Yazı Duyurusu

Menu

Browsing "Older Posts"

Browsing Category "şairler ve yazarlar"

ALTIN SÖZLER-10 (HZ. MEVLANA'DAN)

17 Ocak 2023 Salı / No Comments
en güzel mevlana sözleri, mevlana sözleri, mevlana sözleri face, mevlana hayatı kısa, mevlana sözleri resimli, özlü mevlana sözleri, mevlana kimdir kısa, şairler ve yazarlar, altın sözler

MEVLANA CELALEDDİNİ RUMİ KİMDİR?

30 Eylül 1207 tarihinde Afganistan’ın Horasan yöresinde Belh kentinde dünyaya gelen Mevlana’nın asıl ismi Muhammed'tir. Mevlana ve Rumi adları ise sonradan eklenmiştir. Mevlana kelime anlamı olarak efendimiz demektir.

Konya’da gençlik yıllarında öğretmenlik görevi yaptığı tarihlerde ona bu ad verilmiştir. Babası Belh’de yetkili bir insan olan ve bilginlerin sultanı lakabını hak eden Hüseyin Hatibi oğlu Bahaeddin Veled’dir. Annesiyse Belh Emiri’nin kızı olan Mümine Hanımdır.

1225 senesinde ise Mevlana, Şerefeddin Lala’nın kızı olan Gevher Hanım ile Karaman şehrinde dünya evine girdi. Bu evliliğinde Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi isminde iki evlat sahibi oldu. Seneler sonra Gevher Hanım’ın ölümünden sonra bir çocuğu olan dul bir bayanla, Kerra Hanım ile evlilik yaptı. Bu evliliğinden de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi isminde iki erkek evladı ve Melike Hanım adında bir de kızı oldu.

15 Kasım 1244 tarihinde Şems-i Tebrizi ile tanıştı fakat birliktelikleri kısa süreli oldu. Şems ani olarak vefat etti. Mevlana Şems’i kaybettikten sonra uzun seneler boyunca ortalıkta görülmedi. Mevlana, hayatını Hamdım, piştim, yandım kelimeleri ile anlatırdı.

Mevlana Eserleri şunlardır: Mesnevi, Divan-ı Kebir, Fihi Ma Fih, Mecalis-i Seb’a, Mektuplar.
altın sözler, en güzel mevlana sözleri, mevlana hayatı kısa, mevlana kimdir kısa, mevlana sözleri, mevlana sözleri face, mevlana sözleri resimli, özlü mevlana sözleri, şairler ve yazarlar,
HZ. MEVLANA'DAN ALTIN SÖZLER

İnsan dostunun huyunu alır.
*
Aklım her gün tövbe eder. Nefsim her an tövbemi bozar. Arada kalmış bîçareyim. İyi ki Senin kapın var.
*

Her Yerde Olmak Gibi Bir Duan Varsa, Gönüllere Gir; Çünkü Sevenler, Sevdiklerini Gönüllerinde Taşırlar.
*
Harf’ler yetmedi anlaşılmama, bari Hâl’den anla.
*

Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın.
*
Hiçbir ölü öldüğüne hayıflanmaz, sadece azığının azlığına hayıflanır. Ölen kuyudan ovaya çıkmış demektir.
*

Allah’ın defineleri yıkık gönüldedir. Yıkık yerlerde pek çok defineler gömülüdür. Kırılmış, iki yüz parça olmuş gönülü yapmak, Allah’a Hac’tan da yeğdir, Umre’den de.
*
Güzelliğin bir damlası olan LEYLA için uykuyu haram etmek çok değilse, Güzelliğin kaynağı MEVLA için bir ömrü feda etmek az bile.
*

Misafirsin bu hanede ey gönül, Umduğunla değil bulduğunla gül, Hane sahibi ne derse o olur, Ne kimseye sitem eyle, Ne üzül.
*
Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak. Diyor ve ekliyor.
*

Kanat vardır Doğanı padişaha götürür;Kanat vardır Kuzgunu leşe götürür.
*
Kim demiş gül yaşar dikenin himayesinde? Dikenin itibarı gül himayesinde!
*

Her birimiz tek kanatlı melekleriz ve bizler ancak birbirimizi kucaklayarak uçabiliriz.
*
Sen, canının içinde Kur’an nurunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç bütün Kur’an’ın tertemiz nurunun sırrıdır.
*

Tutalım ki Ali’den Zülfikâr sana miras kaldı. Sende Ali kolu ve kalbi yoksa Zülfikar neye yarar ki?
*
Cahille girme münakaşaya. Ya sinirini zıplatır tavana! Ya da yazık olur Adabına.
*

Aşk vadisinde, hiçbir nişane, hiçbir iz yoksa üzülmemeli; çünkü, Hakk’ın lûtfuyla bazen umutsuzluktan bile umutlar doğar.
*
Ey gönül, sakın umutsuzluğa düşme! Allah’tan umudunu kesme ki, bazen can bahçesinde, sögüt ağacının dalı bile hurma verir.
*

Kır oğul zinciri; hür gez, hür konuş, Yok mu altından gümüşten bir kurtuluş?
*
Her olayı hayır bil, her geceyi Kadir bil, her geleni Hızır bil.
*

Bir şeyden kaçacaksan yılandan, akrepten, arslandan, kaplandan kaçma da, bedenden kaynağını alan nefsanî isteklerden, heveslerden kaç! Çünkü başımıza gelen bütün belalar, çektiğimiz bütün zahmetler, meşakkatler boş ve olmayacak heveslerden meydana gelir.
*
Ben hiç dilek tutmadım, hep dua ettim. Ömrün ömrüme nasip olsun diye!
*

Sus gönlüm! Bütün bu susmalarına karşılık her şeyin hayırlısının olacağina inanarak sus.
*
Nasibinde varsa alırsın karıncadan bile ders. Nasibinde yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters.
*

Yürürken başımın yerde olması sizi rahatsız etmesin. Benim tek derdim; yere düşen edebinize takılmamak.
*
Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla.
*

Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.
*
Sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri iki görme! Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör!
*

Üstünün dostu ol ki üstün olasın. Kendine gel be hey azgın, mağluplarla dost olma! Münkirin delili ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen yurttan başka bir şey görmüyorum! Hiç düşünmez ki nerede görünen bir şey varsa o, gizli hikmetleri haber vermededir. Her görünen şeyin faydası, faydanın ilaçlarla gizli oluşu gibi o şeyin içinde gizlidir.
*
Dünya, kendisini yeni gelin gibi gösteren, cilveler eden, kokmuş bir kocakadındır.
*

Yol kesenler olmadıkça, lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça, sabırlılar, gerçek erler, yoksulları doyuranlar nasıl belirir, anlaşılır?
*
Kaderde sevmek var ama kavuşmak yok ise şayet, Olsun! Vuslata aşık gönül susmaya da razı.
*

Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek. Ruhun bir gün seni sevgiliye taşıyacak.
*
Sakın acında kaybolma. Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak.
*

Gerçek aşk’ı bilen kalp bir damla suya bile hürmetle bakar.
*
Cahil kişi gülün güzelliğini görmez, gider dikenine takılır.
*

Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur.
*
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap.
*

Nefsin ejderhadır. Öldü sanma, uykuya dalar o. Dertten eline fırsat düşmediği için uyur. Derdin bitince çıkar hemen. Hüner; dertsizken de nefsi uykuda tutmadadır.
*
Bizi bilen bilir, bilmeyende kendisi gibi bilir!
*

Yaşadığın dünyaya bak; Yüce Allah, hangi eserini sevginin kucağında büyütmemiş? Neden okşamak ve kucaklamakla gidilecek yere, tekme ve tokatla erişmeyi tercih edesin?
*
Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur.
*

Seni bağrıma değil, bağrımı ve başımı ayağının altına bastım. Gözüm toprak olacak, ama gönlüm daima aşk kokacak.
*
İsyanlardayım dedi. Hayır, imtihanlardaydı. Fark etseydi, kurtulacaktı.
*

Sarılmayı bilir misin? Sahiplenmeyi, sahiplendiğinde sadık kalmayı? Sen bilir misin aşık olmayı?
*
Bölünebilir misin ikilere, üçlere, gerekirse binlere? Yapabilir misin? Gerçekten sevebilir misin?
*

Sevmenin demesi olmaz. Unutma; ya çok seversin bir kere, yada hiç sevmezsin.
*
Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.
*

