Yazı Duyurusu

Menu

Browsing "Older Posts"

Browsing Category "resimli mesajlar"

ANNE NEFESTİR

12 Mayıs 2023 Cuma / No Comments
allah, ana, anne, anne nefestir, çocuk, nefes, öksüz, resimli dualar, resimli mesajlar, yetim, anne sözleri ana sözleri, en güzel anne sözleri, en duygusal anne sözleri, anne sözleri kısa

Anne nefestir.
Allah kimseyi nefessiz bırakmasın...Amin

*
allah, ana, ana sözleri, anne, anne nefestir, anne sözleri, anne sözleri kısa, en duygusal anne sözleri, en güzel anne sözleri, nefes, öksüz, resimli dualar, resimli mesajlar, yetim, 
EN GÜZEL ANNE SÖZLERİ

Annesinin gönlünü kıran büyük günah işlemiş olur. Hz. Muhammed (s.a.v.)
*
Bazen anneliğin gücü doğa kanunlarını bile aşar. (Barbara Kingsolver)
*
En harika ses anne sesidir. (Johann Wolfgang Goethe)
*
Ana, hayatın ebediliğidir. (Emile Zola)
*
Anne kalbi, çocuğun okuludur. (Henry Ford)
*
Beni benden çok sevdiğine inandığım tek insan annem.
*
Anne olmak demek çocuğu uyuduktan sonra uymak demektir.
*
Paha biçilemeyen tek şey anne sevgisidir.
*
Kadına saygılı ol. Çünkü O insanoğlunun anasıdır.
*
Anne ile evladı arasında kopan tek bağ göbek bağıdır.
*
En yüce ve en derin sevgi anne sevgisidir.
*
Anneler belki her şeyi göremezler ama kalpleriyle duyalar.
*
Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz.
*
Bana dünyayı kucakla deseler, ben gidip anneme sarılırım.
*
Anneler birdir, herkes değerini bilmelidir.
*
Anneciğim sen benim her günümde yanımda oldun seni bazen kırıyorum ama sonra çok pişman oluyorum inanki dünyada en güzel kişi sensin canım annem.
*
Canım annem benim anam bitanem bu şarkı senin için canım annem herşeyim aşkım benim annem.
*
Kim ne derse desin ne olursa olsun seni sevmekten asla vazgeçmiyeceğim annem.
*
Anne hakkı ödenmez sevmeye Ömür yetmez bütün dünya benim olsa birtane annem etmez.
*
Canım annem seni kalbimden sevgimle seviyorum herkezin annesi güzeldir ama benimkisi özeldir.
*
Senden başka hiç kimseye ihtiyacım yok anneciğim.
*
Annecim, biriciğim Sonsuz sevgini, bitmez tükenmez sabrını ancak anne olunca anlayabileceğim herhalde Seçme şansım olsaydı yine senin annem olmanı istedim SENİ ÇOOK SEVİYORUM.
*
Canım annneciğim manzara ne güzel ama sen daha güzelsin her zaman güzel ve özelsin.
*
Dünyada bütün anneler kadınlar kızlar erkekler babalar çocuklar toplansa hiçbirisi annem kadar özel ve güzel asla olamaz.
*
Bugün annemle interneten yazıştım annem bana yazmış annesinin güzeli kara gulu çiçeği çok sevindim biliyormusunuz arkadaşlar ona ne desem diye düşündüm ve dedim canım benim.
*
Annemi ve Ailemi koru Allahım.
*
İki geçinmek iki kişinin kusursuz olmasıyla,değil,birbirlerinin kuusurlarını hoş görünmesiyle olur.
*
Benim bitanecik tatlı annem, senin çocuğun öldüğüm için her zaman gurur duydum. Ellerinden öperim.
*
Canım Güzel Annem dokundun her yer parlıyor sen benim herşeyimsin hayatımın anlamı en güzel insan seni seviyorum.
*
Annemizi he sevelim birgün elerini değilde toprağını opersiniz.
*
Annem senin sevgin dünyamı ışıtan tek güneştir. Hiç ışığın eksilmeyecek biliyorum. Varlığınla mutluyum.
*
Sınırsız bir sevgi, anlatılmaz bir sevgiyle beni seven annem, sana layık olmak için yaşıyorum.
*
Anneciğim benim, hüznümü sevince dönüştüren tek insansın. Anneler günü kutlu olsun bitanem.
*
Seni seven bir böcek elbet bir gün ölecek ölsede o böcek yine seni sevecek anammm.
*
Anneciğim benim, hüznümü sevince dönüştüren tek insansın. Bitanem!!!
*
Sen evimizin kraliçesi, başımızın tacisin.. en aziz varlığımız.
*
Bütün acılar üstüme yağınca sen bana açılan şemsiyesin annem.. Seni çok seviyorum.
*
Anneciğim, sen benim için, ıssız bir çöl ortasında bulduğum, kana kana içtiğim, sevgi selimsin. Seni Çok Seviyorum.


