾa önemli biɾ fikɾi eseɾinden dolayı haρse atılması olması, onun fikiɾleɾinin çevɾede daha çok yankı uyandıɾmasına sebep oldu. Ayɾıca onun haρiste olduğu dönemde yıllaɾını veɾdiği "Doğu ve Batı Aɾasında İslam" adlı meşhuɾ kitabı yayınlandı. Bu kitabını biɾ aɾkadaşı neşɾetti ve çok kısa zamanda geniş biɾ kitleye ulaşaɾak büyük yankı uyandıɾdı. İzetbegović, bu kitabıyla İslam'ı sade ve öz biɾ şekliyle yetişen nesilleɾe kazandıɾmayı hedefliyoɾdu.

1990'lı yıllaɾa giɾildiğinde Yugoslavya Sosyalist Fedeɾal Cumhuɾiyeti iςinde biɾ bağımsızlık haɾeketi baş gösteɾdi. Özeɾk cumhuɾiyetleɾ biɾbiɾi aɾdından bağımsızlıklaɾını ilan ediyoɾ ya da bu yönde niyetleɾini oɾtaya koyuyoɾlaɾdı. Bosna-Heɾsek de 1 Maɾt 1992'de geɾçekleştiɾdiği ɾefeɾandum sonɾasında bağımsızlığını ilan etti. sozkimin.com Çünkü yaρılan ɾefeɾandumda halkın % 62,8'i bağımsızlığı teɾcih etmişti. Ancak Sıɾplaɾ hemen aɾkasından Bosna-Heɾsek yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlaɾa kaɾşı savaş açaɾak yeni biɾ katliam haɾeketi başlattılaɾ. Hıɾvatistan ve Slovenya'nın bağımsızlık mücadelesine destek olan Avɾupa ülkeleɾi ve ABD ise Bosna-Heɾsek'i Sıɾp saldıɾılaɾı kaɾşısında yalnız bıɾaktılaɾ. Bosna-Heɾsek Müslümanlaɾını en çok sıkıntıya sokan da, Avɾupa'nın üçüncü büyük oɾdusu Yugoslavya Fedeɾal Oɾdusu'nun Sıɾp çetnikleɾiyle biɾlikte haɾeket etmesi, onlaɾa destek veɾmesiydi. Müslümanlaɾsa heɾhangi biɾ askeɾî destekten yoksun ve silah yönünden çok zayıftılaɾ. Sonuçta Sıɾplaɾ Bosna-Heɾsek'in önemli şehiɾleɾini işgal ettileɾ. Bu işgal haɾeketi biɾ milyona yakın Müslüman'ı göçe zoɾladı. Sıɾplaɾ işgal ettikleɾi yeɾleɾde hem katliam hem de yıkım geɾçekleştiɾiyoɾlaɾdı. Özellikle camileɾi ve İslamî izleɾ taşıyan taɾihî eseɾleɾi yıkmaya özen gösteɾiyoɾlaɾdı.

Bosna-Heɾsek meselesinin çözümü iςin değişik taɾihleɾde geɾçekleştiɾilen göɾüşmeleɾ ve aɾabuluculuk çalışmalaɾı da biɾ sonuç veɾmedi. 1994'ün sonuna gelindiğinde Bosna-Heɾsek'teki iç savaşın aldığı can sayısı 250.000'i, göçe zoɾladığı insan sayısı ise 1 milyonu aşmıştı.

Bosna-Heɾsek Cumhuɾiyeti cumhuɾbaşkanı Alija İzetbegović çok büyük askeɾî güce ve imkana sahip olan Sıɾplaɾla, heɾ tüɾlü askeɾi imkandan yoksun ve hiçbiɾ dış desteğe sahip olmayan Bosna-Heɾsek halkını kaɾşı kaɾşıya getiɾmemek iςin önce oldukça temkinli biɾ politika izledi.

Bosna-Heɾsek Müslümanlaɾının diɾenişleɾine Müslüman halklaɾ gɾubu sahip çıktı. İslam dünyasının muhtelif bölgeleɾinden gençleɾ diɾenişςileɾ soykıɾıma duɾ demek iςin bu ülkeye gitti. Diɾeniş ve savaş aynı zamanda Bosna-Heɾsek Müslümanlaɾı aɾasında İslamî bilinçlenmenin aɾtmasını da sağladı. Ancak ülke yönetimleɾi Bosna-Heɾsek Müslümanlaɾını büyük ölçüde yalnız bıɾaktılaɾ. Buna ek olaɾak Avɾupa ve ABD, ezilen ve katliamlaɾa maɾuz kalan Bosna-Heɾsek halkına hiçbiɾ şekilde destek çıkmadı. Кatliamın son ɾaddesine vaɾdığı sıɾada da Sıɾplaɾın istekleɾini kabul etmeleɾi iςin Müslümanlaɾa baskı yaρtılaɾ. İşte bu siyasi baskılaɾ ve eşit olmayan savaş şaɾtlaɾı kaɾşısında İzetbegović, önüne konulan anlaşmayı kabul etmiştiɾ. Çünkü savaşın devam etmesi Bosna Müslümanlaɾının tam biɾ soykıɾımla kaɾşı kaɾşıya gelmeleɾi gibi sonucun doğmasına sebep olabileceğini düşünüyoɾdu. Neticede 1995'te ABD taɾafından dayatılan Dayton Anlaşması'nın imzalanmasıyla savaş sona eɾdi. Anlaşma Bosna-Heɾsek topɾaklaɾının % 51'ini Müslümanlaɾa ve Hɾistiyan Hıɾvatlaɾa, % 49'unu da Bosna-Heɾsek Sıɾplaɾına (veya bu ülkeye yeɾleşmiş Sıɾplaɾa) veɾiyoɾdu. Yönetimin de bu üç halk aɾasında paylaşılmasını şaɾt koşuyoɾdu. Anlaşmayla Ameɾika Biɾleşik Devletleɾi, aynı zamanda Müslümanlaɾa elleɾindeki silahlaɾı imha etmeleɾini ve ABD patentli silahlaɾı, yedek paɾçasız biɾ şekilde satın almalaɾını şaɾt koştu.

Bosna-Heɾsek Savaşı, ABD ve Avɾupa'nın haçlı kimliğini biɾ kez daha gözleɾ önüne seɾmiştiɾ. Bunu bizzat Avɾupalı taɾihςileɾ ve yoɾumculaɾ da itiɾaf etmiş ve bu savaşta Batılılaɾın 19. yüzyıldaki sömüɾgeci kimlikleɾine geɾi döndükleɾine dikkat çekmişleɾdiɾ.

Bazı Eserleri 

- İslam Manifestosu
- İslam Deklarasyonu ve İslamî Yeniden Doğuşun Sorunlaɾı
- Doğu ve Batı Arasında İslam
- Tarihe Tanıklığım

Aliya İzzetbegoviç Sözleri:

* Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir. 

* Bazıları dini bağlılıklarının kendilerini tefekkürden azade kıldığına inanırlar. 

* Din ahlaktır; onu hayata geçirmek ise terbiyedir. 

* Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitaba uyacağız. 

* Bir Şahsın Yüceltilmesi Hadisesi, geçmişte ve bugün var ama İslam'a kesinlikle yabancıdır! Çünkü bu bir çeşit putçuluktur!  

* Ben Müslümanım ve Müslüman olarak kalmaya kararlıyım. Bu hayatımın sonuna kadar böyle devam edecek. Çünkü İslam benim için iyi ve asil olmanın en doğru ifadesidir.  

* Çok yaşadım ve çok yoruldum. Şimdi Sevgilime kavuşmak istiyorum.  

* Hayvanlar açken tehlikeli olur. İnsanlarsa tokken tehlikeli oluyorlar. 

* Kur'an ve İslam sadece hocalara bırakılmayacak kadar önemlidir. 

* Bütün yücelik ve şükran Allah'a aittir ve insanların gerçek kalitesini ancak Allah tespit edebilir. 



aliya, bilge kral, bosna, bosna hersek, göster, hoşgörü, izzetbegoviç, kendi, aliya izzetbegoviç sözleri, aliya izzetbegoviç kimdir, saygı, saygılı, sev, slogan, sloganımız, aliya izzetbegoviç hayatı

NASRETTİN HOCA FIKRALARI

/ No Comments
nasrettin hoca fıkraları, nasreddin hoca fıkraları, hoca nasreddin, nasrettin hoca kimdir, en güzel fıkralar, seçme fıkralar, komik fıkralar, en komik nasrettin hoca fıkraları, fıkralar

Nasrettin Hoca Fıkraları

Bindiği dalı kesmesi

Nasreddin Hoca, köy meydanındaki koca çınar ağacının üzerine çıkmış, elindeki balta ile bindiği dalı kesmeye başlamış.

Görenler :
-"Aman Hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin!" diye bağırmağa başlamışlar.

Hoca kesmeye devam ederek seslenmiş:
-"Bu dalı kesenin yere düşeceğini hepiniz akıl ettiniz de, ben size yıllardır ahiretin dalı olan dünyanızı keserseniz cehenneme düşersiniz diyorum, neden hâlâ akıl edemiyorsunuz!!!..."
Oğlumun babası öldü de

Bir gün Nasreddin Hoca'yı siyah elbiseleriyle görenler:

- "Ne oldu Hoca efendi" demişler, "bu gün karalar giymişsin?"

- "Oğlumun babası öldü de ..." demiş Hoca, "O'nun yasını tutuyorum."

Kim Daha Büyük

Hoca'ya:
- "Efendi" demişler, "padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi ?"

- "Çiftçi büyük elbet" demiş Hoca ve eklemiş; "Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse pâdişah acından ölür."

Gönlüm razı olmadı

Nasreddin Hoca, kasabadan Kur'an-ı kerim, tefsir ve ilmihal gibi bazı kitaplar almış. Bir çuvala yerleştirmiş. Çuvalı sırtına almış, eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor.

Yolda Hoca'yı görenler :
- " Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın ?" diye sormuşlar.

- "Ne yaparsın" demiş Hoca, "zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmaya gönlüm razı olmadı."