Ey sevgili. Biz seninle bir salkımın iki aşık üzümüyken, başka şişelerde şarap olmuşuz, başka hayallerde harap olmuşuz.
*
Sen çiçek olup etrafa gülücükler saçmaya söz ver. Toprak olup seni başının üstünde taşıyan bulunur.
*

Bakın! Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve en güçlü doğuş sebebi sevgi eksikliğidir. Bunun en doğru tedavi yolu ise SEVGİYİ aramak, yaşamak, uygulamaktır. Hoşgörülü olursanız seversiniz. Sevilirsiniz. Karar verirseniz ve de bu yolda çalışırsanız her şeye ulaşırsınız.
*
Can’ı Canan’a teslime hazır değilsen ‘ben AŞK’ım’ deme kimseye.
*

Gönül, dert ile yandı; derdimi paylaşacak bir dost yok. Çok yer gezdim hüznümü azaltacak bir kişi yok. ‘Ben yarinim’ diyen çok amma gerçekte vefalı bir yar yok.
*
Gözünün gördüğünü gönlünün gördüğüne değişirsen EYVALLAH. Gönlünün gördüğünü gözünün gördüğüne değişirsen EYVAH EYVAH.

en güzel mevlana sözleri, mevlana sözleri, mevlana sözleri face, mevlana hayatı kısa, mevlana sözleri resimli, özlü mevlana sözleri, mevlana kimdir kısa, şairler ve yazarlar, altın sözler

LA EDRİ SÖZLERİ VE HAYATI

16 Eylül 2022 Cuma / 1 Comment
la edri kimdir, la edri mahlas, la edri sözleri, derviş-i virane, laedri mahlas ne demek, la edri efendi, laedri nedir, laedri anlamı, la edri ne demek arapçada,


 LA EDRİ SÖZLERİ

Huzur istiyorsan dürüst olmalısın. Çünkü yalanlar seni daima diken üstünde yaşamaya mahkum eder. / La Edri
*
İnsan insanı, ya tamamlayamadı, ya tam anlayamadı. / La Edri
*

İnsanlar sizi, sadece aynı yerden canları yandıklarında anlar. / La Edri
*
Gittiğin yer güzelse, yol insanı yormaz. / La Edri
*

Gönüle girmek nasip, orada kalmak marifettir. / La Edri
*
Düşenin dostu olmaz demişler düşte görürsün. Sen o zaman dostları, düşte görürsün. / La Edri
*

Bir şeyler yolunda gitmiyorsa, belki de yolu değiştirmenin zamanı gelmiştir. / La Edri
*
Ahmak oldur, dünya için gam yine; ne bilirsin kim kazana kim yiye? / La Edri
*

Olduğundan farklı görünmeyip, karşıdakini yanıltmamaya, 'doğal olmak' denir. / La Edri
*
Tutunduğu her dal kırılınca, sağlam olanı da kırar insan fark etmeden zamanla. / La Edri
*

Hayatımı çembere aldım. Kimileri içeride, kimileri dışarıda kaldı. İçeriden dışarı çıkmanın Anahtarı; ihanet, dışarıdan içeri girmenin Anahtarı da samimiyettir! / La Edri
*
Seni en kötü anlarında yalnız bırakan birinin, en güzel anlarını paylaşmasına izin verme. / La Edri
*

Zaten kül olmuş birini, ateşle korkutamazsınız. / La Edri
*
Kişiliğin renklisi makbuldür. Kişiye göre renk değiştireni değil! / La Edri
*

Hayatınızda merhametli insanlara yer verin, onlar üzseler bile istemeden üzerler ve gönül almasını her zaman bilirler. / La Edri
*
İnsan insanı, ya tamamlayamadı, ya tam anlayamadı. / La Edri
*

İçinizdeki çocuk yaşıyorsa, yaşlanmıyorsunuz demektir. / La Edri
*
Sevginin hakim olduğu ev, ufak da olsa, dar gelmez insana. / La Edri
*

Yaşın ilerledikçe çok arkadaşa sahip olmanın daha az önemli olduğunu, ve gerçek arkadaşlara sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu anlayacaksın. / La Edri
*
Zaman kısa, ve hayat adil değil, bu yüzden sahip çıkın, çaldırmayın! Emeğinizi. Enerjinizi. Zamanınızı. Gülümsemenizi. / La Edri
*

Sana gülmeyi sevdiren insanlar değerlidir. / La Edri
*
Ne garip değil mi, insan; düşleyerek sever, düşünerek unutur. / La Edri
*

Gülümsediğim sürece, kimse içimdeki acıları göremez. / La Edri
*
Bazı insanlar kırmaktan korkar, çünkü kırılmak ne demek iyi bilirler. / La Edri
*

Belki de en büyük hatayı, hayır demeyerek yapıyoruz. Belki de en büyük hatayı, insanları önemseyerek yapıyoruz. / La Edri
*
En çok da, çocukluğu çalınmış hayatların hesabı sorulmalı. / La Edri
*

Gittiğin yol seni düşündürüyorsa, yanlış yoldasın demektir. / La Edri
*
Her hayal kırıklığı insana, bildiklerinin yeterli olmadığını, daha öğrenmesi gereken çok şey olduğunu işaret eder. / La Edri
*

Nerede ve hangi kimlikte doğacağımız elimizde değildir, ama 'insan' olmak her zaman elimizdedir. / La Edri
*
Hayat bugündür. Oysa ki düşündüğümüz hep yarın. Ömrümüz sürekli bir şeyleri yarına ertelemekle geçiyor. Hayallerimizi, umutlarımızı, sevgi sözlerimizi. Affetmeyi, inandıklarımızı gerçekleştirmeyi hep yarına erteliyoruz. Ama bir şeyi unutuyoruz. Neyi mi? Yaşanacak kaç yarınımız olduğunu bilmediğimizi, akıl etmeyi. / La Edri
*

Misafirin iyisi gelir geçer kuş gibi, kötüsüyse oturur daima baykuş gibi. / La Edri
*
İnsanoğlu hilebazdır, kimse bilmez fendini, her kime iyilik edersen, sakla ondan kendini. / La Edri
*

Eğer dilin sivri ise dikkat et, birgün kendi boğazını da kesebilirsin! / La Edri
*

LÂ EDRÎ KİMDİR?

La Edri; kime ait olduğu bilinmeyen nazım parçalarının altına “yazanı belli değil” anlamında konulan ibare.

Toplum hâfızasında yer almış özlü sözler gibi (kelâmıkibar, atasözü, vecize vb.) bazı nazım parçaları da asırlar boyunca halk arasında yaşar. Özellikle töreye ve değer yargılarına uygun düşen bu tür mısra ve beyitler dilden dile dolaşırken atasözleri gibi yaygınlaşıp topluma mal olduğu vakit Arapça “(söyleyeni) bilmiyorum” anlamına gelen 'lâedrî' diye nitelenir. Metinlerde lâedrî yerine sadece lâ yazılması yaygın olup bazan meçhul diye kaydedildiği de görülmektedir. Bununla anlam benzerliği taşıyan anonim kelimesinin halk edebiyatında söyleyeni bilinmeyen ve çok defa ortak olan ürünler için kullanılmasına karşılık lâedrî, şairi unutulmuş veya nakledenin hatırlayamadığı şiir parçaları hakkında kullanılmıştır. Bazan şairi bilinen mısraların küçük değişikliklerle lâedrî olarak kaydedildiği de olmuştur.

Bu tür mısra ve beyitler içinde atasözleri gibi akılda kalıcı nitelikte olanlar çoğunluktadır. Bunlar bazan bir atasözünü konu aldığı gibi (Söylemekten söz uzar artar emek / Söyleyenden dinleyen ârif gerek), bazan da kendileri atasözü değeri kazanabilir (Buna kim âlem-i imkân derler / Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz). Birtakım dinî esasların nazmen söylendiği beyitler de zaman içerisinde bu vasfı kazanabilir (Ey azîzim kıl şükür mâlın harîsi olma pek / Rızkına Allah kefildir etme aslâ anda şek) hak, adalet, dürüstlük vb. erdemlerin konu edildiği hikemî-didaktik beyitler, doğruluğu herkes tarafından kabul edilmiş davranış biçimleriyle kişi, toplum ve kurumları eleştiren fikirlerin yer aldığı çeşitli nazım parçaları da aynı niteliğe sahip olabilir. Nitekim bazı beyit ve mısralar, aslında bir manzumede yer aldıkları halde ihtiva ettikleri fikir yahut ifade güzelliği sebebiyle ön plana çıkarak bütünden ayrılmakta ve manzumenin diğer beyitlerinin, dolayısıyla şairin unutulmasına yol açmaktadır.