allah, ana, anne, anne nefestir, çocuk, nefes, öksüz, resimli dualar, resimli mesajlar, yetim, anne sözleri ana sözleri, en güzel anne sözleri, en duygusal anne sözleri, anne sözleri kısa

GÜVEN DUYGUSU

17 Ocak 2023 Salı / No Comments
çalışanlar, çevre, güven duygusu, güven güveni besler anlayışı, güvenmek, insanlar, müşteri, platform, resimli mesajlar, çocuklara güven duygusu nasıl kazandırılır, güven veren ifadeler

GÜVEN NEDİR?

Güven güveni besler anlayışıyla,
insanlara güvenmek,
her platformda güvenilen kişi olmak,
kişinin çevresine, müşterilerine, çalışanlarına 
güven vermesi gibi çok önemlidir.

*

ÇOCUKLARDA GÜVEN DUYGUSU NASIL KAZANDIRILIR?

 Güven duygusu çocukluğun ilk yıllarında çocuğun anne ve babasıyla kurduğu ilişkiler çerçevesinde oluşmaya başlar. Çocuğun ilk  yaşlarda sevgi ihtiyacı annenin çocuğu kucaklaması,emzirmesi,ilgi göstermesi dokunması ,v.b şekilde giderilir. eğer sevgi ihtiyacı giderilmezse  ilerki yaşlarda bu çocukta güvensizlik duygusunun oluşmasına sebep olur. Örneğin, küçüklüğünden beri yetiştirme yurtlarında  kalan çocuklara baktığınızda hep karamsar bir yüz ifadesi ,başkasından bir şeyler bekleyen ,başkasına bağımlı olduğunu fark edeceksiniz. Eğer  biz çocuklarımızın böyle olmasını istemiyorsak onlara güven duygusunu kazandırmak zorundayız.

Güven duygusu çeşitli yollarla öğretilebilir.

Teşvik  etmek ,çocuğu olduğu gibi kabul etme ,hep güzel yönleri öne çıkarma, olumlu yönlere odaklanmadır. yani olumlu bir tutum içine girmektir. Örnek olarak  Fatih Beyin arkadaşları eleştirirken  hep olumlu yönler üzerinde odaklaşmasını gösterebiliriz. Anne-baba olarak hepimiz çocuklarımızın iyi olmasını isteriz. Bunun için her şeyi yaptığımızı söyleriz. Fakat yaptıklarımıza baktığımızda çok yanlış  yaptığımızı görebiliriz. Ben size şöyle bir tablo ile göstereyim.yaptıklarımızın ne kadar  yanlış olduğunu göreceğiz.   