Ya Tutarsa

Nasreddin Hoca azığını heybesine koyup yola çıkmış. Öğlen vakti Akşehir gölü kenarında, bir ağacın altında oturmuş. Ekmeğini, zeytinini ve bir çanak yoğurdunu gölgede keyifle yemiş. Yoğurt çanağını gölde çalkalarken birisi görüp sormuş.

- "Ne yapıyorsun Hoca ?"

-"Göle maya çalıyorum" demiş Hoca.

Adam üstelemiş :
- "İlâhi Hoca, göl maya tutar mı hiç ?"

-"Ben de biliyorum tutmayacağını, ammaaa ya tutarsa !..."

Sesimin Arkasından Koşuyorum

Hoca ikindi ezanını okumağa başlamış. O sırada bazı komşuları evlerinin önlerinde birbirleriyle konuşuyorlar, sanki ezan sesini duymuyor gibi davranıyorlarmış. Aslında O komşular camiye de pek sık gelmiyorlarmış. Hoca sesini biraz daha yükseltmiş, amma bakmış ki fark eden bir şey yok. O tarafa doğru koşmaya ve koşarken de ezanı okumaya devam etmiş.

O komşulardan birkaç kişi Hoca'ya bir şey olduğunu düşünerek yanına koşuşup sormuşlar :
- "Ne oldu Hoca Efendi, niçin koşarak ezan okuyorsun.?"

- "Sesimin nerelere kadar gittiğini merak ettim de; arkasından koşuyorum" demiş.

Hanımla Muhabbet

Hoca bir gün karısına :
- "Hatun" demiş, "Şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağanın adı neydi ?"

- "Kendin söyledin ya, efendi" demiş karısı, "Mehmet ağa."

- "Canım, dilim sürçtü işte... Ne iş yapar diyecektim." demiş Hoca.

- "A efendi" demiş karısı, "kendin çarıkçı demedin mi?"

- "Anlasana işte" demiş Hoca, "nerede oturuyor demek istedim."

- "Efendi, bugün sana ne oluyor?" demiş karısı "Komşu" dedin ya..."

Hoca birden sinirlenmiş.
- "Aman be karı... Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!"

İnsanlar gibi düşünür

Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken, bir papağanın on iki altına satıldığını görünce şaşıp kalarak yanındakilere sormuş:
- "Bu kuş neden bu kadar para ediyor ?"

- "Bu papağandır" demişler, "konuşur."
Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
- "Kaça hindi ?" diye sormuşlar.

- "On beş altın" demiş Hoca.

- "Bir hindi on beş altın eder mi ?" demişler.

- "Görmüyor musunuz !" demiş Hoca; "yumruk kadar papağanı on iki altına satıyorlar."

- "Onun marifeti var, insan gibi konuşur. Ya seninki ne yapar ?" diye sormuşlar.

- "O düşünmeden konuşur" demiş Hoca ; "Bu da insanlar gibi düşünür."

Su dediğin böyle olur

Nasreddin Hoca bir yaz günü yolculuk ederken, öğle vaktine doğru bir hayli susar. İlerde bir göl görür. Şöyle kana kana su içmeyi düşünerek gölün kenarına gelir, avucunu doldurur, hızla bir kaç yudum
yutar; amma midesi bulanır, tükürmeye çalışır. İlk defa karşılaştığı bir su olan Acıgöl'ün sodyum sülfatlı suyu midesini berbat etmiştir.

Hoca civarda aranırken küçük bir su kaynağına rastlar. Suyun tatlı su olduğunu anlayınca, önce ağzını iyice çalkalar, sonra da kana kana su içer, Eşeğini de sular.

Şakır şakır dalgalanan Acıgöl'e şöyle bir bakar, su içtiği kaynaktan avucunu doldurarak gölün kenarına gelir;

- "Cimri zenginin zekâtsız malı gibi şişinip durma!... Su dediğin böyle olur" diyerek avucundaki suyu şak diye gölün yüzüne savurur.

Öğüt : Yerinde ve zamanında yapılmış ikramın küçüğü, büyüğü olmaz. Allah'ın rızasını kazanmak için fırsatları iyi değerlendirelim.

Birinin anası ağlayacak

Hoca'nın oğullarından biri yakın köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün Hoca yanına gidince :
- " Baba, bütün paramı şu çömleklere yatırdım" demiş. " Hava güneşli olurda zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak!"

Hoca oradan ayrılıp başka bir köyde oturan büyük oğluna uğramış.
Oğlu :
- " Baba, varım yoğum şu tarlada, zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak" demiş.

Hoca eve canı sıkkın dönmüş.
Karısı :
- "Hayrola efendi, yüzün neden asık" demiş.
- "Benimki bir şey değil" demiş Hoca; "Asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da bizim oğlanlardan birinin anası ağlayacak".

Hamam bahşişi

Hoca bir gün hamama gider. Hamamcılar onunla hiç ilgilenmez, eski bir peştamal, yırtık bir havlu verirler. Hoca sesini çıkarmaz. Hamamdan çıkarken uzatılan aynaya yüklüce bir bahşiş bırakır.

Bir hafta sonra aynı hamama geldiğinde, bu kez büyük ikramlar görür, fakat çıkarken aksine pek az bir bahşiş bırakır.

-"Efendi" der hamamcılar, "gösterdiğimiz o kadar ilgiye, saygıya karşı bu kadarcık mı bahşiş verilir?"

- "Bugün verdiğim, geçen haftanın bahşişiydi" der Hoca, "geçen hafta verdiğim de bugünkü hizmetinizin karşılığıydı. Böylece ödeştik !"

Mevsimlerden yakınanlara

Bir toplulukta soğuklardan yakınanlar olmuş. İçlerinden biri:
- "Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar." demiş.
Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca :
- "Öyle deme bre cahil, bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı?" demiş.

Öğüt: Olayları bir bütün olarak değerlendirebilmek olgunluk belirtisidir. Dünyayı insanlar için sonsuz güzelliklerde ve sonsuz bir ilâhi sanatla yaratan ve her an varlıkta tutan Rabbimize teşekkür etmeyi, şükretmeyi unutmayalım.

Acemi bülbül

Hoca bir gün, yol kenarındaki hayrat ağaçlardan birine çıkmış, incir yemeye başlamış. Yanından geçen bir yolcu seslenmiş:
 
   - "Hey ! Sen kimsin ? Ne yapıyorsun orada ?"

- "Ben bülbülüm" demiş Hoca.

Adam :
- "Öyleyse öt bakalım" deyince, Hoca karga gibi acayip sesler çıkarmış.

- "Bu ne biçim bülbül sesi yahu", demiş adam. "Bülbül hiç böyle mi öter."

- "Ne yapalım" demiş Hoca, "acemi bülbül bu kadar öter!"

Saz çalması

Hoca'ya sormuşlar :
- "Saz çalmayı bilir misin?"

- "Bilirim" demiş.

- "Buyur, çal bakalım" diyerek eline bir saz tutuşturmuşlar. Hoca mızrabı almış, perdelere basmadan tellere vurmağa, tuhaf sesler çıkarmağa başlamış.

- "Saz böyle mi çalınır a Hoca?" demişler, "parmaklar perdeler üzerinde gezdirilir, mızrap tellere
vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar."

- " Perdeleri bulamayanlar öyle çalar" demiş Hoca; " Ben sazı elime alır almaz perdeyi buldum! Ne diye boşuna gezineyim."

Akıl sır ermiyor

Hoca'nın iki yüz akçe parası kaybolmuş. Bulunması için dua etmeye başlamış. O sırada Akşehir'in zenginlerinden birinin bindiği gemi yolda fırtınaya tutulmuş. "Eğer sağ salim memleketime varırsam Hoca'ya iki yüz akçe vereceğim" diye adakta bulunmuş.

Adam kurtulup gelmiş, Hoca'yı bulup parayı vermiş.

Hoca bir süre düşündükten sonra:
- "Allah'ım bu ne dolambaçlı yol! Bu parayı ben nerede yitirdim, Sen bana nerede buldurdun ! ... İşine gerçekten de akıl sır ermiyor" demiş.   

Mesele çatallaştı

Kasabalılar, Nasreddin Hoca'ya Kadı'dan yakınmışlar : "Kadı efendi çok menfaatçi bir adam. Aynı suça bazen beraat, bazen de çok ağır ceza veriyor. Hak hukuk tanımıyor, nereden menfaati varsa o taraftan oluyor. Münafık bir adamdır. Bundan nasıl kurtuluruz" demişler.

Hoca durumu mülki amirlere bildirmişse de, onları pek inandıramamış. "Nasıl ispat edersin"? demişler.

Hoca'mız, Kadı efendinin tanımadığı bir müfettişin kendisine gönderilmesini ve beraberce Kadı'yı ziyaret etmelerinin yeterli olacağını mülki amire, (vali'ye) anlatmış. Kabul etmişler.

Kararlaştırılan günde müfettiş bey kasabaya, Nasreddin Hoca'nın konuğu olarak gelmiş. Kimliğini gizli tutarak, kasaba eşrafından beş altı kişiyle beraber kadı efendiyi ziyarete gitmişler.

Hoş beşten sonra, Hoca , Kadı efendiye :
-"Efendi" demiş. "Kırda sığırlar yayılırken bir alaca inek, -sanırım sizinki- bizim ineği karnından boynuzlayıp öldürmüş. Buna ne gerekir ?"

- "Bunda sahibinin ne kabahati var ?" demiş Kadı, "hayvandan kan davası edilmez."

Hoca sözünü değiştirmiş:
- "Yok yok yanlış söyledim, bizim inek sizinkini öldürmüş !"

Bunu duyan kadı efendi hızla yerinden kalkıp, raftaki Kanun kitabına uzanırken;
- "Haa mesele şimdi çatallaştı, bakalım kara kaplı kitap ne diyor?" demiş. 

Ben küçük yangınlara karışmam

Kasabanın en zenginlerinden olan Murat ağa, kendisinin çok akıllı olduğu için servet sahibi olduğunu sanırmış.
Cumadan cumaya camiye gelirmiş. Caminin yakınında, etrafı sağlam taş duvarlarla çevrili, içinde çok çeşitli meyve ağaçları olan büyük bir bahçe içinde, üç katlı kocaman bir evi varmış.

