Yazı Duyurusu

Menu

Browsing "Older Posts"

Browsing Category "deyimler"

DEYİMLER ve ANLAMLARI

27 Ocak 2022 Perşembe / No Comments

 

Deyim Örnekleri ve Anlamları

Günlük hayatta sıklıkla kullandığımız deyimler, Osmanlı döneminden itibaren ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte başka kültürlerden dilimize geçmiş olan birçok deyim de mevcuttur.

*

Açığa vurmak: Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak.”Yıllardır içinde sakladığı sırrı mahkemede açığa vurdu.”

*

Açık kalpli /yürekli: Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan kimse. “Komşumuz kadar açık kalpli bir adam görmedim.”

*

Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak. “Bu kadar kesin konuşmayalım, açık kapı bırakalım da iyi düşünebilme fırsatları olsun.”

*

Açıkta kalmak (olmak): 1. İş ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak. “Çoluk çocuk açıkta kaldılar fabrika kapanınca.”

*

Açık vermek: 1) Geliri, giderini karşılamamak. “Maaşımız yetmeyecek bu ay, galiba açık vereceğiz.”  2) Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olmadan belli etmek. “Dikkat et de düşmanlarına açık verme.”

*

Ağzı laf yapmak: Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak. “Politikacı mı olacaksın, ağzın laf da yapmalı.”

*

Ağzına bir parmak bal çalmak: Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak. “Öyle bir insan ki ağzına bir parmak bal çal, sonra her istediğini yaptır.”

*

Akşamdan kavur, sabaha savur: Kazandığını günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.

*

Akşamı iple çekmek: Gecenin olmasını sabırsızlıkla beklemek. “Ne güzel bir ziyaret olacak. Akşamı iple çekiyorum.”

*

Altı kaval, üstü şeşhane /Şişhane: Daha çok giyim için “altı, üstüne; bir parçası öbür parçasına uymaz.” anlamında kullanılır. “Çabuk çıkar şu üzerindeki altı kaval üstü şeşhane elbiseyi, yoksa rezil olacaksın el âleme.”

*

Anasından doğduğuna pişman: 1) Üşengeç, çok tembel. 2) Canından bezmiş. “O işi yaptı ama anasından doğduğuna bin pişman.”

*

Bağrı yanık : Çok dertli, acılı (kimse).

*

Bahtına küsmek : İşlerin ters gitmesi yüzünden karamsar olmak; şansına küsmek, talihine küsmek.

*

Barut kokusu gelmek (burnuna) : Savaş ya da tehlikeli bir şey olacağını sezmek.

*

Bastığı yeri bilmemek: Sevinç, heyecan, vb. etkisiyle davranışlarını denetleyememek, şaşırmak, ne yaptığını bilememek.

*

Başı dertte (olmak) : Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde (olmak).

*

Başı kabak: 1. Saçları dökülmüş. 2. Başında şapka, başörtüsü vb. olmayan.

*

Bir araba laf: Bir yığın gereksiz, yersiz söz.

*

Bohçasını koltuğuna vermek : Kovmak, defetmek, işine son vermek.

*

Burnu büyümek : Kendini büyük biri olarak görmeye başlamak; başkalarını beğenmemek.

*

Can evi: 1. Yürek. 2. En duyarlı bölge. “Onları can evlerinden vurmaya yemin etti.”

*

Cinleri başına toplamak: Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek. “Zorla cinleri başıma topladınız.”

*

Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek. “Öyle bir cevap yapıştırdı ki karşısındaki donakaldı.”

*

Çam yarması: İri gövdeli insan.

*

Çekeceği olmak: Çok acı çekeceği, sıkıntıya gireceği bir iş ya da durumla karşılaşacağı sezilir olmak. “Öyle anlaşılıyor ki bu çavuştan çekeceğimiz var.”

*

Çiçeği burnunda: Çok taze, yeni koparılmış. “Çiçeği burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler.”

*

Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip, çocukları dünyaya gelip, onlarla uğraşır olmak. “Vay canına! Daha dünkü çocuktu, bugün çoluk çocuğa karışmış! Zaman ne çabuk da geçiyor.”

*

Dallanıp budaklanmak: Genişleyip yayılmak, gittikçe büyüyerek karışık bir durum almak. “İşi dallandırıp budaklandırmada üstüne yok hani!”

*

Dara getirmek: Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman ayıramamak. “Biraz erken kalkalım da dara getirmeden yapalım işi, güzel olsun.”

*

Defe (tefe) koymak: Dedikodusunu yapmak, kınayan bir dille başkalarına anlatmak, alaya almak. “Sakın söyleme, yoksa bizi defe koyarlar.”