Çocuğumuzun;
 Sorumluluğunu bilen,bağımsız biri  olmasını istiyoruz ,ona hiçbir vazife vermiyoruz,iş yaptırmıyoruz bütün işlerini biz yapıyoruz. Böylece onu kendimize bağımlı hale getiriyoruz. Sorumluluk almasını engelliyoruz.
 Saygılı ,anlayışlı olmasını istiyoruz . buna  karşılık onlarla alay ederiz ,küçük düşürürüz böylece onlara değerli olmadıklarını hissettirmiş ve saygısızlığı  öğretmiş oluruz.
 Çocuğumuzun bizi seven birisi olmasını istiyoruz. Meşgul olduğumuzda çocuğumuz bizden  sevgi göstermemizi istediğinde onu önemsemeyiz.
 Çocuğumuzun ilgilenen birisi olmasını isteriz ; onunla ilgilenmeyiz.
 Çocuğumuza güven kazandırmak  için bazı fedakarlıklarda bulunmamız gerekiyor. Bunun için bazı tutum ve davranışlarımızdan vazgeçmemiz gerekiyor.

 BIRAKMAMIZ GEREKEN TUTUM VE DAVRANIŞLAR

Olumsuz Beklentiler:Hepimizin çocuklarımızla ilgili olumsuz bazı beklentileri vardır.Biz bu beklentilerimizi beden diliyle veya diretmen belirtiriz. Ve çocuklarda buna inanırlar. Örneğin   çocuğun sınavı kazanacağına inanmıyorsak bunu  bir şekilde iletiriz. Ve çocukta buna inanır.bu duyguyla hareket eder.   
    
D  Gerçek ışı Yüksek Beklenti: her çocuğun belli bir kapasitesi ve yetenekleri vardır.Anne-babalar bunu bildikleri halde yinede çocuklardan  seviyelerinin üstünde şeyler beklerler. Buda çocuğun oluşamayacağı  bir beklenti olduğundan çocuğu güvensizliğe sevk ediyor.  

Örneğin; Ahmet amcanın çocuğu deneme sınavlarında  şeyler beklerler. Buda çocuğun oluşamayacağı  bir beklenti olduğundan çocuğu güvensizliğe sevk ediyor.

Örneğin; Ahmet amcanın çocuğu deneme sınavlarında  40 net yapıyor.  AHMET amca çocuğunun vali olacağı beklentisi içerisindedir. Ama o bölümü kazanmak içinde 100 net gerekiyor.Böyle bir beklenti çocuğun oluşamayacağı bir beklenti olduğundan çocuğu güvensizlik duygusuna kapılmasına sebep oluyor ve çocuk çalışmayı bırakıyor.

 Kardeşler Arası Yarışmayı Destekleme: Çoğu zaman farkında olmadan çocuklarımız arasındaki yarışmayı körükleriz. Birisini tutarız öbürünü iteriz. Birisi iyi diğeri düşük not almıştır birini över diğerini yere vururuz .Böylece bir rekabet ortamı oluşturmuş oluruz .bu rekabet ortamı içinde düşük not alan öbürünü engellemeye çalışır. İyi not alan ise bulunduğu konumunu kaybetme korkusu ve endişesiyle güvensizlik duygusuna kapılmaktadır .

 AŞIRI HIRS

Bazı anne-babalar hep mükemmel olmayı isterler. Ve yenilgi ihtimali olan işlere girişmezler. Çocuklarından da bunu beklerler. Örnek;  En iyi, mükemmel, kusursuz birisin

Bu çocuk için ulaşılması güç bir şey olduğu için çocuk buna ulaşamadığı içinde kendini  değersiz his edecek .

 AŞIRI KORUYUCU ANNE-BABA  TUTUMU: 

Bazı anne-babalar yılar sonra gelen ilk çocuk olması ,veya çocuğunun iyiliği için  çocuğuna iş yaptırmaz bütün ihtiyaçlarını  karşılar  el üstünde büyütür kötü  olmasın diye sokağa  çıkartmaz. Bu şekilde yetişen çocuklar  hep başkalarına bağlı kalırlar ve kendi başına kaldığı zaman endişeye kapılır.Örneğin bunalttığımız şekilde yetişen biri olan Murat'ı  babası bir işe yerleştiriyor akşama işi bırakıyor  ve babası yeni bir iş buluyor  murat bu işe de ancak yarım  gün dayanıyor.  Çünkü şimdiye kadar iş yapmadığı için kendine güvenmiyor.