Süslü ve pahalı elbiseler giyer, gururla dolaşırmış.
Nasreddin Hoca'nın cuma vaaz ve hutbelerini dinledikten sonra, vaaz işine gelmiyorsa;
-"Hoca, sen dünya işlerine karışma, din işi ayrı, dünya işi ayrı" der bilgiçlik taslarmış.

    Bir gün Murat ağa'nın evinde yangın çıkmış. O sırada cemaat öğlen namazından çıkmaktaymış. Murat ağa camiye doğru koşup, Nasreddin Hoca'ya ve cemaate hitaben:
- "Aman Hocam yetişin! Evimden alevler çıkıyor. Şu yangını söndürelim" diye feryat eylemiş.

    Hoca sakin ve aldırışsız bir sesle:
- "Bak komşu, Kırk yılda bir de olsa bugün senin sözünü dinleyelim. O yangın bizim asla karışmamamızı istediğin bir dünya işidir. Hem meraklanma. Ev birkaç saat içinde kül olur ve yangın da söner. Ahirette, ateşten bir evde sonsuz yaşamaktan korkmayan, senin gibi cesur, yiğit, zengin, akıllı bir adamın böyle ufak bir yangın için telâşı da ne demek olur!" demiş.

Bulmanın keyfi

Nasreddin Hoca kasabanın pazarına gitmiş. Eşeğini bir yere bağlamış. Alış veriş yapmış. Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamamış. Hemen bir tellâl tutmuş. Şöyle bağırtmağa başlamış :
- "Eşeğimi kim bulup getirirse, Semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyle beraber eşeğimi ona vereceğim."

- "Hoca efendi" demişler, "eşeği bulana verecek olduktan sonra ne diye arıyorsun ?"

- " Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz!" demiş Hoca;

"Eşeği bulup getirene mükâfat olarak o eşek yeter."

    "Gençliğimi bulup getirene bütün servetimi veririm."

"Cenneti bulsam, canımı da veririm."

İp olur

Köylüler EYYÛB ismini, Eyip, İyip, iyp gibi bozuk şekilde telâffuz ediyorlarmış.

Bir gün Nasreddin Hoca vaazında:
- "Ey Müslümanlar! Oğlunuz olursa adını sakın Eyyûb koymayın. Halkın dilinde çokça söylene söylene, incele incele İp olur" demiş.   

Belki ağaçtan öteye bir yol düşer

Mahallenin çocukları Nasreddin Hoca'ya muzip bir şaka yapmak istemişler. Plânlarını kurmuşlar. "Hoca'yı ağaca çıkaralım. Pabuçlarını alıp uzaklaşarak biraz şaka yapalım" diye düşünmüşler. Hoca'nın yoldan geçeceği saatlerde, uçurtmalarını büyükçe bir ağaca taktırmışlar. Hoca'yı beklemeye başlamışlar. Hoca oradan geçerken de hemen etrafını sarmışlar :

- "Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp kutraramadık. Bize yardımcı olur musunuz?" demişler.

- "Hay hay" demiş Hoca. Ayakkabılarını çıkarıp sırt çantasına yerleştirmeye başlamış.

Çocuklar :
- "Hoca efendi onları niye yanına alıyorsun? Ağaçta pabuçları ne yapacaksın ?" demişler.

- "Belli olmaz ki evlâtlarım" demiş Hoca; "Bu iyiliğime karşı Rabbim, belki bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder."

Şu koca tasla

  Nasreddin Hoca , yeni öğrencilerine [mollalarına] dünya ve ahireti genel anlamı ile anlatmaya, kavratmaya çalışmış.

"Ahiret hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken usulüne uyarsak orada da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden, buradan ne gönderdi ise orada karşılığını bulur. Hiç bir işimiz, amelimiz karşılıksız kalmaz.vs." diye anlatmış.

Bakmış mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti :
- "Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim" demiş.

Hocanın evine gelmiş, salona doluşmuşlar. Hoca içeriye, Karısına seslenmiş;
- "Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik."

İçerden Karısı :
- "Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok." diye seslenmiş.

Hoca içeri gitmiş. Eline koca bir kazan, bir kepçe, koca bir tepsi, büyük bir yoğurt bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona gelmiş.
- "Kusura bakmayın çocuklar" demiş. "Eve yeteri kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu koca kazanla pişirip , bunlarla da sizlere ikram edebilecektim" ! ...

O zamanda ben bulunmadım

  Nasreddin Hoca, « işlerinin çokluğu, dünya telâşeleri, hastalık, sağlık vs gibi » çeşitli bahanelerle ibadetten birçok zaman kaytaran birileri ile sohbet ediyormuş. Mazeretleri de bir sürü imiş. Bir ara söz yemekten, içmekten açılmış.

- "Bugünlerde canım bir helva yemek istiyor ki!... Bir türlü pişirip de yiyemedik" demiş, Nasreddin Hoca.

- "O kadar zor bir şey mi helva pişirmek, a Hoca" demişler.

- "Ne yapalım" demiş Hoca. "Şeker ve un bulundu, tere yağı bulunmadı. Tere yağ ve şeker bulundu, un bulunmadı. Un ve tere yağ bulundu şeker bulunmadı."

- "Hiç bir araya getiremedin mi bunları?" demişler.

- "Hepsinin bir araya geldiği de oldu," demiş Hoca. "Amma o zaman da ben bulunmadım."

İkinizin arasında gidiyorum

  Nasreddin Hoca bir Kadı ile Bir tüccara yoldaş olmuş. Ortada Hoca, sağında Kadı efendi, solunda Tüccar efendi, hem konuşuyorlar hem de yürüyorlarmış. Hoca efendi yeri geldikçe yol arkadaşlarının yaşamları ve ibadetlerindeki gevşeklikleri konusunda söz dokundururmuş.

Makamına güvenip , kendini çok büyük bir adam sanan Kadı efendi , Hoca'ya:
- "Sana da lâf yetişmez ki" demiş, "İstersen öyle kurnaz kesilirsin ki , en yaman muzırları bile geride bırakırsın. İstersen yaban öküzünden daha şaşkın görünürsün."

- "Yok canım, abartıyorsun, bak ben haddimi nasıl biliyor, muzırla yaban öküzünün arasında gidiyorum." demiş.

Ördek çorbası

Nasreddin Hoca erkenden yola koyulmuş. Akşam hava kararmadan gideceği köye varmak için acele ediyormuş. Öğle vaktine yaklaşırken, bir pınarın başında durup, hem namazını kılmak hem de kuru peksimetten ibaret olan azığını yemek istemiş.
Pınara yaklaşırken, yaban ördeklerinin suda oynaştıklarını görünce, "Şunlardan bir tanesini yakalayıp kızartıp yesem diye düşünmüş." Sessizce ördeklere yaklaşmaya çalışırken, ördekler Hoca'yı fark edip uçmuş, kaçmışlar.
Hoca pınarın başına oturmuş, çantasından peksimetini çıkarmış, suya batıra batıra yemeye başlamış.Oradan geçen bir yolcu :

- "Afiyet olsun Hocam, ne yiyorsun ?" demiş.

Hoca, peksimetini suya batırırken :
- "Ördek çorbası" demiş.

Buna değmiş, buna değmemiş

   Nasreddin Hoca'nın komşusunun iri yarı toy bir delikanlı olan oğlu, sıcak bir yaz gününde ormana gidip odun hazırlamağa karar vermiş. Gittiği baltalık ormanda su yokmuş. Herkes heybesine bir testi su koyar öyle gidermiş. Delikanlı ise, "Su testisini taşıyacağıma iki üç karpuzu taşırım, daha iyi olur. Nasıl olsa dönüşte odunları sırtlayıp getireceğim. Birde toprak testimi kırmadan geri getirmeye uğraşmayayım" diye düşünmüş. Torbasına karpuzlarını koyup ormana gitmiş.

İşe koyulmadan evvel bir karpuz yiyeyim demiş.
Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş, bir kenara atmış. Öbür karpuzları kesmiş, o karpuzlar da çok hammış, kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş.

Ormana gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş. Yanına yaklaşınca :
  - "Delikanlı, ham da olsa nimete işenmez, tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin !" Demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş.

Öğlen vaktine doğru, hem sıcaklardan hem de çalışmaktan dolayı iyice susamış. Etrafta su isteyebileceği hiç kimse yok. Su yok. Varmış ham karpuzların yanına. "Ona değdi, buna değmedi" diye diye attığı bütün karpuzları yemiş. Son parçalardan birini yemekteyken, ormanda işini bitirip, eşeğine odunlarını yükleyip dönen Nasreddin Hoca ile tekrar karşılaşmış. Hoca bir yenmiş karpuzların kabuklarına ve birde delikanlı'ya bakmış :

- "Suphanallah, bak , becerip tövbeni yetiştiremedin. Rabbim ne kadar çabuk, senin çişini sana yedirdi! ..." demiş.

Söylediğine, söyleyeceğine...

  Köylünün biri, diğerinin kuzusunu çalmış, kesip yemiş. O da onun keçisini aşırmış, kesip yemiş.

Nasreddin Hoca olayı incelediğinde kimin ne yaptığını fark etmiş.

Olayın kahramanları bir gün çayhanede oturuyorlarken, keçinin sahibi keçisini övmeye başlamış:
- "İki arşın tüyü vardı, gerdanı üç karıştı, başı şöyleydi, gözleri böyleydi vs" diye hayvanını methediyormuş.

Keçiyi kesip yiyen bu abartmalar karşısında çok sıkılmış. Amma ne yapsın, adam susmak zorunda.

Nasreddin Hoca, keçiyi çalıp kesen adama dönmüş :
- "Yahu, bu adam ne kadar atıp tutuyor. Şimdi git evine. Şu uyuz keçinin postunu getir de, bu adam söylediğine, söyleyeceğine pişman olsun."