*

Dili açılmak: Herhangi bir sebepten dolayı konuşamayan kimse, birden konuşmaya başlamış olmak.“Dili açıldı çok şükür!”

*

Ekmeğini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak. “Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o.”

*

Eli hafif: İncitmeden, can yakmadan iş gören. “İğneyi Hatice hemşireye vurdurun eli hafiftir onun.”

*

Ensesi kalın: Parası çok, varlıklı, sözü geçer, ödeme gücü yüksek (kimse). “Neden şu ensesi kalın adamlardan yardım istemiyorsunuz.”

*

Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, eski durumda kalmış. “Köy aynı, insanlar aynı, eski hamam eski tas.”

*

Et tırnak olmak: Sıkı bir ilişkiye girmek, birbirinden kopmamak.

*

Fener alayı: Bayram gecelerinde kalabalık halk topluluklarının, ellerinde fener veya meşalelerle şehri dolaşarak yaptıkları gösteri.

*

Fiskos etmek: Birilerinin bulunduğu bir yerde birkaç kişi gizlice ve alçak sesle konuşmak. “Utanmıyor musunuz bu kadar kişi içinde fiskos etmeye?”

*

Fütur getirmemek: Bezginlik getirmemek, umutsuzluğa düşmemek. “Sakın fütur getirme, göreceksin başaracağız.”

*

Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan.“Gani gönüllü insanlara artık günümüzde pek rastlanmıyor.”

*

Gel gelelim: “Fakat, ama, ancak” ve “Ne çare ki..” anlamlarında kullanılır.“Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler.”

*

Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen.

*

Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak. “Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat kadar göz hapsine aldılar.”

*

Hacı ağa: Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, taşralı bilgisiz zengin.“Ne bu israf! Hacı ağa mısın sen?”

*

Hakkını yemek: Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine maletmek.“Dürüst ol, milletin hakkını yeme, yoksa boğazında kalır.”

*

Halis muhlis: Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan.“Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz.”

*

Har vurup harman savurmak: Hesapsızca, düşüncesizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp tüketmek.

*

Huyunu suyunu almak: Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına geçirmek.

*

Hüsnükuruntu: İhtimalî bulunmadığı hâlde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini inandırma.

*

Iskartaya çıkarmak: İşi yaramaz, değersiz bularak bir yana atmak. “Beni hiç kimse ıskartaya çıkaramaz.”

*

Islah etmek: Hatası, yanlışı olan kimseyi yola getirmek, doğru olanı görmesini sağlamak. “Allah seni ıslah etsin, ne zaman düzeleceksin!”

*

İç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. İstek uyandırmak.

*

İflahını kesmek: Gücünü tamamen yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek. “Ben adamın iflahını keserim, anladın mı?”

*

İpe un sermek: İstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller göstermek.

*

İşi duman olmak: İşi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak.

*

İzinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.

*

Jeton düşmemek / takılmak : Söylenenleri, olup bitenleri anlayamamak.

*

Jetonu geç düşmek: Bir konuyu, sorunu ya da düşünceyi geç ve güç anlamak. “Jetonu geç düşüyor galiba, şaka yaptığımızı anlamadı hâlâ.”

*

Jurnal etmek: Biriyle ilgili, yetkili kimselere kötülemede bulunmak; yazılı, sözlü ihbarda bulunmak.

*

Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek. “Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi.”

*

Kağıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı halde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak. “O kadar yol yapımı, sulama kanalı hep kağıt üzerinde kaldı.”

*

Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak.

*

Kene gibi yapışmak: Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak. “Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu.”

*

Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak: Bir meselede büyük, aşırı, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak. “Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu.”

*

Laf ebesi: Söyleyecek sözü bol olan, her söze karışan, herkese söz yetiştiren, çok konuşan. “Laf ebeliğini bırak da ne söyleyeceksen söyle!”

*

Leb demeden leblebiyi anlamak: Daha sözün başında ne demek istediğini anlamak, anlayışlı ve kavrayışlı olmak.

*

Lüpe konmak: Değerli bir şeyi bedavadan, emek sarf etmeden ele geçirmek.

*

Mahşer midillisi: Kısa boylu, fitneci kimse.

*

Mal bulmuş mağribi gibi: Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku ile.

*

Mim koymak: 1. (Bir şey) unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında saymak. “Bu atasözüne bir mim koy, dedi öğretmenim.”

*

Mürekkebi kurumadan: Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre sonra.

*

Ne akar ne kokar: Kimseye ne faydası ne de zararı dokunan pısırık, çekingen kimseler için kullanılır.