 AŞIRI İTİCİ -BASKICI TUTUM VE DAVRANIŞLAR: 

Aşırı baskıcı ve itici, reddedici tutumlar yüzünden çocuklar duygularını dile getiremiyorlar. Duygularını hep içine atarlar. Ve öyle bir hale gelir ki dolar ve bir şekilde patlak verir.  Örneğin; cinsel konular konusunda çok baskıcı olan toplumumuzda  bu konulardaki duygularımızı  ifade etme çok zor. Ercan adında bir arkadaş bir kıza aşık oluyor. Ne duygularını kıza iletebiliyor  nede kimseye anlatabiliyor. Acaba kıza söylesem ne der? ailesi duyarsa ne olacak kızla çıksam ne diyecekler…. v.b. böyle bir iç çatışması yaşıyor ve ruhsal dengesi bozulmuş bir şekilde psikiyatri  servisine götürülüyor .

ÇOCUĞUMUZA  GÜVEN  DUYGUSU  KAZANDIRMAK  İÇİN YAPMAMIZ  GEREKEN  TUTUM  VE  DAVRANIŞLAR

 Olumlu  Olun:  Çocuklarınıza karşı olumlu bir tavır takının. Sürekli güzel yönleri üzerinde yoğunlaşın.  Çocuğunuz maç mı  oynamış  maçta güzel orta açmışsa o nokta üzerinde odaklaşıp eksiklikleri öne sürdükçe çocuk kendini değersiz hisseder.

 Çocuğunuz bir şeylerle uğraşırken ona karışmayın. Karıştığınız zaman ona şöyle bir mesaj vermiş oluruz  'Sen bu işi yapamazsın  ben sana güvenmiyorum.' ve bu  şekilde onun kendini yetersizlik duygusuna kapılmasına sebep olmuş oluruz.  Örneğin; çocuğunuz   daha yürüyemiyor kanepeye çıkmak için tırmanıyor.Siz çocuk düşer diye kaldırıp  kanepeye koydunuz. Böylelikle çocuk kendini değersiz hissedecek. Bunun yerine onun yakınında durup bıraksak kendi çıksa çocuk kanepeye çıktığında  zafer kazanmış gibi kendini  güçlü hissedecek ve kendine güven duyacaktır. 

 Eğer çocuğunuz yardım isterse ona güven telkin  edin. Örneğin; yapabilirsin, sana güveniyorum, ………yapmıştın  v.b.  ifadelerle ona  güven verin.
Eğer önerilerde  bulunacaksanız önerilerinizi yumuşak bir tavırla onun fikrine sunun.  Emir verir gibi sunmayın.  Örneğin;  bu şekilde  yapsanız   nasıl  olur,  ben böyle yapmıştım iyi olmuştu acaba siz  ne dersiniz? 

 Çabaları ve ilerlemeleri öne çıkarın.   Çocuğunuzdaki gelişmeleri öne çıkararak onun geliştiğinin farkına varmasını sağlayın. Bununla da yetinmeyip gösterdiği gayretlerini de öne çıkararak onunla ilgilendiğinizi ve  değer   verdiğinizi hissettirin. Örneğin; 'Baya çalışmışsın, notunu yükseltmene  sevindim, işi bitirmemişsen de  baya yapmışsın…….