Toplumun takdirini kazanmış bir beyit yahut mısraın muhtevası kadar söyleniş biçimi de onun hâfızalara nakşedilmesine vesile olmuştur. İster tasavvufâne (Aman lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir / Anınçün dervişin zikri “aman”dır yâ Resûlallah), ister şûhâne (Gülü târife ne hâcet ne çiçektir biliriz), isterse rindâne (Kanâat eylemektir çâre aza) olsun pek çok mısra ve beyit asırlar boyunca lâedrî imzasıyla anılmıştır. Ancak bu tür beyitler içinde insanların sık sık tekrarlayarak rahatlayabilecekleri, âdeta dertlerini paylaşabilecekleri, geçmişte kendilerine bir örnek görüp teselli bulabilecekleri felekten şikâyet edenler önemli bir yer tutar. Bu durumda kişileri ilgilendiren husus beyitlerin şairleri değil o şairlerin ifadelerindeki tecrübedir.

Söylendiği günden itibaren lâedrî olarak anılan beyit ve mısralar da vardır. Bazı siyasî endişeler, insanlar arasındaki ilişkiler, hiciv, müstehcenlik vb. sebepler bu tür şiirlerin sayısını arttırmıştır. Beyit ve mısralar yanında manzumelerde de ortaya çıkan bu belirsizlik aslında şairin kendini emniyete alma düşüncesiyle ilgilidir. Böylece şair başına gelebilecek musibetlerden emin olmak için bilinmezliği tercih eder ve yazdığı şiire bizzat kendisi lâ edrî imzasını koyar. Kanûnî Sultan Süleyman’ın Şehzade Mustafa’yı öldürtmesi dolayısıyla söylenen mahlassız mersiyelerle (Mehmed Çavuşoğlu, “Şehzâde Mustafa Mersiyeleri”, TED, XII [1982], s. 641-686), bu hadiseden dolayı Vezîriâzam Rüstem Paşa’ya kızan şairin, onun saraya damat seçildiği zaman cüzzamlı olmadığının anlaşılmasına elbisesinde bulunan bir bitin vesile olduğunu telmih yoluyla söylediği, “Olıcak bir kişinin bahtı kavî tâlii yâr / Kehlesi dahi mahallinde anın işe yarar” ve “Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede / Nerde kaldı gayriye himmet ede” gibi beyitler yahut müstehcen ifadeler ihtiva eden nazım parçaları bunlardandır.

Bu tabirin ilk defa kimin tarafından ve ne zaman kullanıldığı bilinmemekle birlikte yakın dönemlere ait bazı antoloji ve müntehabat mecmualarında “lâ edrî” yahut “lâ” şeklinin kullanıldığı görülür. Bu mecmuaların alfabetik veya kronolojik tasnife tâbi tutulanlarında normal sıralamanın ardından müellifi bilinmeyen beyitlere yer verilmiştir (meselâ bk. Bursalı Mehmed Tâhir, Müntehabât-ı Mesâri‘ ve Ebyât, İstanbul 1328; Recâizâde Ahmed Cevdet, Nevâdirü’l-âsâr fî mütâlaati’l-eş‘âr, İstanbul, ts.; Rıza Akdemir, Güldeste, Ankara 1990). Ancak bu tür beyitler için ayrı bir bölüm açan eserler de vardır (meselâ bk. Vasfi Mâhir Kocatürk, Divan Şiirinde Meşhur Beyitler, Ankara 1963, s. 81-93; İ. Hilmi Soykut, Türk Şiirinde Tasavvuf, Hikmet ve Felsefeyle Dolu Unutulmaz Mısralar, İstanbul 1966, s. 1019-1150; Ömer Erdem,


Bu yazı, la edri kimdir, la edri mahlas, laedri mahlas derviş-i virane, laedri mahlas ne demek, la edri efendi, Lâedrî, laedri nedir, laedri anlamı, la edri ne demek arapçada, la edri arapça yazılışı ile ilgilidir.

SEBAHATTİN ALİ KİMDİR?

2 Eylül 2022 Cuma / No Comments
sebahattin ali, sebahattin ali şiirleri, sebahattin ali sözleri, sebahattin ali kitapları, sebahattin ali bestelenen şiirleri, leylim ley, mapushane türküsü, geçmiyor günler, mayıs şiiri

SEBAHATTİN ALİ

MAYIS ŞİİRİ

Mayıs, ayların gülüdür,
taze bir çiçek dalıdır,
İçerim ateş doludur;
Mayıs‘ta gönlüm delidir.

Yeşil dağlara göçülür,
Kırmızı şaraplar içilir;
Yarim dökülüp saçılır,
Mayıs‘ta gönlüm delidir.

Göklere karşı yatılır,
Dertlerimiz unutulur;
Eski sevgiler atılır;
Mayıs‘ta gönlüm delidir.

Uzakta kuşlar seslenir;
Gönlüm genişler beslenir;
Yaşamağa heveslenir,
Mayıs‘ta gönlüm delidir.

Yumuşak rüzgarlar eser;
Çimenlerde yarim gezer,
Yanılır, bana gülümser;
Mayıs‘ta gönlüm delidir.

*

LEYLİM LEY

Döndüm daldan kopan kuru yaprağa leylim ley
sehar yeli dağıt beni kır beni leylim ley
götür tozlarını burdan uzağa leylim ley
yarin çıplak ayağına sür beni leylim ley

Ayın şavkı vurur sazım üstüne leylim ley
söz söyleyen yoktur sözüm üstüne leylim ley
gel ey hilal kaşlım dizim üstüne leylim ley
ay bir yandan sen bir yandan sar beni leylim ley

Yedi yıldır uğramadım yurduma leylim ley
dert ortağı aramadım derdime leylim ley
geleceksen bir gün düşüp ardıma leylim ley
kula değil yüreğine sor beni leylim ley

*

MAPUSHANE TÜRKÜSÜ / ALDIRMA GÖNÜL

Hapishane Şarkısı
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma

Dışarda azgın dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma

Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül aldırma

Söz: Sabahattin Ali

Müzik: Kerem Güney

*

ÇOCUKLAR GİBİ

Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi

Bazı nur içinde, bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi

Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi

Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi

Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi

Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi

Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi

*

GEÇMİYOR GÜNLER

Burda çiçekler açmıyor
Kuşlar süzülüp uçmuyor
Yıldızlar ışık saçmıyor
Geçmiyor günler geçmiyor.

Avluda volta vururum
Kah düşünür otururum
Türlü hayaller görürüm
Geçmiyor günler geçmiyor.

Dışarıda mevsim baharmış
Gezip dolaşanlar varmış
Günler su gibi akarmış
Geçmiyor günler geçmiyor.

Gönülde eski sevdalar
Gözümde dereler bağlar
Aynadan hayalin ağlar
Geçmiyor günler geçmiyor.

Yanımda yatan yabancı
Her söz zehir gibi acı
Bütün dertlerin en gücü
Geçmiyor günler geçmiyor

*

KIZ KAÇIRAN

Dağlar dik, çeşmeler kuru
Yarimin benzi çok sarı
Ölüm var, dönülmez geri
Yürü yağız atım yürü...

Dağlar geçilmiyor kardan
Aman yok candarmalardan
Ayrılamadım bu yardan
Yürü yağız atım yürü...

Yarim bu gece yoruldu
Kaçırdığıma darıldı
Bak daha sıkı sarıldı
Yürü yağız atım yürü...

Nasıl titriyor korkudan
Kaldırdım onu uykudan
Sesler geliyor doğudan
Yürü yağız atım yürü...

Peşime düştü takipler
Boynumu bekliyor ipler
Zeybekler seni ayıplar
Yürü yağız atım yürü...

*

SEBAHATTİN ALİ'NİN HAYATI

25 Şubat 1907'de Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere kazasında doğmuştur. Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısiyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamlamıştır (1921) Edremit'e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'nda mezun olmuştur (1926) . Bir yıl kadar Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giderek iki yıl orada okumuştur (1928 - 1930) . Yurda döndükten sonra Aydın ve Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapmıştır.

Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932) , bir yıla mahkum olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933) . Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Sabahattin Ali Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un 'eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini' istemesi üzerine Varlık dergisinde 'Benim Aşkım' adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alınmış, Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yapmıştır.

16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenmiş, 1936'da askere alınmış, 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali dünyaya gelmiştir. Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir'de tamamlamış, 10 Aralık 1938 de Musiki Muallim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır. 1940 yılında tekrar askere alınmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı'nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 - 1945) .

'İçimizdeki Şeytan' romanı milliyetçi kesimde büyük tepki toplamıştır. Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açmış, dava sırasında çok sıkıntı çekmiştir. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamamıştır. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınmış, İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır (1945) . Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, iktidarın kışkırtmasıyla meydana gelen Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946 - 1947) . Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle 'Milli Şef' İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır.

Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde yayımladığı 'Ne Zor Şeymiş' başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: 'Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi'.

Bir başka dava nedeni ile 1948'de Paşakapısı cezaevinde üç ay yatmıştır. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlamış, işsiz kalıp, yazacak yer bulamamıştır. Yurt dışına gidebilmek için pasaport almak istemiş, alamamıştır. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan'a kaçmaya karar vermiş fakat para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde öldürülmüştür (2 Nisan 1948) .

Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve CHP üyesi ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkan aftan yararlanarak serbest kalmıştır.

Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950’li yıllardan beri Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede çok tanınan bir yazardır.

Eserleri

Şiir 

Dağlar ve Rüzgâr (1934 - Yeni Eklerle 1943)
Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler'le birlikte (1937)
Öteki Şiirler (1937)

Öykü 

Değirmen (1935)
Kağnı (1936)
Hanende Melek (1937)
Ses (1937)
Kağnı - Ses (1943 - İki Kitap Birlikte)
Yeni Dünya (1943)
Sırça Köşk (1947) .
Kamyon

Roman

Kuyucaklı Yusuf (1937)
İçimizdeki Şeytan (1940)
Kürk Mantolu Madonna (1942)

Tiyatro 

Esirler (1936)

Derlemeler 

Markopaşa Yazıları ve Ötekiler(1998)
Çakıcı'nın İlk Kurşunu (2002)
Mahkemelerde (2004)
Hep Genç Kalacağım (2008)
Canım Aliye, Ruhum Filiz (2013)

Bestelenen Şiirleri 

Hapishane Şarkısı V (Aldırma Gönül - Kerem Güney, Edip Akbayram)
Leylim Ley (Zülfü Livaneli)
Hapishane Şarkısı I (Göklerde Kartal Gibiydim / Nazlı Yarim - Ahmet Kaya)
Hapishane Şarkısı III (Geçmiyor Günler - Ahmet Kaya)
Çocuklar Gibi (Sezen Aksu)
Kız Kaçıran (Ahmet Kaya)
Kara Yazı (Ahmet Kaya)
Melankoli (Ali Kocatepe, Nükhet Duru)
Eskisi Gibi (Ben Yine Sana Vurgunum - Ali Kocatepe, Nükhet Duru)
Dağlar (Dağlardır Dağlar - Sezen Aksu)

geçmiyor günler, leylim ley, mapushane türküsü, mayıs şiiri, sebahattin ali, sebahattin ali bestelenen şiirleri, sebahattin ali kitapları, sebahattin ali sözleri, sebahattin ali şiirleri, 

CAN YÜCEL SÖZLERİ VE ŞİİRLERİ...

5 Temmuz 2021 Pazartesi / No Comments
altın sözler, aşk sözleri, can yücel sözleri, can yücel şiirleri, can yücel facebook sözleri, felsefi sözler, resimli mesajlar, resimli resimli sözler, can yücel tweet sözleri, şairler ve yazarlar, aşk şiirleri,

*


altın sözler, aşk sözleri, can yücel sözleri, can yücel şiirleri, can yücel facebook sözleri, felsefi sözler, resimli mesajlar, resimli resimli sözler, can yücel tweet sözleri, şairler ve yazarlar

*


*


*


*


*


*


*


*


*


*


*


*


*


*


*


*



ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

Ağaçları Kesmeyin

Düş bir yas dalından düşerse 
Nereye düşer hiç düşündünüz mü? 
Yerde bir iz kalmayacak mi izdüşüm? 
Düşen yas dalından düşünce 
Gözlerinizdedir pınarı 
Bir yas bir daldan düşünce 
Kökündedir yaşı 
Bir yas düşer bir daldan 
Hepimizin ölen arkadaşı 
Ve çok eskilere dair bir düşünce

*

Ağıt

Dün gece seyrimde gördüm cerenim. 
Kızlar ne kadar çok seviyorlarmış ki seni 
Mosmor olmuş gülyazısı bedenin 

Mosmor olmuş gülyazısı bedenin 
Düşmüş sanki erguvanlar içinde 
En genç burcu yıldızdan bir kalenin 

En genç burcu yıldızdan bir kalenin 
Uçmuş sanki uçsuz bir uçuruma 
Gökyüzünün çakır gözlerinden 

Gökyüzünün çakır gözlerinden 
Düşmüş bir damla, bir deniz feneri 
Işınlarıyla şile bezlerinin 
Güdüyor çobansız kalmış tekneleri

*

Al Bir Uzun Hava

Çekirgeydi Rasko'nun elindeki güvercin 
Rasko'da mengeneydi, bu beynimizde kalsın! 
Çekmişler istor diye muhribin dumanını 
Böyle ask, böyle barış, Allah belamı versin! 

Bugün kitabım verdim tek pedal matbaaya 
Bu yol beni götürür saglam Selimiye'ye 
Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun 
Vermişim ben canımı al uzun bir havaya

*

Anayasası İnsanın

Kan yasası bu insanın: 
Üzümden şarap yapacaksın 
Çakmak taşından ateş 
Ve öpücüklerden insan! 
Can yasası bu insanin: 
Savaşlara yoksulluklara 
Ve binbir belaya karşın 
İlle de yaşayacaksın! 
Us yasası bu insanin: 
Suyu şavka döndürüp 
Düşü gerçeğe çevirip 
Düşmanı dost kılacaksın! 
Anayasası bu insanin 
Emekleyen çocuktan 
Uzayda koşana dek 
Yürürlükte her zaman

*

Aşk Çocuğu

Pencerelerin kenarından 
Sarkmış tül perdeleri 
Pembe Evin 
Uçup uçup yüz sürüyorlar 
Karşı tepedeki manastırın selvilerine 

Rüzğarla eğilip doğruldukça 
Sardunyalar, biberiyeler, 
Hiç korkma 
Karada ölüm yok oğlum sana bugün 

Leylekler daldı birden göğün acentasına 
Gidip-gelme almak üzere Güneye hicret 
Sen de gel diyorlar kanatlarıyla, 
El sallıyorum ben de yattığım yerden 
Leyleklere Leylim-Leylim 
Diye diye 

Güneşle karışık bir esinti geçiyor şakağımdan 
Uzatıyorum elimi denizden yeni çıkmış senin serinliğine,
Göğsümün, karnımın, kaşıklarımın, bacaklarımın 
Tüyleri kamaşıyor sevinçten 

Uyanıyoruz sonra 
Dizine yatırıp beni çingene benlerimi sıkıyorsun 
Gümüşlü zurnası dikiliyor havaya çeribaşının 
Işıklar bir bahriye çiftetellisi çalıyor yüzümde 

Hay Allah 
Yine tutuldum galiba 
Derken bir ask çocuğu doğuyor 
Çırpınan denizin karnından 
Bu şiir 

Ağlarken gülüyor 
Ve ağliyor gülerek 
Tuzlu damlalarıyla günesin, 
Sözcükler yanıp yanıp sönerken 
Körpecik teninde 
Uzaylardan aparttığım yıldız bitleriyle.

*

Ateş İle Su

ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında; 
sevdalanmış onun deli dalgalarına. 
hırçın hırçın kayalara vuruşuna, 
yüreğindeki duruluğa... 
...demiş ki suya: 
gel sevdalım ol, 
hayatıma anlam veren mucizem ol... 

su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa, al demiş; 
yüreğim sana armağan... 
sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına. 

zamanla su, buhar olmaya, ateş, kül olmaya başlamış. 
ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı... 
baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de 
yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su...

ateş kızmış, ateş yakmış ormanları... 
aramış suyu diyarlar boyu, 
günler boyu, geceler boyu 
bir gün gelmiş, suya varmış yolu 
bakmış o duru gözlerine suyun, 
biraz kırgın, biraz hırçın. 
ve o an anlamış; 
aşkın bazen gitmek olduğunu, 
ama gitmenin yitirmek olmadığını. 

ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla. 
işte o zamandan beridir ki: 
ateş sudan, su ateşten kaçar olmuş... 
ateşin yüreğini sadece su, 
suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...

*

Barış İçin

Gözleri görmeyen Esber, 
Dünyayla barışık 
Gözleri açıklar 
Dünyaya kapalı, 
Yağmurdereli`yle birlikte 
Savaş için, Rusça niyet 
Yani hayır, 
Yağmurdereli`yle birlikte 
Barış için döğüşelim, 
Dereler gibi akacak 
Güzelim yağmur 
Rahmet gelecek dünyaya 
Kör gözlerimizden akan 
Barış gelecek dünyaya 
Barış için döğüşelim

*

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın 
Kanatların çırpındığı kadar hafif.. 
Kalbinin attığı kadar canlısın 
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... 
Sevdiklerin kadar iyisin 
Nefret ettiklerin kadar kötü.. 
Ne renk olursa olsun kaşın gözün 
Karşındakinin gördüğüdür rengin.. 
Yaşadıklarını kar sayma: 
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; 

Ne kadar yaşarsan yaşa, 
Sevdiğin kadardır ömrün.. 
Gülebildiğin kadar mutlusun 
Üzülme! bil ki ağladığın kadar güleceksin 
Sakın bitti sanma her şeyi, 

Sevdiğin kadar sevileceksin. 
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer 
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın

Bir gün yalan söyleyeceksen eğer 
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. 
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret 
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın 
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın 
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. 
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın 
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. 
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. 

İşte budur hayat! 
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın 
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün 
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun 
Çiçek sulandığı kadar güzeldir 
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli 
Bebek ağladığı kadar bebektir 
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, 
Sevdiğin kadar sevilirsin...


altın sözler, aşk sözleri, can yücel sözleri, can yücel şiirleri, can yücel facebook sözleri, felsefi sözler, resimli mesajlar, resimli resimli sözler, can yücel tweet sözleri, şairler ve yazarlar, aşk şiirleri, 

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN HAYATI VE ŞİİRLERİ

7 Haziran 2021 Pazartesi / No Comments

BİRLİK

Kalacak adımız kaldığı gibi
Aleme velvele saldığı gibi
Tıpkı Sakarya'da olduğu gibi
Kardeşiz, tek vücut tek milletiz...

Abdurrahim Karakoç

*

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN HAYATI:

Abdürrahim Karakoç, 7 Nisan 1932 tarihinde Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesinin Ekinözü (Cela) köyünde (1991'de ilçe oldu) doğdu. Babası, halk şairi çiftçi Ümmet Efendi; annesi ise Fadime Hanım'dır. Ünlü şair ve yazar Bahaettin Karakoç'un kardeşi, şair ve eğitimci Ertuğrul Karakoç'un da ağabeyiydi.

Ekinözü Köyü İlkokulunu bitirdi (1944). Ortaokula gidemedi. Marangozluk öğrendi. Bir süre köyünde çiftçilik, marangozluk yaptı. 1958 yılında Ekinözü'nde belediye teşkilatı kurulunca, muhasebeci olarak belediyede memuriyete başladı. 1981 yılının Mart ayında emekliye ayrılıncaya kadar bu görevini sürdürdü. Emekli olunca ailesiyle Ankara'ya yerleşip Sincan'da sanat çalışmaları yaptı. Gazetecilik, köşe yazarlığı, şairlikle geçimini sağladı.

20. ve 21. yüzyıl Türk edebiyatının önde gelen şairlerinden Abdürrahim Karakoç, akciğer enfeksiyonu tedavisi gördüğü Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 7 Haziran 2012 Perşembe günü solunum yetmezliği sonucu son nefesini verdi. Cenazesi, 8 Haziran 2012 Cuma günü Ankara Kocatepe Camisi'nde kılınan Cuma ve cenaze namazlarının ardından Bağlum Mezarlığı'nda Şeyh Abdülhakim Arvâsi (1865-1943) Türbesi'nin yanında toprağa verildi. Cenaze namazını, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez kıldırdı.

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN EDEBİ KİŞİLİĞİ:

Abdurrahim Karakoç'un dedesi ve babası da şairdi. Ayrıca, Elbistan'da çok sayıda halk şairi yaşamaktadıydı. Bu sebeple, halk şiiri ikliminde doğup büyüdü. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başladı. İlk şiirleri Elbistan'da yayımlanan Engizek gazetesinde basıldı (1955)...1958 yılına kadar yazdığı şiirleri beğenmeyerek yok etti. 1958'den sonra yazdıklarını Hasan'a Mektuplar adıyla 1964'te yayımlayınca ünü yayıldı. Aşık tarzı şiir tekniğini benimsedi. Hece ölçüsüyle mahalli söz dağarcığı ve ağız özelliklerini ustalıkla kullanmayı bildi. Ancak bağlama çalmayı öğrenememişti. Mahlas almayı da düşünmemişti. Çok az şiirinde Karakoç mahlasına yer verdiği görülmüştür. Az sayıda serbest vezinli şiiri de vardır.

Şiirlerinde aşk ve vatan sevgisinin yanı sıra toplumsal bozuklukları da ele aldı. Mizah yüklü yergi, taşlama şiirleri gençler arasında ezberlendi. Siyasal ve toplumsal bozuklukları eleştirdiği şiirleri dolayısıyla hakkında otuza yakın dava açıldıysa da tamamından aklandı. Şiirleri Fedai, Devlet, Töre, Bizim Ocak dergileriyle; kendisinin çıkardığı Yeni Ufuk ile Yeni Düşünce, Yeni Hafta ve Yeni Akit gazetelerinden yayımlandı. Gündüz ve Yeni Akit gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.

Yüze yakın şiiri, türkü ve şarkı biçiminde bestelendi ve ününe ün kattı. Musa Eroğlu ve Zekeriya Bozdağ'ın bestelediği Mihriban, Mahzunî Şerif'in bestelediği Tohdur Beğ, Hâkim Beğ, Esat Kabaklı'nın bestelediği Gel Gayrı, Bayram Bilge Tokel'in bestelediği Dağ ile Sohbet, İncinmesin Uğur Işılak'ın bestelediği Suları Isıtamadım ve Ekrem Çelebi'nin bestelediği Sultanım gibi. Dava şiirlerinden bir bölümü marş hâline getirildi. Hak Yol İslâm Yazacağız şiiri gibi.

Bir grup şiiri Mehriban/Goşgular adıyla Aşkabat'ta Türkmen lehçesiyle basıldı (1996).

Doğuş Edebiyat (S. 20, 1983) ve Genç Kardelen (S. 9, 1998) dergileri "Abdurrahim Karakoç Özel Sayısı) yayımladı. Hakkında Gazi Üniversitesinde 2001 yılında Gülsüm Saldere tarafından "Abdurrahim Karakoç'un Lirik Şiirlerinde Kelime Dünyası) konulu yüksek lisans tezi hazırlandı.

Kendi deyişiyle, "Dağda bayırda, ay ışığında şiirler yazdı. Her şiirinin özü mutlak gerçeğe dayanmaktadır. Gününü ve insanlarımızı yorumlamıştır." Toplumsal bozuklukları eleştirdiği yergi, taşlama şiirlerinde mizahî bir üslûp kullandığı görüldü. Kahramanmaraş halk kültüründen seçtiği yerel kelime ve deyimler, kullandığı ağız özellikleri şiirlerine türkü lezzeti verdi denilebilir.

ABDURRAHİM KARAKOÇ'UN ESERLERİ:

Şiir:

Hasan'a Mektuplar (1964)
Hatay Bülteni (Hasan'a Mektuplar'la, 1967)
El Kulakta (1969)
Haberler Bülteni (1969)
Vur Emri (1972)
Bütün Şiirleri (1973)
Kan Yazısı (1977)
Suları Isıtamadım (1980)
Şiirler (1981)
Kar Sesi (1983)
Dosta Doğru (1984)
Beşinci Mevsim (1986)
Gök Çekimi (1991)
Akıl Kazraya Vurdu (1994)
Gerdanlık I (2000)
Yasaklı Rüyalar (2000)
Parmak İzi (2002)
Gerdanlık II (2002)
Yağmur Yerden Yağar (2002)
Gerdanlık III (2005)
Barış Çağrısı (2009)

Deneme:

Düşünce Yazıları (1990)
Sohbet, Söyleşi, Mektup: Çobandan Mektuplar (1996)
ŞİİRLERİ

ANADOLU SEVGİSİ

Sen bizim dağları bilmezsin gülüm, 
Hele boz dumanlar çekilsin de gör.
Her haftası bayram, her günü düğün, 
Hele yaylalara çıkılsın da gör.