*

Nur topu: Gürbüz, sağlıklı, çok güzel ve temiz çocuklar için söylenir.

*

Nutku tutulmak: Korkudan, üzüntüden, heyecandan konuşamaz olmak. “Katili karşısında görünce nutku tutuldu.”

*

Oğul balı: 1. Evlât, evlâdın ana babaya yansıyan geliri. 2. Oğul arılarının yaptığı bal.

*

On parmağında on marifet: Çok hünerli, becerikli, ustalığı çok, elinden her iş gelir.

*

Oya koymak: Bir işin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluluğun görüşünü almak. “Bu görüşü oya koymayı teklif ediyorum, kabul edenler el kaldırsınlar.”

*

Ölmek var, dönmek yok: “Neye mal olursa olsun, iş sonuna kadar götürülecektir, yapılmasından kaçınılmayacaktır” anlamında kullanılır. “Özgürlük yolunda ölmek var, dönmek yok bize.”

*

Ömrüne bereket: “Var ol, sağ ol, ömrün uzun olsun” anlamında kullanılır.

*

Özü sözü bir: Düşünceleri, söyledikleri ve yaptıkları bir olan, ne düşünüyorsa onu söyleyen, içi dışı bir olan kimse. “Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlaşıyor.”

*

Pabuç pahalı: Girişilen işin tehlikeli olduğunu anlatmak için kullanılır. “Baktı ki pabuç pahalı, hemen geri döndü.”

*

Palas pandıras: Acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan. “Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık.”

*

Para sızdırmak: Kandırarak, zorlayarak birinden para almak. “Kabadayılar esnaftan az para sızdırmadılar.”

*

Postu kurtarmak: Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçıp kurtulmak. “Postu kurtardık çok şükür.”

*

Pösteki saymak: İçinden çıkılması zor ve anlamsız bir işle uğraşmak.

*

Pupa yelken: 1. Alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan. 2. Yelkenler, arkadan esen rüzgarla şişmiş olarak, tam yolla. “Pupa yelken açıldık denize.”

*

Rest çekmek: 1. Kesin tavır almak, herhangi bir konuda son sözü söylemek. 2. Bir oyunda önündeki paranın tümünü ortaya koymak. “Öyle bir rest çekti ki görmeliydiniz.”

*

Rüzgar gelecek delikleri tıkamak: İstenmeyen bir duruma veya zarar gelebilecek bir gelişmeye karşı her türlü önlemi almak.

*

Saçı bitmedik (yetim): Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk (yetim). “Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır.”

*

Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı. “Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?”

*

Salkım saçak: Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana ayrılmış.

*

Sıfırı tüketmek: 1. Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek. 2. Gücü kalmamak. “Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi.”

*

Sipsivri kalmak: Tek başına, çaresiz ortada kalmak. “Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum.”

*

Süt liman olmak: Dingin, gürültüsüz, sakin olmak. “Ortalık bir anda süt liman olmuştu.”

*

Şeytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak. “Güzel güzel oynarken arkadaşına vurup kaçtı, şeytan dürttü herhalde.”

*

Şüphe kurdu: Kişinin içini kemiren, onu tedirgin eden kuşku. “Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor.”

*

Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak. “Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı.”

*

Temel taşı: 1. Bir yapının temeline konan taş. 2. Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı. “Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır.”

*

Tokat aşketmek: Ansızın el içi ile vurmak.

*

Tut kelin perçeminden: Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır.

*

Tüyü düzmek: Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak.

*

Ucunda bir şey olmak: Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak. “Bu davranışının ucunda bir şey var ama anlayamadım.”

*

Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatta yapmak istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir.

*

Uzun uzadıya: Çok ayrıntılı olarak, en ince noktalarına inerek. “Meseleyi uzun uzadıya inceledik.”

*

Üste vermek: Fazladan ödeme yapmak. “Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim.”

*

Üvey evlât gibi tutmak (saymak) : Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek. “Dokunma bana, beni hep üvey evlât gibi tuttun, ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden.”

*

Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla, çok üzülmek. “Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu.”

*

Vaktini almak: Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak. “Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok.”

*

Varlık göstermek: Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek. “Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi.”

*

Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek): Hiç önemsememek, aldırış etmemek. “Onun sözleri vız gelir bana, önce kendine söz geçirsin.”

*

Vücudunu ortadan kaldırmak: Öldürmek. “Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak.”

*

Yâd etmek: Anmak, hatırlamak. “Seni her gün yad ederiz buralarda.”

*

Yağlı müşteri: Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı. “İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı.”

*

Yahudi pazarlığı: Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık. “Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen.”