Bu karanlıkta

  Nasreddin Hoca'nın bir konuğu gece yatısına kalmış. Adam zayıf inançlı biriymiş. Ben görmediğime inanmam, Ahirete gidip gelen var mı? Görülmeyen şey bilinir mi? gibi şeyler dermiş.
Hoca sabır göstermiş. Konuğunu incitmeden bir şeyler anlatmağa çalışmışsa da konuk ikna olmuyormuş. Yatma vakti gelince Hoca odaya iki yatak sermiş. Birinde konuğu, diğerinde kendisi yataklarına girmişler. Hoca sağ tarafındaki mumu söndürmüş.

Bir süre sonra Konuk;
- "Hoca efendi, sağ tarafındaki mumu yakar mısın" deyince :

- "Sen deli misin be birader" demiş Hoca, "bu zifiri karanlıkta ben, sağ tarafımı nasıl bileyim!"   

  İpe un sermişler

  Komşusu Hoca'dan urganını ( yâni kalın ipini ) istemiş.

Hoca içeriye girip çıkmış.
    - "İp boş değil" demiş, "kadınlar üstüne un sermişler."

Komşusu:
- "Bu nasıl iş efendi?" demiş, "hiç ipe un serilir mi?"

- "Serilir" demiş Hoca, "vermeye gönlün olmayınca ipe un da serilir."       

Gizlisi - açığı

  Bir kıtlık zamanında Hoca'yı çarşıda ekmek yiyerek giderken görenler :
- "Hoca efendi, herkesin gözü önünde böyle ekmek yemek ayıp değil midir?" demişler.

- "Komşusu açken bol bol tıkınmanın gizlisi ayıp olmazsa açıkta yapılanı ne diye ayıp olsun" demiş Hoca, " Komşusu açken tok yatmak, ya her zaman , her yerde ayıptır, ya da hiç ayıp değildir."       

Sen beğendin - ben doldurdum

  Nasreddin Hoca , "İnsanlar nefislerinin istediklerini düşünmeden yapmamalıdırlar. Nefsinizin beğendiği her şey ahirette önünüze geldiğinde , ondan kaçmak, kurtulmak isteseniz de kurtulamazsınız," diye bir vaaz etmiş.
Ertesi gün birkaç köylü arkadaşı ile beraber, kasabaya pazara gitmek üzere yola koyulmuşlar. Tabii o zamanın vasıtası, herkesin eşeği.

Yolda giderken konu yine nefsin istekleri ne gelmiş. Bir kısım köylüler :
- "Ben nefsime zulmetmem. Nefsime hoş gelen şeyleri yaparım. Benim zevkimdir, hakkımdır" gibi savunmaları biraz da Nasreddin Hocayı kızdırmak için yapıyorlarmış.

Hoca, eşeklerinin yoldan daha evvel geçmiş hayvanların pisliklerini koklamak için durduklarını değerlendirmiş. Kokladığı pislikleri, hayvanının yem torbasına doldurmağa başlamış.

Birkaç saat sonra bir çeşme başında mola vermişler. Azıklarını çıkarıp yerlerken, eşeklerinin başına da yem torbalarını takmışlar. Nasreddin Hoca'nın eşeği yem torbası boynuna takılanca kısa bir süre güzelce koklayıp, sonra huysuzlanmağa ve kafasını hızla sallayıp torbadan kurtulmağa uğraşınca :

- "Ne huysuzlanıp, torbadan kurtulmağa çalışıyorsun?" demiş Hoca, "Sen beğendin, ben doldurdum."

Görenler: "Hocam bu çok yanlış. O hayvan bunu ne anlayacak." dediklerinde, Nasreddin Hoca taşı gediğine koymuş :

- "İnsanlar bir de kendilerine baksınlar!.. Bu dünyadan ahirete hazırladıkları çıkınlarındakiler kendilerine orada ikram edilince ne yapacaklar?"

Kazan doğurdu - kazan öldü

 Kasabada tefeci bir adam varmış. Başı sıkışan birine para verirse getirdiği güne göre faizini hesaplayıp alırmış.
Günün birinde bir komşusu bu tefeciden büyük kazanını emanet istemiş. Almış. İşini görmüş. İade ederken de içine bir küçük kazan koymuş. Sahibi emin olmak için sormuş.
- "Bu tencere ne?"
Komşusu; "Senin kazan doğurdu" deyince hemen sahiplenip tencereyi almış.
Birkaç zaman sonra komşusu yine büyük kazanı emanet istemiş ve almış. Kazanın sahibi aradan on - on beş gün geçtiği halde kazanının geri gelmediğini görünce, kazanını istemiş.
- "Kazan öldü" diye bir cevap almış. Hiddetlenmiş. Mahkemeye kadıya başvurmuş.
O sıralarda N. Hoca , Kadı'lık görevi yapmakta
imiş. Davalı ve Davacıyı dinledikten sonra :
- "Senin kazan, doğuran kazan olduğuna göre ölmesi de gerekir," diye hükmetmiş.
Adam hiddetle:
- "Hiç kazan ölür mü kadı efendi ?" deyince:
Kadı N.Hocamız cevabı yapıştırmış;
- " Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanamıyorsun ? ..."

Döve döve helva yediriyorlar

 Konya çarşısındaki helvacı dükkânlarının vitrinlerine iştahla bakan gariban adamın biri, bir dükkân sahibinden biraz helva sadaka olarak vermesini istemiş. Dükkâncı vermemiş. Garibanın canı da çok helva çekmiş. Dayanamayıp, dayak yemeyi de göze alarak başka bir helvacı dükkânına girmiş. Bir lenger helvayı önüne çekmiş ve hızla atıştırmaya başlamış.

Helvacı adamın üstüne yürümüş;
- "Bre adam, sorup istemeden, parasını ödemeden böyle helva yenir mi?" demişse de adamın aldırmayıp atıştırmayı sürdürdüğünü gören helvacı, adama sille tokat girişmiş.

Dükkânda tesadüfen bulunan Nasreddin Hoca müşterilere doğru dönüp:
- "Şu Konyalı helvacılar ne iyi adamlar; parası olmayan garibana bile döve döve helva yediriyorlar." demiş.

Yalan olduktan sonra

 Köylünün birisi, diğer bir köylüden "10 kile buğday alacağı olduğunu" iddia ediyormuş. Aslında böyle bir alacağı yokmuş ama adam bir yalancı şahit bulup, mahkemeyi aldatıp, on kile buğdayı almayı planlıyormuş. Yalancı şahit ararken Nasreddin Hoca "ben şahitlik yaparım" deyince adam pek sevinmiş. Öyle ya Hoca şahit olunca, Kadı efendi kolaylıkla karar verebilir.
 Mahkemede Kadı efendi Hoca'ya sormuş :
- "Bu adamın şu adamdan on kile buğday alacağı varmış. Ne diyorsun ?"
Nasreddin Hoca ;
- "Evet Kadı efendi. Bu adamın bu adamdan on kile arpa alacağı vardır" deyince adam atılmış;
- "On kile buğday diyecekti, dili sürçtü herhalde" demiş.
- "Yalan olduktan sonra ha buğday, ha arpa . Ne fark eder?" demiş Hoca.

Keçiyi içeri al

Biri , Hocaya evinin darlığından, evindeki sıkıntıdan bahsederek çare söylemesini ister.
Hoca adamı sükûnetle dinler :
- " Şimdi evine git. Keçiyi içeriye al" der.

Adam , ertesi gün yine Hoca'ya gelir.
- "Aman hocam keçiyi içeriye alınca sıkıntım azalacağına daha da arttı".der.

Hoca Adamı gene sükûnetle dinler ;
- " Şimdi evine git, tavukları da içeriye al" der.

Adam, ertesi gün yine Hoca'ya gelir.
- "Aman Hocam sıkıntım daha da arttı" der.

Hoca gayet soğukkanlı olarak:
- "Git ineğini de içeriye al" der.

Adam ertesi gün yine Hoca'ya gelir.
- "Aman Hocam, sıkıntıdan patlayacağım" der.

Hoca istifini bozmadan :
- "Bu akşam keçiyi evden çıkar" der.

Ertesi gün Hocaya tekrar gelir, biraz rahatladıklarını anlatır.
Hoca:
- " Bu gece tavukları da evden çıkar" der.

Adam ertesi gün daha da rahatlamış olarak tekrar gelir.
Hoca :
- "Şimdi evine git, ineği de evden çıkar ve evini bir güzel temizle" der.

Adam denileni yapar ve çok rahatlamış bir şekilde, ertesi gün yine Hocayı ziyarete gelir.
Artık evi kendisine çok bol gelmektedir. Hocaya teşekkürlerini sunar.

  Enini boyuna uyduracaktı 

Akşehir'e gelen bir İranlı, sürekli palavra atarmış. Bir gün:
- "Bizim Isfahan'da Şahın iki yüz odalı, beş bin arşın boyunda sarayları var." diye söze başlamış, attıkça atmış.

Dinleyenlerden biri de karşılık vermek istemiş.
- "Bizim başkentimiz Bursa'da daha da büyük saraylar var. Bir de kaplıca yapıldı ki, boyu beş bin arşın..."
Tam o sırada başka bir İranlı içeri girip ;
- "Bursa'dan gelirem..." diye söze başlayınca :
- "Eni de elli arşın" deyivermiş.

- "Nasıl olur" diye karşı çıkmış İranlı, "eni boyuna uymadı."

Konuşmaları dinlemekte olan Nasreddin Hoca :
- "Şu adam Bursa'dan gelmiş olmasaydı, bu adam kaplıcanın enini boyuna bir güzel uyduracaktı" demiş.

Bu ayağını kaldıracaksın

Nasreddin Hoca öğlen namazının sünnetini kılarken, önündeki cemaatten birinin paçasında abdeste ( dolaysıyla namaza ) engel bir necaset görüyor.

Farzı kıldırmak için mihraba doğru giderken, adama;
- "Bu ayağını havaya kaldır. Tek bacağının üstünde namaz kılacaksın" diyor.

Adam şaşkınlıkla :
- "Neden? hocam" deyince :

Hoca , adama paçasındaki necaseti göstererek :
- "Bak bu ayağının abdesti yok" diyor.