 Katkılarını  Belirtin:   Çocuklar bir  faydalarının  olduklarını     hissettikleri zaman  kendilerini değerli hissederler.  Çocuğunuzun başarılı olduğu işleri ona verin . ve aileye katkısı olduğunu hissettirin. Örneğin çocuğunuz alışveriş işlerini iyi yapıyorsa  alışveriş işlerini ona yaptırın,  taktir edin.  Böylelikle çocuğunuz kendisininde birşeyler yapabileceğini öğrenecek ve kendine güven duyacaktır.
  
 Övgü yerine teşvik edin.  Övgü rekabet ve karşılaştırmaya dayandığı için çocukların hem güçlü  hemde güçsüz  yönlerini olumsuz etkiler.  Örneğin , ; çocuklarınızdan biri 5, diğeri 3 aldı diyelim. Eve geldiklerinde  5 alan çocuğa aferin benim güzel oğlum seninle gurur duyuyorum. 3 alan çocuğa ise kardeşin ne kadar güzel not almış sen çalışmıyorsun tembelsin..vb. tepkiler gösterdiniz. Düşük not alan çocuk kendisine değer verilmediği için kardeşini kıskanacak ve onu engellemeye  çalışarak onu küçük düşürmeye çalışacak. İyi not alan çocuk ise bulunduğu konumu kaybetme endişesiyle yeni işlerde acaba başaramazsam  ne olacak korkusuyla girişimde bulunamayacak. 
 Övgü sadece başarılı durumlarda en iyiye verilen bir ödül niteliğindedir. Bu yönüyle bir kontrol etme aracı  niteliği taşıyor.  Çocuğu övdüğünüz zaman  çocuk şöyle bir hisse kapılır. Ben sadece başarılı olduğum zaman değerliyim. O halde değerli olarak kalmak için sürekli başarılı olmalıyım. Bu durum ulaşılması güç bir durum olduğundan çocuk hata yapma endişesiyle girişimde bulunmaktan kaçacaktır. Teşvik ise çocuğun  başarısız olduğu durumlarda   çocuğa güven kazandırmak amacı ile yapılır. Teşvikte kıyaslama yoktur.  Çocuğu olduğu gibi kabul etme vardır. Gayretleri ve ilerlemeleri katkıları  ön plana çıkarma   vardır.

 ÖVGÜ   TEŞVİK  EDİCİ OLABİLİR Mİ?

Övgünün teşvik edici olması  şunlara bağlıdır: 
Çocuğun Amacı:eğer çocuk ilgi çekmek ,intikam almak amacıyla  övgü kazanmaya  çalışıyorsa teşvik edici olmaz. İlgiyi çektikten sonra köşesine  çekilir.sadece ilgi ihtiyacı olduğu  zaman girişimde  bulunur işi bittikten sonra işbirliği de biter.
 Anne-babanın amacı:anne-baba çocuğu kontrol etmek amacıyla övgüye baş vuruyorsa başarılı olmaz.
 Övgü şekli: Eğer çocuk bir beklenti içinde ise övgü başarılı olmaz. Çocuk övgüyü herhangi bir beklentisi olmadan kabul etmelidir.

  ÖVGÜNÜN ANNE-BABA ÇOCUK İLİŞKİSİNDEKİ YERİ

Çocukları motive etmenin en etkili yolu teşvik etmektir. Acaba  övgünün yararlı olduğu durumlar yok mu? Varsa nasıl olmalıdır?
Anne -babalar şu amaçla övgüyü kullanabilirler;
 Önemli bir gelişmeyi fark etmek ve teşvik etmek için:Uzun zamandan beri hiç iyi not almamış olan çocuğunuzun yüksek notlar almaya başlaması ,büyük işler başarması vb.
 Çocuğun çok düşük bir güven duygusu varsa ve kendi güçlü yönlerini tanıyamıyorsa onun kendini tanımasına yardım etmek için: Örneğin; 'ne kadar güzel oynadın', 'güzel pas attın', vb. mesajlarla hem kendi güçlü yönlerini görmesini hemde kendine güven duymasını sağlamış oluruz. Çocuğunuzu överken aşırıya gitmemeniz de bağımlı olmuyorsa övgü etkili olur. Eğer siz çocuğunuzun  övgüye ihtiyacı olduğunu ve ona güven vereceğine inanıyorsanız övgüyü kullanın.