*

Yel yeperek yelken kürek: Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla.

*

Yıldızı sönmek: Ününü ve itibarını kaybetmek. “Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!”

*

Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi.)

*

Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız.

*

Zehir zemberek: İnsanın içine işleyen, onurunu zedeleyen çok acı söz.

*

Zokayı yutmak: Aldatılıp zarara sokulmak.

*

Zülfüyâra dokunmak: İşle ilgili olanı, hatırlı ve güçlü kimseyi veya yüksek bir makamı kimi söz ve davranışlarla gücendirmek, darılmasına yol açmak. “Hayır geri duramam, zülfüyâra dokunsa da söyleyeceğim.”


deyimler,türkçe deyimler,anlamlı sözler,altınsözler,deyimler sözlüğü,en güzel deyimler,deyimlerin anlamları,deyim anlamı,güzel sözler,mecazi sözler,mecaz anlamlar,mecaz sözler

GAFLET NEDİR? NASIL KURTULUNUR?

12 Kasım 2021 Cuma / No Comments
atasözleri, deyimler, hz.mevlana, kazanmak için ne yapılmalı, mevlana mesajları, mevlana sözleri, ne ekersen onu biçersin, resimli mesajlar, resimli sözler, gaflet nedir, gafletten nasıl kurtulunur

GAFLET

Eden kendine eder.
Yapan bulur ve çeker,
Unutma ki; 
Kazanmak koca bir ömür ister,
Kaybetmek içinse;
Bir anlık gaflet yeter...
Kesin olan; Eden bulur.

*

GAFLET NEDİR?

Gaflet, ahlâk ve tasavvuf terimi olarak, dünya veya âhiret hayatı için gerekli olan bir şeyin önemini kavrayamama halidir.

Sözlükte "terketmek, önemsememek" anlamında masdar ve "dalgınlık, dikkatsizlik, yanılma, ihmal" mânasında isim olan gaflet kelimesi, "bir şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrak edilememesi", "nefsin kendi arzusuna uyması, zamanın boş geçirilmesi" "yeterince uyanık ve dikkatli davranılmadığı için insana arız olan yanılgı hali" gibi manalara gelmektedir. (bk. et-Ta'rîfât, el-Müfredât Ğ-F-L md)

Dini bir terim olarak gaflet; en mühim vazife olan Cenab-ı Hakk'a itaat ve ibadeti terk edip, önemsiz ve kıymetsiz şeylerle uğraşmak ve nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allah’ı ve ahireti unutmak anlamına geliyor.

Buna göre, gerçek görevlerini unutma haline gaflet denir. Gaflet uykusuna dalanlar, ömür sermayelerini iyi değerlendiremezler. Kâinata ve onda cereyan eden olaylara gaflet ile bakanlar, gerçekleri göremezler.

Suyun buhar, sıvı ve buz halleri olması gibi, gafletin de dereceleri vardır. İnsan dünyaya daldıkça gaflet kalınlaşır, âdeta bir buz dağına dönüşür.

Dünyanın fani işlerine dalmak, gafleti artırır ve kalınlaştırır. Fikri harekete geçiren, Allah’ı, ahireti, ibadeti hatırlatan sohbetlere katılmak veya bunlardan bahseden eserleri dikkatle okumak ise gafleti dağıtır.

Kur'ân-ı Kerîm'de maddî ve manevî menfaatlerini bilen insanlara "zâkir" ve "ehl-i zikir", bundan habersiz olanlara da "gafil" denilmiştir. Gaflet "unutma ve yanılma" manasını da taşımakla birlikte, aslında bu iki kavramdan farklıdır. Bir şeyi bile bile terketmek gaflet; bilmeden terketmek ise unutmaktır.

Kur'an, hayvanlardan daha aşağı seviyede bulunan ve kalpleri mühürlü olanları gafil diye niteler (A'râf, 7/179) ve müminlerden gafil olmamalarını isteyerek (A'râf, 7/205) Allah'ın âyetlerinden gafil olanların cehennemlik olduklarını bildirir. (A'râf, 7/146; Yûnus, 10/7-8) Gaflet içinde bulunanlar âhirette pişmanlık duyacaklardır. (Enbiyâ, 21/97)

Gaflet kelimesi Kur'an'da "habersiz olma" mânasında da kullanılmıştır (Yûsuf, 12/3; Kâf, 50/22) ve Allah'ın gafil (olup bitenlerden habersiz) olmadığı hususuna sık sık dikkat çekilmiştir. (Meselâ Bakara 2/74, 85, 140, 144, 149)

Hadislerde de insanların Allah'tan, onun zikrinden ve âyetlerinden gafil olmamaları istenmiş, gafil kalple yapılan duanın tam ve mükemmel bir dua olmadığı belirtilmiştir. (Müsned, 2/177; Tirmizî, Daavat, 65)

Zâhid ve sufîler gaflet konusu üzerinde önemle durmuşlardır.