Sahuru da yemezseniz

  Nasreddin Hoca'nın, ailece oruç tutmayan bir komşusu varmış. Ama adam hep sahur yemeği hazırlattırır, çocuklarını da sahura kaldırır, hep beraber yerlermiş.

Sonunda karısı dayanamamış. Hocaya danışmaya gitmiş;
- "Bizde ne kocam, ne ben ne de çocuklardan oruç tutan kimse yok. Kocam ısrarla bana güzel yemekler yaptırıyor, hep beraber sahurda yiyoruz. Oruç tutmadığımıza göre ne diye her gece sahura kalkalım ?"

- "Öyle konuşma hanım" demiş Hoca , "namaz kılmıyorsunuz, oruç tutmuyorsunuz, sahur da yemezseniz Müslümanlığınız nasıl belli olacak !"

Tembellik edeceğine çift sür

Nasreddin Hoca sabah namazını kıldırmış evine gelmiş, Hanımına :
- "Hatun, ben azcık divanda uzanıp, sonra kalkıp çift sürmeye gideceğim, bir saat kadar sonra beni kaldır." Demiş.

Bir saat sonra Hanımı arada bir Hocaya seslenmiş. Bakmış hoca tembellik ediyor :
- "Efendi" demiş, "bugünkü uyuşukluğunla kaplumbağalar bile seni geçti."

Hoca hareketlenmiş, hazırlanmış, tarlaya varmış. İşe koyulmuş. Çift sürerken pulluğun önünde bir kaplumbağa görmüş. Kımıldamadan öylece durup duruyor. Devam etse kaplumbağayı canlı canlı toprağa gömecek.

 Seslenmiş :
- "Hey kaplumbağa" demiş, "bakıyorum buraya benden evvel gelmeyi becermişsin; Amma, öyle tembellik edeceğine bana bak da çift sürmesini öğren !"

Kıyamet ne zaman kopacak

  Nasreddin Hoca'ya sormuşlar:
- "Kıyamet ne zaman kopacak ?"

- "Karım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet kopacak," demiş.     

Mektubunuzu  okur musunuz?

Nasreddin Hoca, yazdığı mektupları eliyle götürür, kendisi okuduktan sonra alıcısına teslim edermiş.
Bir gün,
- "Efendi" demişler, "mademki mektup yazıyorsun, ne diye onca zahmete katlanıp, gidip orada mektubunu sen okuyorsun ?"

- "Ben gitmezsem okumazlar. Mektuba da yazık olur. Baksanıza en önemli konu olan eceli hakkında sık sık mektup alan insanoğlu, o mektupları okuyor mu? Son gününde nasılda şaşırıyor!.."     

Henüz uykum yok

Nasreddin Hoca bir köye konuk olmuş. Yatsı namazını kılmışlar. Biraz hoşbeşten sonra, yatma zamanının geldiğini hatırlatmak için:

- "Hocam, insan neden esner?" demişler.

Hoca:
- "Ya açlıktan, ya da uykusuzluktan" demiş. Kendini zorlayıp esnedikten sonrada eklemiş! "Amma benim henüz uykum yok."     

İki  Arşın

 Nasreddin Hoca Valiyi ziyarete gitmiş. Valinin iki arşın ötesinde yer göstermişler. Oturmuş. Biraz sohbetten sonra Vali sormuş :

- "Hoca, Eşekle senin aranda ne fark var ?"

Hoca hiç düşünmeden :
- "İki arşın" deyivermiş.     

Hayvanlar kocaman mı?

Nasreddin Hoca Konya'da gezerken büyük bir yapı görmüş. Durmuş, yapıyı seyrederken binanın kapıcısı Hoca'ya sormuş :
- "Efendi, ne diye öyle bön bön bakıyorsun?"
- "Burası nedir? Anlamak istedim" demiş Hoca.
Kapıcı, alay etmek için :
- "Değirmen" demiş.
Nasreddin Hoca soruvermiş :
- "Bu değirmende çalışan hayvanlar da burası kadar kocaman mı?"   

Dostlar alışverişte görsün.

Nasreddin Hoca ibadette ihlâsın önemini anlatır: "Huşu ile ibadetinizi yapın. Esas kâr ondadır. Yoksa riya karışan ibadetle kâr değil, belki de zarar edersiniz" diye vaazlarında anlatırmış. O kadar zahmete katlanıyorsunuz kârlı çıkmalısınız dermiş.

Cemaattin kayıtsızlığı karşısında bu hususu çarpıcı bir misalle onlara anlatmak istemiş.
Evlerden yumurtanın dokuzunu bir akçeye almış. Pazara götürüp, onunu bir akçeye satmış.

- "Bu ne biçim ticaret, Hoca !" demişler.

- "Bir öteki satıcılara bakın, bir de bana" demiş, "amacım kazanmak değil, yeter ki dostlar alışverişte görsün."

Boğazından yakalayacağım.

 Nasreddin Hoca çaydan su almak için testisini daldırdığı sırada testi elinden kayıp derin suyun dibini boylamış. Hoca yerinden kımıldamadan bir an öylece kalakalmış.
Oradan geçen bir tanıdığı sormuş:
- "Ne bekliyorsun Hoca ?"
- "Testi suya daldı da" demiş Hoca, "çıkınca
boğazından yakalayacağım."

Hanım uyan

  Nasreddin Hoca, komşu kadınların kendisini evlendirdiğini, karısının da hiç ses çıkarmadığını rüyasında görürken uyanıvermiş. Yanında uyumakta olan karısını dürtüp uyandırmış :
- "Amma aldırışsız kadınsın yahu!" demiş, "kalk, komşu kadınlar beni evlendirip üstüne ortak getirecekler, sen halâ susuyorsun."

Sen de haklısın.

Kadılık yaptığı sırada Nasreddin Hoca'ya bir adam gelip başından geçen bir olayı anlatmış. Giderken sormuş :
- "Haklı değil miyim Hocam ?"

- "Haklısın," demiş Hoca.

Biraz sonra başka biri gelmiş, aynı olayı kendi yorumuna göre anlatmış. Sonra sormuş:
- "Haklı değil miyim Hocam ?"

Ona da :
- "Haklısın," demiş Hoca.

Adam gittikten sonra karısı içerden seslenmiş :
- "Efendi ikisine de haklısın dedin, birisi haksız olmalı değil mi ?" dediğinde;

- "Sen de haklısın Hanım" demiş Hoca.

Ver cüppesini, al semerini

  Nasreddin Hoca'nın köyünden bir adam, eşeğiyle bahçesine doğru giderken çalılıkların önünde durmuş. Eşeğini de bir ağaca bağlamış. Abasını çıkarıp eşeğin semerinin üzerine koymuş. Abdest bozmak için kuytu bir yere gitmiş. O sırada birisi abayı alıp kaçmış.
Adam geri döndüğünde abasının yerinde yeller estiğini görünce, eline bir sopa alıp, eşeğini hem acımasızca dövüyor, hem de kötü kötü söyleniyormuş.
O sırada bahçesine gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş, Adama;
- "Dur bakalım" demiş, "Ben şimdi ona gösteririm."
Hemen eşeğin semerini indirip yere koymuş. Yularını çözüp boynuna sarmış. Eşeğe kuvvetli bir sopa yapıştırarak;
- "Sana semer memer yok, getir sahibinin abasını, al semerini." Demiş.

Kimin içinin yandığı belli

  Nasreddin Hoca'yı çok cimri komşularından birisi yemeğe çağırmış. Sofraya oturmuşlar. İki kişilik servis için ortaya dört adet zeytin, iki haşlanmış yumurta, bir tutam tuz, iki dilim ekmekle su getirmişler. Yemeğin üstüne bir kaşık bal ikram etmeyi düşünen ev sahibi her nasılsa bal çanağını sofranın altına koymuş.

Bunu gören Hoca, çanağı sofraya koyduğu gibi başlamış ekmeksiz atıştırmaya.

Ev sahibi bakmış ki balı tükeniyor ;
- "Hocam" demiş, "ekmeksiz yersen için yanar."

Hoca aldırış etmeyip balı yemeye devam ederken seslenmiş;
- "Kimin içinin yandığı belli."

Soyaçekim mi ?

Üç yıllık evli bir hanım hamile kalamamış. Kaynanası ile kocası gelini ve gelinin anasını suçlayıp duruyorlar, sanki kabahatin gelinde olduğunu kesinlikle biliyorlarmış gibi her gün söyleniyorlarmış.

Bir gün kaynanası gelini almış, Nasreddin Hoca'ya götürmüş :
- "Hoca efendi, gelinimin üç yıldır çocuğu olmuyor. Nerden bu aileden kız aldık! Muska mı yazarsınız? dua mı okursunuz? derdimize bir çare bulun." diye hiddetlice söylenmiş.

Hoca, üzüntü içinde olan geline dönmüş :
     - "Kızım, soyuna çekmiş olmayasın? Acaba anan da mı çocuksuzdu?"

Allah'ın belâsı hükümdarsınız.

Timur han, Anadolu'yu işgal ettiğinde halka büyük zulüm etmiş, evlerini tarlalarını yakıp yıkmış, birçok kişiyi öldürmüş zalim bir Moğol'dur.

Akşehir'e yerleştiğinde, şehrin ileri gelenlerinden on beş kişiyi çağırtmış. Tek tek yanına almış ve;
- "Ben adil miyim, zalim miyim ?" diye sormuş.

"Adilsin" diyeni de, "zalimsin" diyeni de öldürtmüş.

Ertesi gün tekrar on beş kişi göndermelerini Akşehirlilere emretmiş.

Büyük bir korkuya kapılmışlar. Nasreddin Hoca'ya koşmuşlar. Giden heyette bulunması için kendisini ikna etmişler.

Heyet Timur Han'ın huzuruna varmış. Timur heyetin başındaki Nasreddin Hoca'ya sormuş :
- "Söyle bakalım Hoca efendi ! Ben adil miyim, zalim miyim ?"

 Hoca hiç tereddüt etmeden ve kuvvetli bir sesle cevap vermiş :
- "Siz ne adilsiniz nede zalimsiniz. Siz yoldan çıkmış, azıtmış bu millete Allah'ın gönderdiği büyük bir belâsınız." demiş.
Timur Han bu cevaptan hoşlanıp heyettekileri bağışlamış.