Bilmezsin ovalar nasıldır bizde; 
Kağnılar yollarda, yoncalar dizde...
Saydıklarım damla değil denizde, 
Hele bir ekinler ekilsin de gör.

Görmedin sen bizim mavi suları, 
Karlar eriyince kırar yuları...
Köpük olur beyaz, sel olur sarı; 
Hele taştan taşa dökülsün de gör.

Sen bizim köyleri görmedin ki hiç, 
Yolları toz, çamur, evleri kerpiç.
O kirli kabukta, o en temiz iç; 
Hele bir yakından bakılsın da gör.

Anlamaz, bilmezsin sen bizim halkı, 
Sevgiyi bulasın, yakına gel ki...
Kalıplar gerçeği göstermez belki
Gönül perdeleri sökülsün de gör.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

*

İSYANLI SÜKUT

Gitmişti makama arz-ı hâl için
'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim..
'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı 
'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

İçmedi, masada unuttu çayı 
Kalktı ki garsona vere parayı 
Uzattı çakmağı ve sigarayı
'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş 
Sandım can evime döktüler ateş
Sordum: 'memleketin neresi gardaş? '
'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden
Salladı dilini.. vazgeçti birden, 
'Oyyy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

*

MİHRİBAN

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban! 
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!

Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban!

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!

Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban!

Abdurrahim Karakoç

*

AÇIK DİLEKÇE

Görmediğim bir bambaşka durum var 
Sizin şehrin kızlarında savcı bey! 
Yaklaşanı tâ yürekten vururlar 
Kan kokuyor gözlerinde savcı bey!

Gayeleri gönül kırmak dal gibi 
Bakışları çifte faul bal gibi 
Ülkeler fethetmiş bir kral gibi 
Gurur dolu pozlarında savcı bey!

Kaş yaparken, göz çıkarır elleri
Çok silâhtan tesirlidir dilleri 
Hayret ettim, bir tuhaf ki hâlleri, 
Poyraz eser yüzlerinde savcı bey!

Derviş olup çıktım tığsız, tebersiz 
İlk görüşte avladılar habersiz 
Pişirdiler beni tuzsuz, bibersiz 
Kebap oldum közlerinde savcı bey!

Bölüştüler gönlüm ile aklımı 
Davacıyım, ara benim hakkımı... 
Bir yol göster, haksız mıyım, haklı mı? 
Yorulmayım izlerinde savcı bey.

Abdurrahim Karakoç

*

İNCİTME

Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.

Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.

Burdayım de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.

İl göçsün göçtüğün vakit
Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit
Kaynak senden incinmesin.

Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin.

(Yasaklı Rüyalar)

Abdurrahim Karakoç

*

UNUTURSUN MİHRİBANIM

“Unutmak kolay mı? ” deme
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.

Zaman erir kelep kelep..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep 
Unutursun Mihriban’ım.

Yıllar sinene yaslanır
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.

Süt emerdin gündüz-gece 
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.

Gün geçer, azalır sevgi 
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.

Düzen böyle bu gemide
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

*

AYIP

Kara gözlüm bu ayrılık yetişir, 
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.

Ayların sırtında yıllar taşındı, 
Sanma ki garibi eller düşündü.
Bebekler evlendi, yollar aşındı
Kozalaklar çınar oldu gel gayrı.

Hesap et, gideli sen gurbet ile
Otuz ay tutuldu kolay mı dile? 
Hapisler, sürgünler, esirler bile
Sılasına döner oldu gel gayrı.

Gönlüm sende, gözüm yollarda durdu, 
Saat isyan etti, takvim kudurdu.
Hasret hançerini bağrıma vurdu
Yüreciğim kanar oldu gel gayrı.

Emeği boşadır yuvasız kuşun...
Nerdeyse toprağa değecek başın.
Beni düşünmezsen kendini düşün
Herkes seni kınar oldu gel gayrı.

Vur Emri

Abdurrahim Karakoç

*

TUT ELLERİMDEN

Sırat’tan incedir sevda köprüsü 
Beraber geçelim tut ellerimden. 
Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü 
Beraber uçalım tut ellerimden.

Gönüldeki birlik kalkandır dışa 
Aldırma ayaza, yele, yağışa 
Giden ilkbahara, gelecek kışa 
Beraber göçelim tut ellerimden.

Birleşmek üzredir şafakla gurûp 
Korku beklenilmez kapıda durup 
İster zehir olsun, isterse şurup
Beraber içelim tut ellerimden.

Çağır hayallerin en ötesini 
Yakından duyarsın aşkın sesini 
Sonsuz mutluluğun penceresini 
Beraber açalım tut ellerimden.

Hatırla kaybolan hatıraları 
Elmastan ışıklı, altundan sarı 
Zaman tortusundan işte onları 
Beraber seçelim tut ellerimden.

Şüphe “başlangıç”tır, karar “nihayet”
Zamanı zamana etme şikayet 
Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet 
Beraber kaçalım tut ellerimden.

(Akıl Karaya Vurdu) 

Abdurrahim Karakoç

*

VUR EMRİ

Bir haber dolaşır semada pulpul; 
Kılınçlar bilensin akın var Çin’e.
Yiğitler at sürer düşman içine; 
Tarihe hükmeden bir ses duyulur:
- Vur! TÜRKLÜK aşkına vur!

Yüklenir bir ülke oymak ve avul, 
Sel olur ordular, batıya akar.
Uçar elden-ele bozkurtlu bayraklar.
Emreder bir başbuğ, sade ve vakur:
- Vur! BAYRAK aşkına vur!

Karışır top sesi, nal sesi, davul..
Çağdan çağa çığır açar gemiler.
Bir hâkan atını denize sürer
Ve der ki: “Yıkılsın Bizans’ı koruyan sur, ”
- Vur! FETİH aşkına vur!

Parçalanmak istenir bir ülke, Anadolu’dur:
Şahlanır bir anda bin yıllık hınçlar; 
Eser poyraz poyraz eğri kılınçlar, 
Kütahya düzünde kelle savrulur...
- Vur! TOPRAK aşkına vur!

Ya... işte tarihin böyledir oğul! 
Geçmişten hız alsın geleceğin de..
Göster Türklüğünü tunç bileğinle! 
Bu dine, bu ırka ve bu toprağa
Sataşmak isterse herhangi gavur:
- Vur! ALLAH aşkına vur!

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

*

HAK YOL İSLAM YAZACAĞIZ

Kör dünyanın göbeğine 
Hak yol İslâm yazacağız. 
Kuşların göz bebeğine 
Hak yol İslâm yazacağız.

Yola, ağaca, pınara 
Esen yele, yağan kara 
Yağmur yüklü bulutlara 
Hak yol İslâm yazacağız.

Koç burcuna, yay burcuna 
Bebeklerin avucuna 
Minarelerin ucuna 
Hak yol İslâm yazacağız.

Bucak bucak, köşe köşe 
Kara taşa, kor-ateşe 
Yıldıza, aya, güneşe 
Hak yol İslâm yazacağız.

Askerlerin miğferine 
Kağnıların tekerine 
Buda´nın tunç heykeline 
Hak yol İslâm yazacağız.

Her kapının eşiğine 
Her sofranın kaşığına 
Balaların beşiğine 
Hak yol İslâm yazacağız.

Herkes duyacak, bilecek 
Saklanmaz gayrı bu gerçek 
Yaprak yaprak, çiçek çiçek 
Hak yol İslâm yazacağız.

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

*

HEKİM BEĞ

Gene tehir etme üç ay öteye 
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ. 
Otuz yıl da babam düştü ardına 
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.

Kırk yıl önce; yani babam ölünce
Kadılıklar hâkimliğe dönünce
Mirasçılar tarla, takım bölünce
İrezillik beni buldu hâkim beğ.

Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git
Bini buldu burda yediğim zılgıt 
Eğer diyeceksen: bana ne, öl git! 
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ.

Sekiz evlek tarla, bir geverlik su
Yüz yılda höküme bağlanmaz mı bu? 
Kazanmasam da hu, kazansam da hu! 
Canım ta burnuma geldi hâkim beğ.

Keşife-meşife, damgaya, harca 
Kanımız kurudu harca da, harca.. 
Sayenizde avukatlar yıllarca, 
Fakiri yoldu da yoldu hâkim beğ.

Mübaşir itekler, kâtip zavırlar 
Değişti bizde de göya devirler 
Yüz yıl önce adam yiyen gâvurlar 
Tapucuyu aya saldı hâkim beğ.

Kabahat sizde mi, kanunlarda mı? 
Şaşırdım billâhi yolu yordamı.. 
Kızma sözlerime alam kadanı 
Sıkıntıdan içim doldu hâkim beğ.

Mülkün temeliydi adalet hani? ... 
Bizim hak temelde saklı mı yani? 
Çıkartıp ta versen kim olur mâni? 
Yoksa hırsızlar mı çaldı hâkim beğ? !

Hem davacı pişman, hem de davalı.. 
Bu yolda tükettik çulu, çuvalı. 
Sabret makamından çalma kavalı, 
Sürüler ekine daldı hâkim beğ.

Vur Emri

Abdurrahim Karakoç

*

BEŞİNCİ MEVSİM

Düştü can evime dördüncü cemre 
Dünyayı üçüncü gözümle gördüm. 
Dört yüz seksen beş gün çekti bir sene 
On altıncı aya takvimsiz girdim.

Aynalara baktım korku gösterdi 
Saatler her sabah kırkı gösterdi 
Namlular, nişanlar Türkü gösterdi 
Hayatım boyunca hedefte durdum.

Gül sundum yediler, koklamadılar 
Armağan can verdim saklamadılar 
Gittim... gelir diye beklemediler 
Kaybolan gölgemi yollara sordum.

Getirdim yanıma ayı bir karış 
Ölçtüm ki dağların boyu bir karış 
Şehiri bir adım, köyü bir karış 
Damlada denizdir en küçük derdim.

Savurdum, eledim, seçtim zamanı 
Yaprak yaprak, tel tel açtım zamanı 
Haftada üç asır geçtim zamanı 
Nereye gittimse zamansız vardım.

Yırtıldı ruhlara çizdiğim resim 
Yazık, kulaklara sığmadı sesim 
Yaşadığım şimdi beşinci mevsim 
Çağın çilesini sırtıma sardım.

(Beşinci Mevsim)

Abdurrahim Karakoç

*

YEMİN

Canım sağ oldukça rahmetli babam
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Ak sütün emziren ihtiyar anam,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Yerindedir daha aklım, iradem
Ve işte yeminim, işte ifadem! 
İlk insan, ilk nebi Hazreti Âdem,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Meylim ne şöhrete, ne saltanata; 
Hak için sarıldım ben bu sanata; 
Kür-Şad, Bilge Kağan, Oğuzhan Ata,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Önümde dururken Türklüğün hâli,
Susup da boynuma almam vebali; 
Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali(r.a) 
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Esir iken Kırım, Kerkük, Türkistan,
Bana zindan olur Maraş, Elbistan
İbni Sîna, Dedem Korkut, Alparslan
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

İmanda bu fire, zillete bu zam! 
Doymuyor yüreğim ne kadar yazsam.
Farabi, Gazali, İmamı Azam,
Susarsam, hakkını helal etmesin!

Nusret versin yeri, göğü yaratan
Çekip çıkartalım akı karadan
Ertuğrul Bey, Osman Gazi, Murat Han,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Ülküm aşk çölünde Veysel Karani
Ulubatlı Hasan eyler göreni
Fatih, Ak Şemsettin, Molla Gürani
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Bu yol bahadırlar, ermişler yolu; 
Kendini davaya vermişler yolu! 
Şeyh Mevlana, Derviş Yunus, Köroğlu,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Türkçe sevdalanan, İslâmca yanan
Adar milletine bir değil bin can
Yavuz Sultan Selim, Barbaros, Sinan
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Uyutulmuş köy, nahiye, ilçe, il
Yüreğimi yetmiş yerden yara bil; 
Mehmet Âkif, Osman Batur, Şeyh Şâmil
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Usta savaşçılar, genç mücahitler
İmkanıma hizmetime şahitler
Basbuğ, ülküdaşlar, aziz şehitler,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

İçimde İslâmın ince mânâsı
Önümde Türklüğün soylu davası
Oflu Kör Şakirin Elif anası,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Sevdim, milletime gönlümü verdim
Zalimin zulmüne göğsümü gerdim
Kırıkhanlı Kâzım, Niksarlı Nedim,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Kemalimiz, Turanımız, Hacımız
Beraberdir sevincimiz, acımız
Mutta davar güden Zeynep bacımız,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Mühim değil güceneni, küseni
Allah sevmez haksızlığa susanı
Yozgatın Yerköylü Yetim Hasanı,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Komünist, siyonist, pusudan çıktı
Dinime saldırdı, töremi yıktı
Gönenli Gülizar, Bünyanlı Sıtkı,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Yurdum bir kağıttır ışık beyazı
Üstünde insanlar mukaddes yazı
Genci, ihtiyarı gelini kızı,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Mazlumlar hakkını almayıp ele,
Günü gün edersem zalimler ile
Evdeşim, öz kızım, öz oğlum bile,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!

Allah rızasıdır arzum, emelim! 
Bu necip milleti ondan severim
Hazreti Muhammed(S.A.V) gerçek rehberim,
Susarsam, hakkını helal etmesin!

(Kan Yazısı)

Abdurrahim Karakoç

*

ASKERE MEKTUP

Aziz dostum,sen bu ilden gideli, 
Sekiz mevsim geldi-geçti duydun mu? 
Gine kar koymadı baharın yeli, 
Şeftaliler çiçek açtı duydun mu?

Memiklerin Iraz için Kel Durdu, 
Sinan oğlu Muharrem’i öldürdü 
Keş Ahmet bayram da namaz kıldırdı; 
Kerim Ağa köyden göçtü duydun mu?

Çavuşların yumuk gözlü Tahir’i 
Kahve yaptı kırk senelik ahırı, 
Erkek Fatma, Dişi çürük Mahir’i 
Güpegündüz aldı kaçtı duydun mu?

Ala-kardır Binboğa’nın yücesi.. 
Asker oldu Halime’nin kocası.. 
Sazlıköy’ün ilerici hocası 
Minarede şarap içti duydun mu?

Dikkat eyle; anlam çıkar sözüm den; 
Bir hızarcı geldi Mercanözü’nden 
İpsiz Mustafa’nın tek boynuzundan 
On altı çift tahta biçti duydun mu?

Kenan’ların sarı saçlı Reşad’ı 
On çocuğun anasını boşadı, 
Sultan serbest kaldı, sarhoş yaşadı, 
Hürriyeti yeni seçti duydun mu?

On iki gün önce yaptık bir seçim, 
Tekgöz murdar öldü partisi için. 
Nasreddin Hoca’nın dediği biçim; 
”Dünyayı yanlışsız ölçtü(!) ” duydun mu?

Daha bunlar bildiğimin yarısı, 
Gelecek mektuba kalsın gerisi. 
Bu yıl KARAKOÇ’un gönül arısı 
Çiçekten çiçeğe uçtu duydun mu?

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

*

SULARI ISLATAMADIM

Savaştayım elli yıldır 
Ömrüm geçti boşalt, doldur 
Anlamadım bu ne hâldir 
Bir gün silah çatamadım

Suları ıslatamadım.

Ekin ektim başak yılan 
Kuşandığım kuşak yılan 
Yorgan akrep, döşek yılan 
Bir gün rahat yatamadım

Suları ıslatamadım.

Ne payem oldu, ne sayem 
En doğruya varmak gayem 
Düşüncemdir tek sermayem 
Alan yoktur satamadım

Suları ıslatamadım.

Yolum yokuş, izim ayrı 
Dilim yağsız, sözüm ayrı 
Bedenimden özüm ayrı 
Biri bire katamadım

Suları ıslatamadım.

Talipli yoktur sevgiye 
Anlamadım, neden? Niye? 
Canlar gücenmesin diye 
Can attım, gül atamadım

Suları ıslatamadım.