İbn Ebü'l-Havârî gafleti "en büyük musibet ve kasvet" olarak tanımlar. Ona göre en derin uyku gaflet uykusudur. Gaflet olmasaydı insan nefsinin arzularına kul olmazdı.

Cüneyd-i Bağdadî, Allah'tan gafil olmanın ateşe girmekten daha zor olduğunu söyler.

Ebû Ca'fer Sinan'a göre bir insanın işlediği günahtan tövbe etmesi gerektiğinden gafil olması, o günahı işlemesinden daha kötüdür.

Kalbin gaflet içinde bulunmamasını isteyen Dârânî'ye göre gafleti kalpten kovmanın tek yolu Allah korkusudur.

İbn Mesrûk ise gafletle cehalet arasında bir ilgi kurarak cehaletin gaflete yol açtığını söyler.

Sûfîlerin tehlikeli buldukları gaflet, insana ibadeti ve kulluğu unutturan veya kalp huzuruyla dinî görevleri yerine getirmesine engel olan gaflettir.

Gafletin çok mertebe ve dereceleri vardır. Küfür bir gaflet-i mutlaka olduğu gibi ibadetlerdeki eksiklikler de bir gaflettir. Bu yüzden gaflet sadece küfür ve fısk ile sınırlı bir kavram değildir. Marifetin zirvesinde olan asfiyalar bile gafletten şikayet edip, o hallerine tövbe etmişler. İmanın yoğunluğunda bile gafletler bulunabilir. Hatta manevi terakki yolunda bir alt makam bir üst makama nispetle gaflet telakki edilmiştir.

Küfür, gafletin en koyu ve en kesif halidir. Bütün kainat Allah’a ve ahirete güneş gibi parlak birer delil de olsalar -nitekim öyledir- küfrün kesif ve koyu girdabında sönükleşip kaybolurlar. Küfür gafletinin bu koyu ve kesif halini ancak ve ancak hidayet ve iman ışığı yırtabilir ki, burada yine iş, insanın irade ve isteğine bakıyor. Yani insan, iradesini hidayet ve imandan yana sarf etmedikçe, gaflet sarmalından kendini kurtaramaz.

Gaflet öyle sinsi bir hastalıktır ki, hidayet ve iman sahasında da varlığını devam ettiriyor. İman etmiş birisi imanın yoğunluğunu ve aktifliğini her daim hissedip yaşayamıyor. İman etmiş ama imanın tadını, kokusunu alamıyor. Bunun yegane sebebi gaflettir.

Evet, gaflet imanın tesirini kırıp, imanı kalbin derinliğine hapseden zehirli ve fark edilmeyen sinsi bir düşmandır. Bu düşman uzun vadeli hesaplar yapar, hedefi, imanı kalpten atmaktır. Günahlar gafletin sivri başlarıdır. Nasıl ciğerdeki sinsi bir hastalık deride çıban şeklinde tezahür ediyor ise, gaflet de günah ve fısk şeklinde tezahür ediyor. Günahlar gafletin sinsi ve tehlikeli meyveleridir. Gaflet tövbe ve tefekkür ile imha edilmez ise, neticesi Allah korusun çok tehlikeli olabilir.

Gafleti besleyip büyüten; ülfet, ünsiyet, dünyevi meşgale, iman zayıflığı gibi şeylerdir. Bunlar kökten tedavi edilmedikçe, gaflet kanseri de tedavi edilemez.

Gafletin en büyük ilacı ve zıddı ise, huşu ve huzurdur. Huşu ve huzur Allah’ın huzurunda olduğunu idrak edip ona göre hareket etmek anlamındadır.

Allah’ın huzurunda olduğunu sürekli akılda ve zinde tutmanın tek yolu, her şeyde ona açılan marifet pencerelerini görebilmek ve okuyabilmek ile mümkündür. Yani bir çiçeğe, bir böceğe, bir yıldıza baktığımız zaman, Allah’ın isim ve sıfatlarını o şeylerde görebiliyor isek, o zaman her şey bize onu hatırlatır ve onu gösterir.

İşte bu manaya huzuru İlahide meleke kesbetme deniyor. Yani sürekli onun huzurunda olduğumuzu akılda ve zinde tutmamız demektir. Işık nasıl karanlığın düşmanı ise, huşu ve huzur da gafletin düşmanıdır.