Deli deli aktığın için

Sıcak bir yaz günü , Nasreddin Hoca yolculuğa çıkmış. Yol kenarındaki hayrat çeşmeden su içip, elini yüzünü yıkayıp biraz serinlemek ve Abdest tazelemek istemiş. Bakmış ki çeşmenin borusuna bir odun parçası tıkalı. Odun ıslanıp şiştiğinden yerinden kolay çıkmıyor. Hoca epeyce uğraşmış, tıkaçı kuvvetle çekerek çıkarmış. Kenara çekilmesine fırsat kalmadan, tazyikli bir şekilde borudan fışkıran su elbiselerini ıslatmış. Hoca çeşmeye şöyle bir bakarak söylenmiş;
- "Anlaşıldı, anlaşıldııı! O kazığı böyle deli dolu aktığın için ağzına tıkamışlar!"

Nasıl anlaşılıyor ?

Afrika'dan yeni dönmüş birisi, oralarda kavurucu sıcaklar yüzünden insanların çırılçıplak gezdiklerini anlatıyormuş. Hoca sözünü kesmiş :
- "Pekii, oradakilerin hanımefendi mi, bey efendi mi (insan) oldukları nasıl anlaşılıyor ?"
Kızına hoca bulacağına

Bir gün Nasreddin Hoca'ya komşu kadınlardan biri,
- "Hoca efendi" demiş, "bizim deli kıza muska mı yazarsın, nefes mi edersin, ne yapacaksan yapsan da biraz akıllansa... Hiç sözümü dinlemiyor, densizlik edip duruyor."

 - "Hanım" demiş, Hoca: "Sen kızına hoca bulacağına koca bul. Bak o zaman nasıl mum gibi olur!"

Yanında eşek bulundursun !

Nasreddin Hoca, eşeğini mahkeme kapısına yakın bir yere bağlayıp pazara alışverişe gitmiş.

O sırada kadı, hilekâr bir satıcıyı yargılamış, Merkebe ters bindirerek şehirde dolaştırılma cezası vermiş.

 Suçluyu, kapının yakınındaki Hoca'nın eşeğine bindirip gezdirmeye başlamışlar. Hoca çarşı içinde mübaşirin gezdirdiği suçlu adamı görmüş, ses çıkarmamış. Mübaşir eşeği aldığı yere götürüp, aynı şekilde bağlamış.

Birkaç saat sonra Hoca ellerinde paketleri ile eşeğinin yanına doğru giderken, birde bakmış ki aynı suçluyu bir daha eşeğine ters bindirmek üzereler. Bu sefer müdahale etmiş.
Suçluya dönüp yüksekçe sesle :
- "Ya hilekâr esnaflıktan vaz geç, ya da yanında bir eşek getir" demiş.

  Kayıp Heybe Bulunmasaydı

Nasreddin Hoca bir köyde misafirken heybesini yitirmiş.
Köylülere:
- "Ya heybemi bulun, ya da ben yapacağımı bilirim" demiş.

 Köylüler telaşlanmışlar. Arayıp taramışlar, heybeyi bulup Hoca'ya getirmişler. Köyden ayrılırken de :
- "Hocam" demişler, "heybeyi bulmasa idik ne yapacaktın ?"

 Hoca şöyle bir elini sallayıp :
- "Hiç" demiş, "evde eski bir kilim vardı, gidince onu bozup heybe yapacaktım !"

Hatim bile indiririm

Nasreddin Hoca ve hanımı, diğer bir kasabadaki imam arkadaşlarına misafir olmuşlar. Ev sahibesi hanım akıllı, güzel ahlâklı ve çok becerikliymiş. Evinin içini ve bahçesini imrenilecek kadar güzel tanzim etmiş. Mükemmel bir sofra hazırlamış. Yemişler, içmişler.

Eve döndüklerinde, konuşurlarken söz arasında karısı, Nasreddin Hoca'ya :
- "Benimle olurken, elimi tutarken besmele çekiyorsun" demiş.

- "Tabii besmele çekeceğim, Allah'ın emridir" diye karşılık vermiş Hoca .

- "Amma arkadaşın imam efendi karısı ile yatacaksa, evvelâ bir Yasin okuyormuş" demiş karısı.

Hoca gülmüş;
- "Ah Hanımcığım" demiş Hoca, "benim öyle karım olsa hatim bile indiririm."

 Minarenin mimarisi

Nasreddin Hoca Konya'ya gidiyormuş. Yolda, Konya'ya gitmekte olan Sivrihisarlı bir hemşerisiyle karşılaşmış. Selâmlaşmışlar, birlikte yola koyulmuşlar.
Konya'ya yaklaşırlarken Sivrihisarlı adam yüksek minareleri görünce merakla sormuş.
- "Hoca efendi, şu sivri yüksek minareleri acaba nasıl yaparlar ?"

Hoca hafifçe gülümsemiş:
- "Kuyuların içini dışına çevirirler, olur biter !"

Adam :
- " Nasıl çevirirler" diye sorunca ;

  Hoca şöyle cevap vermiş :
- " Ben imamım, mimarların işine karışamam."     

Görün bendeki feryadı

  Nasreddin Hoca eşeğini yitirmiş. Birkaç kişiyle beraber eşeği aramağa çıkmışlar. Bu adamlar İslâm dışı yaşayıp, ihtiyarlayınca ibadetlerimizi yaparız, diyenlerdenmişler.

Hoca bir yandan eşeğini arar, bir yandan da neşeli neşeli türkü söylermiş.

- "Bu ne iş Hoca" demişler, "eşeğini yitiren adam neşeli türküler söyleyerek mi arar ?"

- "Sizin ihtiyarlıktaki umudunuz gibi benim de son umdum şu dağın ardında" demiş Hoca, "orada da bulamazsam, görün bendeki feryadı !"

Ay da yerini buldu

  Nasreddin Hoca akşam üzeri, su çekmek için kuyunun başına varmış. Kuyuya kovasını sarkıtmış.
O sırada küçük bir çocuk koşarak gelmiş. Su içmek istemiş.

Hoca kovayı daldırırken, çocuk da kuyuya bakıyormuş. Birden çocuk ay kuyuya düştü diye bağırmağa başlamış.

Kovanın çengeli her nasılsa kuyuda bir yere takılmış, çıkmıyor. Çocuk da Hoca'yla beraber ipe asılırken, çengel aniden kurtulmuş, beraberce sırt üstü yere düşmüşler.

Hoca yattıkları yerden çocuğa gökteki Ay'ı göstererek;
- "Şükürler olsun" demiş, "çok uğraştık ama, bak sonunda Ay da yerini buldu."

Tarihi çağlardan kalma bir ahır dolusu öküz buldum

Nasreddin Hoca'yı bir köyde imamlık yapmak üzere, iki öküz bedel karşılığında razı etmişler.
"Bize vakit namazlarını, teravihleri kıldır. Vaaz et" demişler. Hoca kabul etmiş.
Ramazan ayı boyunca teravihlerden evvel dersler vermiş. Vaazlar vermiş. Sohbetler etmiş. Cemaate bir şeyler verebilmek için çırpınmış durmuş. Kurban bayramı namazını kıldırmış. Kendi köyüne dönmek üzere cemaatle vedalaşırken, onların hallerine dikkatle bakmış. Görmüş ki "eski tas, eski hamam". İlerleme nerdeyse hiç yok. Hatta pazarlıklarındaki iki öküz yerine Hoca'ya sadece bir öküz vermişler.

 Hoca evine dönmüş. Ahırda yeni öküzünü bağlıyacak yeri hazırlıyorken, bir komşusu Hoca'ya hoş geldine gelmiş.
- "Hoş geldin Hocam. Oralarda neler yaptın, öküzü nerden buldun" deyince;

- "Orası bir hazine. Orada eski zamanlardan, tarihi çağlardan kalma koca bir ahır dolusu öküz buldum" demiş Hoca.

Hayalimin kokusunu da alıyorlar

Nasreddin Hoca'nın canı bol naneli, yoğurtlu çorba istemiş. Şimdi sofraya gelse de kaşıklasam diye düşünürken kapı çalınmış.
Komşunun çocuğu elinde kâseyle gelip :
- "Babamın selâmı var. Sizden biraz nâneli, yoğurtlu çorba istedi" demiş.

Hoca gülümseyerek:
- "Amma iş!" demiş. "Bizim komşular hayalimin de kokusunu alıyorlar!"

Kül pidesi ikram etseydiniz

Nasreddin Hoca konuk olduğu evde gece yatısına kalmış. Ev sahibi, bir şerbet sunduktan biraz da sohbet ettikten sonra bir odada hazırlanan yün yer yatağını göstermiş. Karnı aç olan Hoca;
- "Sağ olun , amma biz böyle mükemmel yataklarda yatmaya alışmasaydık. Bunun yerine bir kül pidesi verseydiniz, yarısını yatak yapıp yatsam, yarısını da üstüme örtüp mışıl mışıl uyusaydım" demiş.     

Üç yüz değnek vurun

Kolluk kuvvetleri sarhoş bir askeri Hükümdar'ın huzuruna getirip sormuşlar;
- "Bu sarhoş askere ceza olarak ne emredersiniz?"

Hükümdar kükremiş,
- "Üç yüz değnek vurun !"

Hükümdarı ziyaret etmekte olan Nasreddin Hoca, cezayı duyunca kahkahalarla gülmeye başlamış.

- "Ne gülüyorsun" diye bağırmış hükümdar.

     - "Hünkârım, ya siz sayı saymasını bilmiyorsunuz, ya da hiç sopa yememişsiniz!" demiş Hoca. 

Bana ne - Sana ne

Nasreddin Hoca çarşıda dolaşırken gevezenin biri:
- "Efendi, az önce nar gibi kızarmış bir tepsi baklava götürdüler," demiş.

Hoca aldırış etmeksizin ;
- "Bana ne ?" demiş.