 Övgünün Etkili Olması İçin Kılavuz

 1-Belirtin: Davranışın övgüye değer yönünü övün.Örneğin: sobayı güzel kurmuşsun ,kornerleri iyi kullanıyorsun,şimdi daha iyi konuşuyorsun.vb.

 2-Gelişmeyi vurgulayın: örneğin ;…ilerletmen güzel ..,baya öğrenmişsin.,vb…fakat çocuğu gayret sarf etmesi için zorlamayın.

 Aşırı övgü ümitsizlik doğurur. Onun için çocuğunuzu överken aşırıya gitmemenizi tavsiye ederiz. Teşvik ise çocuğunuzun kendini değerli hissetmesini ve güven duygusunun gelişmesini sağlar.

TEŞVİK DİLİ
Çocuklarımızla ilgili yorumlarda bulunurken onların yaptıklarınını yargılayıcı ifadeler kullanmamaya dikkat etmeliyiz. Çoğu zaman güzel ifadelerle onları överiz.Bu yorumlarımızla  değer yargılarımızı belirtir ve çocuklarımızın kendilerine inandırmaktan uzak kalırız. Değer ifade eden ifadeler kullanmamaya dikkat etmeliyiz. Örneğin; mükemmel,iyi, kötü,vb.. bunun yerine teşvik edici ifadeler kullanmalıyız.

 KABUL EDİCİ İFADELER

<Müzikten hoşlanıyor gibisin >
<mutlu olduğunu his ediyorum>
<bunun hakkında neler düşünüyorsun>

GÜVEN GÖSTEREN İFADELER

<…edebilirsin>
sana güveniyorum>
Katkıyı ,güçlü yönleri vurgulayan ve takdir edici ifadeler
<teşekkür ederim işimi kolaylaştırdın>
<bu konuda yardımına ihtiyacım var.>
<bu konuda  beceriklisin>
<tebrik ederim güzel bir çalışmaydı>
Çaba ve gelişmeyi fark eden ifadeler:
 <…baya çalıştığın belli oluyor.>
işi bitirmemiş olabilirsin ama baya da bitirmişsin.>



çalışanlar, çevre, güven duygusu, güven güveni besler anlayışı, güvenmek, insanlar, müşteri, platform, resimli mesajlar, çocuklara güven duygusu nasıl kazandırılır, güven veren ifadeler

VATAN DEYİNCE!

14 Ekim 2022 Cuma / No Comments
resimli mesajlar, tüyleri diken diken olmak, vatan nedir, vatan ne demektir, vatanın önemi, vatan sevgisi, vatanım sensin, vatansever, islamda vatan, bir yolcuya şiiri, dur yolcu şiiri

VATAN NEDİR?

İnsanın tüyleri diken diken olur bazen...
Vatan deyince mesela...Acer
*

Vatan Kelime Anlamı Nedir ?

1- VATAN NEDİR?

Bir kimsenin doğup büyüdüğü; bir milletin hâkim olarak üzerinde yaşadığı, barındığı, gerekirse uğrunda canını vereceği toprak. Bir kimsenin yerleştiği yere de vatan denir. Vatan ile yurt aynı mânâdadır. Vatanın geniş mânâda târifi ise ülkedir.

Vatan, milleti meydana getiren değerlerin başında gelir. Millet dediğimiz varlık vatan denilen toprak parçası üzerinde yaşar. Vatan dar mânâda yalnızca doğup büyünen, üzerinde yaşanan toprak parçası değildir. O, bir milletin tamâmının barındığı ülke veya ülke topraklarıdır (Bkz. Ülke). Bir kimse bağlı bulunduğu ülkenin vatandaşı, yurttaşıdır. Ülke, vatan toprağının altında yatan şehitlerin hâtıralarıyla kutsaldır. Vatan, topraklarından başka deniz ve hava sahalarını da içine alır. Gemiler ve uçaklar temsil ettikleri ülkenin bayrağını çekmiş olarak dolaştıkları vakit de tek başına vatan kabul edilirler.