Böyle bir huzur ve meleke ancak sağlam ve tahkiki bir iman ile kazanılır.

atasözleri, deyimler, ödev notları, kazanmak için ne yapılmalı, mevlana mesajları, mevlana sözleri, ne ekersen onu biçersin, resimli mesajlar, resimli sözler, gaflet nedir, gafletten nasıl kurtulunur

KÖTÜ İNSANLARLA BAŞA ÇIKMANIN YOLLARI

15 Ekim 2021 Cuma / No Comments
adem, sevmediğimiz insanlara nasıl davranmalıyız, değer bilmek, değer vermek, deyimler, hiç, hiç saymak, hiçlik, kıymet bilmek, davranış şekilleri, mahkum etmek, resimli sözler, vefa,

BASİT BİR ÇÖZÜM 

Sizi 'hiç' sayanı,
siz de yok sayın.
Yokluğa mahkum edin.
Bu kadar basit!
davranış şekilleri, değer vermek, deyimler, hiç, hiçlik, kıymet bilmek, mahkum etmek, kötü insanlarla nasıl baş edilir, insanlara karşı nasıl davranılmalı, sevmediğimiz insanlara nasıl davranmalıyız, vefa, 
*

Sevmediğiniz insanlarla baş etmenin yolları

Tahmin ediyoruz ki sizi olumsuz etkileyen insanlar hayatınızdan en az bir kere geçmiştir. Bu insanlar yüzünüze kapanmakta olan kapıya doğru koşarken, asansörün içinden gözlerini size diken insanlar gibidir... Konuşmazlar; dikte ederler. Sohbet etmezler; sorguya çekerler. Korku, onların gardırobudur. Tahrik ise en sevdikleri renk.

Bir odaya girdiklerinde, içerideki iyi niyet uçar gider. Onlarla 30 saniye konuşmak, taşlık bir yolda topuklu ayakkabılarla 10 km boyunca koşmaya benzese de bu zehirli insanları nötr hale getirmenin yolları yok değil. Yapmanız gereken tek şey, ne tür bir kişilik ile uğraştığınızı saptamak ve sonrasında da aşağıdaki adımları takip etmek!

Tür 1: Kötü yetişmiş olanlar

Bu tür insanlar, genellikler ergenlik yıllarını, sosyal etkileşimlerin çekişmeli ve yıpratıcı olduğu çevrelerde (ev, okul, mahalle gibi) geçirmişlerdir. Sohbetlerde ses ayarı, yüksekten gürültüye çevrilmiştir. Sabrın ortalama yaşam süresi kısadır; nezaketin nesli tükenmiştir. Bu türün kapsamına giren kişi için yıpratıcı iletişim, bir tür alışkanlık haline gelmiş ve kökleşmiştir. Sarsıcı etkileşimler, hayat standardı haline gelmiştir. Tavırlarını ve tutumlarını yakışıksız veya çirkin olarak görmezler.

Davranışlar: Kamuya açık alanlarda bağırarak konuşmak, fikrini empoze etmek, sohbetleri bölmek, görgüsüz tavırlar sergilemek, uygunsuz yorumlar yapmak...

Yapılması gerekenler: Sıkı rehberlik. Yerleşmiş zehri etkisiz hale getirmek adına, ödün vermeyen bir akıl hocası haline düşünmeniz gerekiyor. Zehirli bir şekilde yetişmiş kişinin, adabı muaşeret kurallarından haberi yoktur. “İç ses” gibi bir kavramları yoktur; ilişkilerde diplomasi ve incelik gibi becerilere sahip değildirler. Küçük düşürmekten ziyade iyi niyetli olduğunuzu gösterirseniz eğer, kişisel gelişim fırsatı doğrultusunda hareket edeceklerdir. Anlayışla bilgilendirin. Örneğin yakınınızdaki biri yüksek sesle konuşuyor ve önemli olmadığını düşündüğü için sesini kısmayı reddediyorsa, şöyle bir karşılaştırma yapmayı deneyin: “Anlıyorum; ama sana şunu sormama izin ver: Biri yüzünde sigara söndürmeye kalksa rahatsız olur musun? Yüksek sesle konuşma da benzer bir etki yaratabilir çünkü.”

Tür 2: Suç ortağı olanlar:

Bu türde insanlar, kabul edilen davranış standartlarını bilirler. Alay etmenin ve zorbalık yapmanın kötü davranışlar olduklarının farkındadırlar ancak yine de bu davranışları sergileyebilirler. Zehirli suç ortakları, hayatta kalmak için gerekli olanı yaptıklarını düşünür ve kendilerini duyarsızlıkları konusunda nadiren eleştirirler.