- "Amma, baklava tepsisini sizin eve götürdüler" demiş geveze.
Hoca terslemiş adamı;
- "Sana ne ?"

İnşaallah ben geldim

Bir akşam Nasreddin Hoca, karısına:
- "Hâtun, sağ salim yarına çıkarsam, hava yağmurlu olursa oduna, açık olursa çift sürmeğe gideceğim" demiş.

- " İnşaallah de efendi" demiş karısı.

- " Aman karıcığım, ya o olacak, ya öteki" demiş Hoca.

Ertesi gün hava yağmurlu olmuş. Hoca da ormana gitmek üzere eşeğiyle ormanın yolunu tutmuş. Yolda kasabaya doktora gitmekte olan bir komşusuna rastlamış. Bir süre beraber yürümüşler. Adamın sancısı artmış, yürüyemez olmuş. Hoca hastayı eşeğine bindirmiş, kasabaya doktora götürmüş. Köyüne dönene kadar gece yarısı olmuş. Kapıyı çaldığında karısı,"Kim O" diye seslenince;
- "Aç hanım, aç ! ... inşaallah ben geldim" demiş.

Kazma kılıfı

Köylülerden biri Konya'da ayakkabıcılar çarşısına gitmiş. Vitrinlere bakınırken çizmeler dikkatini çekmiş. Hayatında ilk defa gördüğü bu çizmeleri beğenmiş. Bir çizme alıp ayağına giymiş, köyüne gelmiş. Ayağındaki çizmeleri gösterip Nasreddin Hoca'ya sormuş;
- "Bu nedir ?"

- "Ne var bunu bilmeyecek" demiş Hoca, "Kazma kılıfıdır." 

Yakamı zor kurtardım

Nasreddin Hoca'ya sormuşlar;
- "Hiç, bir hatuna aşık oldun mu?"

- "Vallahi, bir kere tam aşık oluyordum, sebebin sahibini hatırlayıp yakamı zor kurtardım" demiş.     

İnsanların dünya serüveni

Nasreddin Hocaya sormuşlar;
- "İnsanlar ne zamana kadar böyle doğup yaşayıp ölecekler ?"

- "Cennetle cehennem doluncaya kadar" diye cevap vermiş Hoca.

   Öğüt: İnsanoğluna cennete veya cehenneme gitmesi hususunda tam bir özgürlük verilmiştir. *Her ikisi de akıl sahipleriyle doldurulacak!... *Deliler cehennemden muaftır.

Damdan düşen halden anlar

Nasreddin Hoca evinin damında biriken diz boyu karları sabah namazı sonrası kürümeye başlamış. Bir ara dengesini kaybederek damdan düşüp bayılmış.

Komşuları koşuşmuşlar.
Birisi: "Çabuk bir doktor çağıralım ."

Diğeri: "Aman bir kırıkçı bulalım."

Öbürü: "Sırtlanıp doktora götürelim" derken, kargaşada ayılan Hoca, acıyan belini tutarak;
- "Bırakın münakaşayı. Çabuk bana daha evvel damdan düşmüş birini bulun" demiş.

Tutunup çıkma diye

Nasreddin Hoca bir sabah çok erken, damındaki karları kürüyormuş. Çişi gelmiş, bakmış etrafta kimsecikler yok. Bir köşeye dizini koyup, damdan aşağıya koyuvermiş. Uzaktan birinin yola çıktığını görünce de hemen toparlanmış. Sevmediği, sırnaşık bir adammış yoldan geçen.

Adam Hocaya seslenmiş:
- "Niye yarıda kestin Hoca ?"

Hoca:
- "Yaa, Kesmeyeyim de tutuna tutuna dama, yanıma çık, öyle mi ?" demiş.

  Cimri Subaşı'ya tazı köpeği

Nasreddin Hoca cimri Subaşı'yı hiç sevmezmiş. Bir gün Subaşı Hoca'ya tazı ısmarlamış.
- "Hoca efendi, senin tanıdığın çoktur. Bana bir tazı bul. Tavşan kulaklı, karınca belli olsun."
Bir kaç gün sonra Hoca, tombul bir sokak köpeğinin boynuna ip takıp Subaşı'ya götürmüş.

Subaşı kızmış :
- "Hoca efendi, ben senden ince belli tazı istedim, sen kocaman tombul bir sokak köpeği getirdin!" demiş.

- "Merak buyurmayın" demiş Hoca. "Nasıl olsa sizin yanınızda bir aya varmadan tazıya döner."

Hırsızın hiç mi kabahati yoktu ?

Nasreddin Hoca'nın eşeği çalınmış. Bir teselli beklediği dostları kabahati hep Hoca'da bulmuşlar.
- "Ahırın kapısını kilitleseydin ya!..."
- "Hiç tıkırtı da mı duymadın?"
- "Eşeği sıkıca bağlamamışsındır..."

Hoca bunları dinlemiş dinlemiş, sonunda dayanamayıp;
- "Eee, bütün kabahati bende buldunuz. Biraz da insaf edin, hırsızın hiç mi kabahati yoktu !.." demiş.

Ceviz ağacında kabak yetişseydi

Bir yaz günü Nasreddin Hoca biraz serinlemek için ceviz ağacının gölgesine oturmuş. Biraz ilerdeki kocaman helvacı kabakları gözüne ilişince, kendi kendine:

- "Şu Allah'ın işine bak, otun üstünde koskoca kabak yetişiyor, şu dalları yere göğe uzanmış, bir evleklik yer tutan ceviz ağacının meyveleri ufa-cık!.." diye düşünürken, tam o sırada başına bir ceviz düşmüş.

- "Ah başım!" diyerek yerinden fırlamış Hoca, "Tövbe ya Rabbim, bir daha senin işine asla karışmam! Ya ağaçta ceviz yerine kabak yetişseydi..." demiş.

Kadı efendiye Hoca'nın rüşveti

Nasreddin Hoca'nın Konya kadısından bir mahkeme kararı alması gerekmiş. Ancak Kadı her gidişinde "bir kaç gün sonra gel" diye Hoca'yı atlatıyormuş.

- "Kadı, yiyici bir adamdır, rüşvet vermezsen iş gördüremezsin" diye dostları Hoca'yı uyarmışlar.

Hoca bir çömlek bal götürmüş ve hemen o gün istediği kararı elde etmiş.

Kadı o akşam balın tadına bakmak istemiş, ama bir de ne görsün, çömleğin üstünde iki parmak bal var, dibi tezek dolu...
Ertesi sabah mahkeme kollukçusuna:
- "Nasreddin Hoca'yı bul bana getir. Kararda bazı bozukluklar olduğunu söylersin." diye emretmiş.

Hoca, mahkemede Kadı'nın önüne getirilmiş.
Kadı kükremiş:
- "Sen akşam yemeğinde bana bok mu yedirecektin ?"

- "Yoookk!... akşam yemeğinde değil" demiş Hoca. " Sen o boku, kararı vermek için çömleği alırken yedin!..."

İşte Nasreddin böyle atar

Kasabanın eşrafı ok atmaya giderken Nasreddin Hoca'yı da yanlarına almışlar. Sırasıyla herkes hedefe ok atmış. Kimi isabet ettirmiş, kimi ettirememiş. Sıra Hoca'ya gelince
- "Haydi Hoca seni de görelim" demişler.

Hoca fırlatmış, ok hedefin çok uzağına düşmüş.
- "İşte" demiş Hoca, "Sekban başı böyle atar."
İkinci ok da hedefi vurmamış.

Hoca bu kez de:
- "Bizim Subaşı da böyle atar" demiş.

Üçüncü ok hedefe tam isabet edince göğsünü kabartıp arkadaşlarına dönüp eklemiş:
-" İşte Nasreddin de böyle atar."

Erkek olan sözünde durur

Hoca'ya yaşını sormuşlar, "kırk yaşındayım" demiş. Aradan birkaç yıl geçmiş. Yine yaşı sorulunca "kırk yaşındayım" demiş.

- "Nasıl olur Hoca efendi" demişler, "yıllar önce sorduğumuzda da kırk demiştin"

Hoca gülümseyerek:
- "Erkek olan sözünde durur!..." demiş.

Evini tarlaya taşı

Birisi, Hoca'ya
- "Evim hiç güneş görmüyor" diye yakınmış.

- "Tarlan görüyor mu?" demiş Hoca.

- "Evet" cevabını alınca:
- "Öyleyse" demiş, "Allah'ın güneşinden sakınma, evini tarlaya taşı."

Papazlarla hesap üstüne

Dünyayı dolaşan üç bilgin papaz Akşehir'e de uğramışlar. Hocanın ününü duyunca kendisiyle tanışmak istemişler. Akşehir ileri gelenlerinin de katıldığı toplantıda Hoca, papazlarla tanıştırılmış. Yenilip içildikten, dereden tepeden konuşulduktan sonra, Papazlardan biri Hoca'ya sormuş:
- "Hoca Efendi, dünyanın ortası neresidir?"

Hoca otlayan eşeğini göstererek:
- "Eşeğimin şu anda sağ ön ayağının bastığı yerdir."

- " Nereden belli ?" demiş papaz.

- "İnanmıyorsanız ölçün !..." demiş Hoca.

İkinci papaz:
- "Peki Hoca efendi, gökte kaç yıldız vardır?" diye sormuş.

- "Gökte eşeğimin tüylerinin sayısı kadar yıldız vardır?" demiş Hoca.

- "Nasıl kanıtlarsınız ?" demişler.

- " İnanmıyorsanız sayın" demiş Hoca.

Üçüncü papaz da :
- "Benim sakalımda kaç kıl var?" diye sorunca;

- "Eşeğimin kuyruğundaki tüyler kadar" diye cevap vermiş Hoca.

- "Nereden bildin" dediklerinde, Nasreddin Hoca sesini yükseltip ciddileşerek;

- "Ölçün dedim ölçmediniz. Sayın dedim saymadınız. Bir kıl bile fazla değil. Siz ise inanmıyorsunuz. Bunu doğrulayalım. Bir kıl eşeğin kuyruğundan bir kıl da papazın sakalından çekelim. Böylece yanılmadan eşitliği görürüz" deyince papazlar tartışmayı bırakıp gitmişler.