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

*

ÇARPIK ÇAĞ

Doğru mu, yanlış mı karar sizlerin
Biz aklın durduğu çağda yaşadık
'Ben dinsizim! ' diyen beyinsizlerin
Din dersi verdiği çağda yaşadık.

Çabuk pişsin diye zorbanın aşı
Ayıran olmadı kurudan yaşı
Keçinin kaplana her adım başı
Kırk tuzak kurduğu çağda yaşadık.

Baylar çalım sattı, bayanlar etin 
Ar duvarı çürük, darbeler çetin.
Modern putçuluğun, şirkin, zilletin
Kemale erdiği çağda yaşadık.

Bazen kör kilitler vuruldu dile
Bazen armağanlar kazandı hile
Homo'nun,komo'nun, deyyusun bile
İtibar gördüğü çağda yaşadık.

Yabancısı olduk ilin, obanın
Müdür ekmeğini çaldı çobanın
Resmi dairede devlet babanın
İpe un serdiği çağda yaşadık.

Önümüz çileydi, arkamız cefa
Bir gün semtimize basmadı sefa
Mürşidin, müridin günde beş defa
Günaha girdiği çağda yaşadık.

Kimi hak adalet gördü düşünde
Kimi devlet kuşu buldu başında
Vatanseverlerin vatan dışında
Hasretlik sürdüğü çağda yaşadık.

Göz yumup izine düştük batı'nın
Tuttuk kuyruğundan haçlı atının
Pamuk yumağının, tüyün, tütünün
Nice baş yardığı çağda yaşadık.

Neler yıkmadık ki son olsun diye
Harcadık günleri gün olsun diye
Asker kaçağının şan olsun diye
Askeri vurduğu çağda yaşadık.

Dilendik, savurduk Doları, Markı
Döndükçe aşındı düzenin çarkı
Şalvarı, kasketi, gömleği, börkü 
İhtiras sardığı çağda yaşadık.

Kimi vurgun vurdu döndü köşeyi
Kimi yalamakla doydu şişeyi
Kiminin ateşi, külü, maşayı
Ekmeğe dürdüğü çağda yaşadık.

Kılavuzluk yaptı körü beylerin
Seçimde sağılan sürü, beylerin
Morgtaki ölüden diri beylerin
Hâl-hatır sorduğu çağda yaşadık.

Atladık bir çağdan bir diğerine
Çıktık zirvelere, daldık derine
'Çağdaş bayanlar'ın cins beylerine
Çuvallar ördüğü çağda yaşadık.

Biri yola çıkmaz dayı bulmadan
Biri balık avlar suyu bulmadan
Birinin haftayı, ay'ı bulmadan
Milyarlar derdiği çağda yaşadık.

Baş örtüsü yasak,Türk olmak günah 
Sabır ver, sabır ver ey gadir Allah! 
Bulaşık basının her gün, her sabah
İslâm'ı Yerdiği çağda yaşadık.

Zorbaya rüşvettir 'nurol-çok yaşa'
Mâbutlar, kıbleler değişti hâşâ
İnsanın kâğıda, demire, taşa
Secdeye vardığı çağda yaşadık.

Görün hâlimizi biz insanların
Tutsağı olmuşuz suizanların
Her zaman her yerde müslümanların
Müslüman kırdığı çağda yaşadık.

Abdurrahim Karakoç

*

DOSTA DOĞRU

İçimde uzayan her yol 
Çıkar gider dosta doğru 
Nergis, ıtır, menekşe, gül 
Kokar gider dosta doğru

Zamanım yoğrulur gamla 
Birleşir sabah akşamla 
Ilık kanım damla damla 
Akar gider dosta doğru

Gel bende gör, sen gel beni 
Durduramaz engel beni 
Görmediğim bir el beni 
Çeker gider dosta doğru

Beynim fırın, bağrım tandır 
Yanarım hayli zamandır 
Sevgim bir yavru ceylandır 
Seker gider dosta doğru

Ne saklarım, ne gizlerim 
Yalnızca Onu özlerim 
Tabutta bile gözlerim 
Bakar gider dosta doğru.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

*

BİRLİK

Bilmeyen öğrensin, duymayan duysun! 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. 
Bölücü sapıklar aklına koysun 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Dünün insan yiyen kanlı çarkı yok! 
Yüzlerde gam, gönüllerde korku yok... 
Çerkezi yok, Kürdü yoktur, Türkü yok... 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Allah bir, vatan bir, bayrak bir beden 
Yanlış yola sapmayalım bilmeden! 
Doğu, batı diye ayirmak neden? 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Yırtılıp atılmaz tarih sepete! 
Birlik olduk camide ve cephede; 
Kore'de, Kıbrıs'ta, Kocatepe'de 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Nineler, dedeler, masum bebekler, 
Bizlerden Huzurlu Türkiye bekler; 
Tutuşsun el-ele kızlar erkekler: 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Kalacak adımız, kaldığı gibi, 
Âleme velvele saldığı gibi 
Tıpkı Sakarya'da olduğu gibi 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Ne zulmü severiz, ne kinimiz var! 
Hayrı emreyleyen hak dinimiz var; 
Dağlar, çağlar boyu yeminimiz var: 
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

*

YAKARIŞ

Ya Rab bu hasrete can dayanmıyor; 
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Her adımda bir engel var, salmıyor,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Mümkün mü bu yolda maksuda ermek? 
Mümkün mü sılada dost yüzü görmek? 
Âşıka ar gelir geriye dönmek; 
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Çekilmez bir şelek vurdun arkama; 
Şaşırdım yollarda kaldım, akşama.
Umudum her zaman bakidir amma,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Sevip sevilmemek varsa kaderde,
Hangi doktor ilaç verir bu derde? 
Hastayım, susuzum gurbet illerde; 
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Ey hanlar hanını halk eden Hancı! 
Bir yudum aşkınla doğdu bu sancı.
Ey fakir ekmeği, Mümin inancı! 
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

*

SOYLU BİR DESTAN 12 ŞUBAT

Bir güvercin uçar akça kanatlı 
Barıştan savaşa selâm götürür. 
Yollardan yel gibi geçer bir atlı 
Afyon'dan Maraş'a selâm götürür.

Bir On iki Şubat, bir yıldan büyük 
Kalmadı çok şükür ne zincir, ne yük 
Berit'ten Ilgaz'a bir alageyik 
Seker taştan taşa,selâm götürür.

Bir bulut kabarır iki dağ boyu 
Yüklenir yağmuru, karı doluyu 
Gezer yayla yayla Anadolu'yu
Bir baştan, bir başa selâm götürür.

Uyanır Yörüğü, Lazı, Afşarı 
Bir eyler zeybeği, horonu, barı 
Aydın ovasının ılık rüzgârı 
Efeden dadaşa selâm götürür.

Kırım'da şimşektir çakar bir yıldız 
Kars'tan Fergana'ya bakar bir yıldız 
Kerkük'ten Tebriz'e akar bir yıldız 
Gardaştan gardaşa selâm, götürür.

Bir şehir... köy, oba mahalle, çarşı
Çarpışır düzenli orduya karşı 
Ve soylu bir destan kurtuluş marşı 
Güneş, kurda kuşa selâm götürür.

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

*

BULDUKTAN SONRA ARAMA

Omuzumda sevda yükü 
Yollarda Seni aradım. 
Beste beste, türkü türkü 
Tellerde Seni aradım.

Girdim yeşilden sarıya 
Sordum ölüye, diriye 
Çiçeği verdim arıya 
Ballarda Seni aradım.

Aşk yalımı girdi cana 
Gönlüm döndü gülistana 
Gece-gündüz yana yana 
Küllerde Seni aradım.

Yorulup demedim, yeter 
Hasretin gözümde tüter 
Kerem'den, Mecnun'dan beter 
Çöllerde Seni aradım.

Bahçem çiçek, bağım gazel 
Birleşir ebetle, ezel 
Ayırmadım çirkin, güzel 
Kullarda Seni aradım.

Ulaşmak için rahmete 
Katlandım bin bir zahmete 
Karışıp söze, sohbete 
Dillerde Seni aradım.

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

abdurrahim karakoç şiirleri, aşk şiirleri, beşinci mevsim, mihriban şarkı sözleri, suları ıslatamadım şiiri, şairler ve yazarlar, yakarış şiiri, abdurrahim karakoç hayatı, abdurrahim karakoç kimdir