Davranışlar: Dedikodu, fırsatçılık, iki yüzlülük, insanları dışlama ve sessiz kalarak göz yumma.

Yapılması gerekenler: Karakterinizi gösterin. Zehirli suç ortaklarının ahlaki pusulaları vardır; bunları ceplerinde taşır ve kalabalığı takip ederler. Kutup Yıldızı olun. Onları yönlendirin. Onlara, kötü davranışların sağlayıcıları olarak meydan okuyun ve yaptıklarını, sahip olduğunuz saygıya ve yakınlığa birer tehdit olarak gösterin. Biraz zaman tanıyın ve bulunduğunuz pozisyonu açıkça ifade edin: “İnsanların üzerine basıp geçen birisi de olabilirsin, onlar için sesini yükselten birisi de. İlkinden isen eğer, yanından uzaklaşacağım.”

Tür 3: Asi olanlar:

Bu türde insanların alınlarına uyarı işaretleri konmalı. Menzil içerisinde olduklarında sirenler çalmalı. Bu insanlar sevilmektense korku salmanın daha iyi olduğuna inanan, kendi seçimleri ile kavgacı olan insanlardır. Etrafındakileri kötülemek, onlar için nefes almak gibi bir şeydir; hayatta olduklarını hissetmek adına bu şekilde davranmaya ihtiyaç duyarlar. Hiç kimse, onların yanındayken kendini iyi hissetmez. Herkes onlardan uzak durmak ister. Asiler, her an gafil avlanma tehdidi altındaymışsınız gibi hissettirir. Ve tıpkı nükleer radyasyona dayanıklı olması için tasarlanmış kurşun kaplı bir oda gibi, bu kişilerin “mantıkları” da nezakete ve duyarlılığa karşı delinmez bir yapıya sahiptir.

Davranışlar: Ahkâm kesmek, tepeden bakmak, yargılamak, küfür içerikli ve uygunsuz yorumlar yapmak, insanları baltalamak ve utandırmak, diğer insanların fikirlerinin ve işlerinin sonucu olan takdiri üstlenmek, sabotaj amaçlı bilgi saklamak.

Yapılması gerekenler: Bu kişiler yakıp yıkma politikası ile hareket ederler; bu yüzden söndürerek bitirmeyi öğrenin. Ateş, oksijen olmadan yanamaz; dolayısıyla oksijen vermemek bir seçenek. Tepkileriniz ve reddedişleriniz, bu türün ateşini hayatta tutabilmek için ihtiyaç duyduğu havadır. Bu insanlar uygar bir zihin yapısı ile davranmayı öğrenene dek, herhangi bir şekilde tepki vermeyi ya da ona uyum sağlamayı kesinlikle reddedin – onları her fırsatta diğer insanlardan izole etmeye çalışmak da dahil olmak üzere... İkincisi açık olun, kararlı olun ve sonrasında azledin. Davranışlarına karşı olan itirazlarınızı, ateşe dayanıklı katılıkla açıkça belirtin ve her etkileşimi belgeleyin. Bunları en aza indirgemek amacıyla sonraki adımlarınızın ne olacağını açık bir şekilde listeleyin.



adem, sevmediğimiz insanlara nasıl davranmalıyız, değer bilmek, değer vermek, deyimler, hiç, hiç saymak, hiçlik, kıymet bilmek, davranış şekilleri, mahkum etmek, resimli sözler, vefa, 

ARKADAŞLIK / DOSTLUK SÖZLERİ

19 Şubat 2017 Pazar / No Comments
altın sözler, arkadaş kimdir, arkadaş nedir, arkadaş sözleri, arkadaşım, atasözleri, deyimler, dost, kim, kimlik, resimli mesajlar, yoldaş, arkadaşlık sözleri, dostluk sözleri

Arkadaşını söyle!
Sana kim olduğunu söyleyeyim.
*
Arkadaş aynadır.
*
Arkadaş surettir.
*
Arkadaş candır.
*
Bilmeyeni sen de bilme...acer
*
altın sözler, arkadaş kimdir, arkadaş nedir, arkadaş sözleri, arkadaşım, arkadaşlık sözleri, atasözleri, deyimler, dost, dostluk sözleri, kim, kimlik, resimli mesajlar, yoldaş, 
ARKADAŞLIK / DOSTLUK SÖZLERİ

 - Dostluk ağlamaksa, yüreğindeki acıyı paylaşmaksa, üzüldüğünde sıcak bir kucaksa ve dostluk için ateşe atılmaksa, dünya durana, can bedenden çıkana dek sevdiğimsin.