Hepsini sen yesene

Nasreddin Hoca; zengin, obur ve aç gözlü bir Akşehirli ile beraber Konya'ya gidiyormuş. Yolda acıktıkça yanlarındaki azıklarını çıkarıp yemeğe oturuyorlarmış. Hoca daha bir iki lokma yemeden, adam azığın hepsini mîdesine indiriyormuş. Adam yolda sürekli kazanmaktan, yemekten, içmekten bahsediyormuş.

Derken Konya'ya gelmişler. Ekmeklerini yeni pişirmiş, bir yandan fırından çıkaran, bir yandan da mis gibi kokan ekmekleri vitrinine dizen bir fırıncının önüne gelmişler. Birlikte fırıncı dükkanına girmişler.
Hoca, Fırıncıya ;
- "Bu ekmekler senin mi?" diye sormuş.

Fırıncı afallayıp, şaşkın şaşkın bakarak;
- "Evet benim" deyince Hoca cevabı yapıştırmış:

- "Bu kadar misk gibi kokan, kızarmış sıcak ekmeğin var da ne duruyorsun, hepsini sen yesene !..."

Dünyada uyananların hâli

Nasreddin Hoca'ya rüyasında 999 altın vermişler. Hoca ;
- "Şunu bin altın liraya tamamlayın da alayım, yoksa almıyorum" derken uyanıvermiş. Bakmış, altıncıklar da, onları verenler de ortalarda yok.
- "Bu ne iş Ya Rabbi !" demiş. "Ahirette uyanan her şeyini önünde hazır bulacakken, Dünyada uyanan malının hepsini kaybediyor."
Pınar başında uyumuştum

  Nasreddin Hoca, Akşehir'den Konya'ya giderken yolunun üstündeki köyde bir köylüye konuk olmuş. Yatma zamanı gelince adam;
- "Hoca efendi, uykusuz mu yoksa susuz musun?" diye sormuş.

Adamın yemekten söz etmediğini gören Hoca hiç bozuntuya vermeden;
- "Buraya gelirken pınar başında bir güzel uyumuştum" demiş.

Yıldız yaparlar

Aklı sıra Nasreddin Hoca'yla eğlenmek isteyen biri Hoca'ya sormuş.
- "Yeni ay girince eski ay'ı ne yaparlar ?"

Nasreddin Hoca cevabı yapıştırmış ;
- "Kırpıp, kırpıp yıldız yaparlar" demiş. 
Devenin kanadı olsaydı

Bir gün Nasreddin Hoca caminin kürsüsünde vaaz ederken ;
- "Ey cemaat, şükredin ki Allah develerinize kanat vermedi" demiş.

Cemaat duraklamış, develerimizin kanatları olsa ne güzel uçardık, ne hızlı giderdik, acaba Hocamız ne demek istiyor" diye düşünürlerken cemaatten biri:
- "İyi olmaz mıydı Hocam ?" diye sorunca;

- "Kanatları olsa develeriniz damlarınıza konarlardı, damlarınız da başlarınıza yıkılırdı" demiş Hoca.

Ramazanda buzlu hoşaf

Sıcak bir yaz günü Nasreddin Hoca'yı iftara çağırmışlar. Ortaya önce bir tencere soğuk hoşaf gelmiş. Muzip ev sahibi eline bir kepçe almış, misafirlere ise birer tatlı kaşığı vermiş.

Ev sahibi kepçeyle her hoşaf içişinde :
- "Oohhh , öldüüümm" diyormuş.

Hoca ile öteki davetliler ellerindeki küçücük tatlı kaşıklarıyla hoşafı içmeye çalışıyorlar, ama ne hoşafın tadını alıyorlar, ne de susuzluklarını giderebiliyorlarmış. Ortadaki hoşaf tenceresi de bitmek üzere:

Hoca dayanamayıp ev sahibine seslenmiş;
- "Efendi" demiş. "Senin devamlı ölüp ölüp dirilmen bizleri çok üzüyor. Şu kepçeyi ver de senin yerine biraz da biz ölelim!..."

Aklın varsa göle kaç

Nasreddin Hoca ormandan çalıçırpı toplayıp eşeğine yüklemiş. Arkadaşları ile buluşacağı yere gitmiş. Odundan dönen köylülerle buluşup, beraberce yola koyulmuşlar. Konuşuyorlarken biraz şakalı, biraz ciddi, Hoca'ya sorular da soruyorlarmış.

Birisi Hoca'ya:
- "Biz cehenneme girmez, kaçar kurtuluruz. Ateşten kaçar suya gireriz. Hem sen nasıl olsa mezara koyunca telkin veriyorsun, senin dediğini der yakamızı kutrarırız" derlermiş.

Hoca bakmış ki anlattıklarından gereği gibi ders almıyorlar. Kendi eşeğinin sırtındaki çalılara bir kibrit çakmış. Eşeğinin kulağına da "aklın varsa göle kaç" diye söylemiş.

Alevler yükselince köylüler heyecanla ;
- "Aman ne yaptın Hocam, hayvan canlı canlı, cayır cayır yanacak" demişler.

Hoca gayet sakin ;
- "Hiç merak etmeyin, eşeğin kulağına telkinini verdim!..." demiş.

Onun her işi terstir

Nasreddin Hoca'nın bütün gayretlerine rağmen kötü huylarından vazgeçiremediği bir yakını varmış. Namazdan sonra camiden çıkmakta olan cemaate doğru bir çocuk koşarak gelmiş ve o adamın suya düştüğünü haber vermiş.

- "Falanca kişi ırmak kenarında gezerken ırmağa düştü. Azgın sularla boğuşuyor" demiş.

Hoca birkaç arkadaşıyla birlikte koşarak ırmak kenarına gelmiş ve suyun geldiği tarafa doğru ilerlemeye başlamış.

Köylüler:
- "Su öbür yana doğru akıyor Hocam" demişler. "Aşağıda aramak gerekmez mi?"

Hoca başını sallamış;
- "Bu adamın ne aksi, ne ters biri olduğunu siz bilmezsiniz. Onun her işi terstir" demiş.

İnanmazsanız yıldızları sayın

Nasreddin Hoca Konya'da vaaz ediyormuş.
-"Ey Müslümanlar! bu şehrin havasıyla bizim şehrin havası birdir" diye söze başlamış.

Cemaattekilerden biri sormuş:
- "Nereden biliyorsun?"

- "Akşehir'de ne kadar yıldız varsa, burada da o kadar var. İnanmazsanız sayın!.." demiş Hoca.

Kurdun keyfini bozma

Hoca, bir kış günü ormanda odun kesiyormuş. Odun kesmeye iyice dalmış. Bir aç kurt sessizce saldırıp, Nasreddin Hoca'nın yokuşun altında bıraktığı eşeğini yemiş, yokuş yukarı kaçmağa başlamış.

Birisi uzaktan durumu görüp seslenmiş:
- "Hoca yetiş! Kurt eşeğini yedi, kaçıyor!"

Hoca bir eşeğin kemikleri çıkmış ölüsüne, bir de yokuş yukarı kaçmakta olan kurda baktıktan sonra:
- "Boşuna yorulma efendi" demiş. "Olan oldu! Hiç olmazsa tok karnına yokuş yukarı kaçmaya çalışan kurdun keyfini bozma!"

İmamı Topal Timur ise

Hoca bir gün Timur Han'ın adamlarından birine sorar:
- "Kimin mezhebindensin ?"

Adam elini göğsüne götürüp kuvvetli bir sesle;
- "Emir Timur'unnn" demiş.

Orada bulunanlardan biri seslenmiş:
- "Hoca efendi, bir de peygamberini sor bakalım!"

Hoca:
- "İmamı Topal Timur olursa, başka bir şey sormaya gerek yok" demiş.

Testi kırıldıktan sonra

Nasreddin Hoca oğlunu çeşmeye gönderiyormuş. Testiyi eline verdikten sonra yüzüne okkalı bir tokat aşketmiş, ardından da:
- "Sakın testiyi kırma" diye seslenmiş.

Bu durumu görenler :
- "Ne yapıyorsun Hoca efendi" demişler, "çocuk testiyi kırmış değil ki... Hiç suçu olmayan çocuğu ne diye dövüyorsun ?"

- "Testi kırıldıktan sonra dayak neye yarar!" demiş Hoca.

  Ay alıp sattığım yok

  Nasreddin Hoca Konya'da akşam namazından çıkmış, yatsıya kadar biraz çarşıda gezinmek istemiş. Tanımadığı kellifelli bir adam gökteki yusyuvarlak aya bakıyormuş.

Hoca yaklaşınca, adam seslenmiş:
- "Efendi" demiş, "Bugün ay kaç?"

- "Bilmem ki evlâdım" demiş Hoca, "Bu günlerde ay alıp sattığım yok." 

Körüğün havası

     Nasreddin Hoca körüğü ile ateş yakar, içine böcek, fare vs. girmesin diye kullandıktan sonra körüğün ağzını tıkayıp duvara asarmış.

- "Körüğün ağzını ne için tıkıyorsun Hoca?" diye sormuşlar.

- "Yaa!, tıkamayayım da içindeki onca hava boşa mı gitsin" demiş Hoca, "ben savurganlıktan hoşlanmam!"

Tatlısız, böreksiz yer

Nasreddin Hoca öğlen namazını kıldırıp evine gelmiş. Öbür camiden gelen bir cenaze alayı sokakta belirmiş. Cenazenin arkasından giden akrabaları dövünüyorlarmış:
- "Karanlık yerlere gidiyorsun! Gittiğin yerde ne ışık var, ne ateş!... Ne tatlı var, ne börek!..."
Hoca, karısına :
- "Hâtun, çabuk kalk kapıyı sürgüle! Bu cenaze mutlaka bizim eve geliyor!" demiş.

Kaynak: www.turkedebiyati.org


nasrettin hoca fıkraları, nasreddin hoca fıkraları, hoca nasreddin, nasrettin hoca kimdir, en güzel fıkralar, seçme fıkralar, komik fıkralar, en komik nasrettin hoca fıkraları, fıkralar