İnsanların daha yaratılışından içlerinde, vatan sevgisi bulunur. Vatanını seven, haysiyetli ve şahsiyetli insanların vatana bağlılıkları sebebiyle uğrunda her şeylerini seve seve fedâ edebilecekleri bâzı kutsal değerleri vardır: Din, dil, şeref, nâmus, ırz gibi değerler bunların başında gelir. Vatanı korumak; dîni, îmânı, nâmusu korumak gibidir. Bu uğurda canlar fedâ edilir. Yâni vatanı sevmek kadar korumak da önemlidir. Vatanını korumak ve saldıranlara karşı canla başla karşı koymak yüce dînimiz İslâmın emirlerindendir. Kur’ân-ı kerîmde Bakara sûresi 190. âyet-i kerîmede meâlen; “Size savaş açanlara karşı, Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin. Doğrusu Allahü teâlâ aşırı gidenleri sevmez.” buyrulmaktadır. Peygamber efendimiz de; “Allahü teâlâya îmândan sonra en fazîletli ibâdet, vatan savunmasıdır.” buyurur.

Tarih boyunca milletler, üzerinde yaşadıkları vatan toprağı uğrunda kan akıtmışlardır. Şâir bunu;

Toprakları toprak yapan üstündeki kandır,

Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.

sözüyle îzah etmiştir. Bütün bunlar, ancak milletin varlığıyla mümkündür. Bir milletin var olabilmesi, bir devletin varlığına; devlet de vatanın mevcudiyetine bağlıdır. Vatan olmasa millet de, devlet de olmaz. İnsanlık haysiyeti ve şerefi hiç kalmaz. Bunların muhâfazası yine vatanı sevmekle mümkündür. Vatan sevgisi, kişilerin çeşitli tesirler altında kalmasıyla zamanla artar veya eksilir. İnançlı bir kimse mutlaka vatanını sever. Peygamberimiz Muhammed alehisselâm; “Vatan sevgisi, îmândandır.” buyurmuştur.

Vatanından ayrı kalan vatanını özler. Bunun böyle olduğunu altın kafesteki bülbül misâli de anlatmaktadır: Bülbülü altın kafese koymuşlar “Ahhh! Vatanım” demiş.

Her nîmete sâhip olan, iyi iklimi, bol suyu, zengin mâden yataklarıyla dünyâda eşi bulunmayan vatanımız Türkiye, onu yükseltecek hakikî vatanseverlere muhtaçtır. Ancak bu hakikî vatanseverler; el ele vererek, birbirlerini sayarak, koruyarak, Türk ve Müslüman ismini taşıyan bozuk fikirlilerin ve vatan düşmanlarının saçma ve sapık yayınlarını, sözlerini reddederek, durmadan çalışarak, yirminci asrın fen ve teknolojisine ulaşarak ve hattâ onu da geçerek, bu kudsî vatanı lâyık olduğu dereceye ulaştırabilirler.

BİR YOLCUYA

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın

Bu toprak bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver bu sâkit yığın

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda

Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda

İstiklâl uğrunda, nâmus yolunda

Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele

Son vatan parçası geçerken ele

Mehmed’in düşmanı boğduğu sele

Mübârek kanını akıttığı yerdir.