 *

- Dost dediğin çay gibi olmalı. Şekeri ne eksik ne fazla, içine bir tat bırakmalı bazen acı, bazen tatlı, ama hep ihtiyaç duymalı.

 *

- Paylaşmanın asaletini hiçbir zaman bencilliğin çirkinliğine tercih etme ve öyle bir arkadaş seç ki sen onun için ölümü düşünürken, o senin için çoktan ölmüş olsun.

*

- Affet beni hep güzeli analım, anılarda tebessüm yaşatalım, ben kırdım, ben üzdüm yaraladım. Mutluluk gölgen olsun arkadaşım.

 *

- Hakiki arkadaşlık sıhhatten farksızdır, kıymeti ancak elden gittikten sonra anlaşılır.

 *

- Semadaki yıldızlar sönünce gözlerinde gecenin yalnızlığını hissedince, muhtaç olunca bir dost sohbetine, unutma ki seni düşünen bir dost var bu şehirde.

*

- Güneşe bağlandı korkuyla önce insan. Sonra ateşe, suya. Ay battı su kurudu gün bitti. Sevgi kardeşlik dostluktu sonsuz olan. Can dostuma.

 *

- İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz. Boşa gitmez ne kadar güvenseniz. Dibini görürsünüz her şey meydanda. Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda. İçi dışı birdir çekinme ondan. Her sözü içtendir, her davranışı candan…

 *

- Gül kokusu akşamlarda dost hasreti yaşadık belki yeri geldi ayrılıklara ağladık ama kalbimizde yaşattığımız dostluğumuzu asla unutmadık.

*

- Riya ile paranın padişahı değiliz biz. Parçalanmış gönül hırkalarını yamar giyeriz biz. Arkadaşlarla ağlar arkadaşlarla güleriz biz.

 *

- Bir bağrı yanık karındaşım var, ağlar mı bilmem. Uzanıp da gözlerine akan yaşları silemem, yarın askere gidecek gitme kal diyemem, ağlama gardaş ağlama ağlayıp da yüreğimi dağlama.

 *

- Kendini mutsuz hissettiğinde kalbini dinle, çünkü sen kalbin kadar temiz ve güzellikleri hak eden birisin tüm güzellikler seninle olsun canı arkadaşım.

 *

- Hüzün bir yıldız kadar uzak, mutluluk göz bebeğinin kadar yakın olsun, umutların gerçek, gerçek mutlulukların sonsuz olsun.

*

- Gülerken herkes eşlik eder, ya ağlarken. Başarılara herkes ortak olur, ya yenilgilere. Öyle bir dost edin ki; kötü gün kapını çalınca kapıya seninle beraber baksın.

 *

- Bizim ömrümüzde ırmaklar vardır. Sularında hayallerimizi yüzdürdüğümüz. Bizim ömrümüzde dostlarımız vardır, günlerimiz ayrı geçtiğinde üzüldüğümüz.

 *

- Duygular vardır anlatılamayan, sevgiler vardır kalplere sığmayan, dostluklar vardır hiçbir şekilde yıkılmayan, bazı insanlar vardır asla unutulmayan.

 *

- Hep zamana yenik düştük esiri olduk anlamsız koşuşturmaların. Ama bir kez adını yüreğimize kazıdığımız dostlarımızı hiçbir zaman unutmadık.

 *

- Rüzgârın kemanını çaldığı, damlaların cama vurduğu bir pencerede yatağına uzanıp ta keşke dediğin tüm güzellikler gerçek olsun güzel arkadaşım.

 *

- Dost dediğin çay gibi olmalı. Şekeri ne eksik ne fazla, içine bir tat bırakmalı bazen acı, bazen tatlı, ama hep ihtiyaç duymalı.

*

- Dostluk günah olmayacak kadar masum, köle olmayacak kadar özgür, umulmayacak kadar yakın, unutulmayacak kadar derin, tek başına yaşanmayacak kadar zordur.

 *

- Dostlukların tükenmediği, sevgilerin ölmediği, gözyaşlarının akmadığı, gülücüklerin bitmediği, en güzel günler sizinle olsun sevgili dostum.

 *

- Gülerken herkes eşlik eder, ya ağlarken. Başarılara herkes ortak olur, ya yenilgilere. Öyle bir dost edin ki; kötü gün kapını çalınca kapıya seninle beraber baksın.

altın sözler, arkadaş kimdir, arkadaş nedir, arkadaş sözleri, arkadaşım, atasözleri, deyimler, dost, kim, kimlik, resimli mesajlar, yoldaş, arkadaşlık sözleri, dostluk sözleri