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin

Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin

Bir harbin sonunda bütün milletin

Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Necmeddin Halil Onan


2- VATAN 


Bir kimsenin yerleşip yurt edindiği yer. Sığır ve koyun ağılı. Çoğulu "evtân"dır. Vatan sözcüğü "vatane" fiilinden bir isim olup, fiil anlamı; yerleşmek, ikamet etmek demektir. Aynı fiilin if'âl ve tef'îl babı ise; yurt edinmek, kendisini alıştırmak anlamına gelir. Aynı kökten yer ismi olan "mevtın" sözcüğü ise; yer, yurt, toplantı yeri, savaş sahnesi anlamlarına gelir. Çoğulu "mevâtın" dır.

Kur'ân-ı Kerîm'de yurt, vatan anlamında "ed-dâr" lafzı kullanılır. "Dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir: Âhiret yurdu ise, Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?" (el En'âm, 6/32). "Biz onlara ahiret yurdunu hatırlama özelliği verdik" (Sa'd 38/4). Vatan kelimesi Kur'ân'da geçmez, bu kökten "mevtın"in çoğunu "mevâtın" yer ve mevki anlamında bir âyette şöyle kullanılır: "Şüphesiz ki Allah size bir çok yerde ve Huneyn savaşı yapıldığı günde yardım etmişti" (et-Tevbe, 9/25).

Hadislerde ise "vatan" ve "mevtın" sözcükleri; yer, mevki, yurt, belde ve ülke anlamlarında kullanılmıştır. Hadiste "O, benim vatanım ve yurdumdur" (Ebû Dâvud, İmâre, 36) buyurulur. Burada "vatan" ve "dâr" eş anlamlıdır. Abdullah b. Ömer'in naklettiği; "Rasûlüllah (s.a.s) yedi yerde namaz kılınmasını yasaklamıştır. Bunlar; çöplük, hayvan kesilen yerler, mezarlık, yol kenarı, hamam, deve ağılı ve Beytullah'ın üstünde namaz kılmak" (Tirmizî, Mevâkît, 141). Burada "mevâtın" (yer, yerler) anlamında çoğul kullanılmıştır.

Günümüzde vatan sözcüğü belli bir topluluğun hakim güç olarak yaşadığı, sınırları belirli toprak parçasını ifade etmektedir. Böyle bir beldeye "ülke" veya "yurt" denildiği gibi, tebeasına da "vatandaş" veya "yurttaş" denir.

İslâmî açıdan yurt veya vatan "dâr" sözcüğü ile ifade edilir. Bu da İslâm toplumunun yaşadığı ve hâkim olduğu yerler için "dârul-islâm" düşman elinde bulunan ülkeler için de "dârul-harp" olarak ifade edilir. İslâm fıkhında dâr; "bir Müslüman veya gayrimüslim idarecinin hâkimiyeti altında bulunan ülke" olarak tarif edilir (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Bulak, 1272, III, 247).

Dünya ülkelerinin dârulislâm ve dârulharp olarak ikiye ayrılması Kur'ân ve sünnette yapılmış bir tasnif değildir. Bazı muasır Müslüman müellifler bu taksimi olaylar ve siyasî şartlar karşısında fakihlerin yapmış olduğunu belirtmişlerdir (Ahmet Özel, İslâm Hukukunda Ülke Kavramı, İstanbul,1988, 79). Muteber hadis kaynaklarında yer almayan ve daha çok Hanefîlere delil olarak kullanılan bazı hadislerde bu tabirlerin kullanıldığı görülür. Şu hadisler örnek olarak verilebilir: "Dârulharp'te hâdler uygulanmaz" (ez-Serahsî, el-Mebsût, IX,100; Zeylaî, et-Tebyîn, I, Baskı, Bulak,1313, IV, 97; İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kadîr, Mısır, 1319, IV,178). " Dârulharp'te Müslümanla harbî arasında faiz yoktur" (es-Serahsî, a.g.e., X, 28, XIV, 56; Zeylaî, a.g.e., IV, 97; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., VI, 178). " Dârulislâm kendinde bulunanı saldırıdan korur darulharp de içinde bulunanı mübah kılar" (el-Mâverdî, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, 2. baskı, Kahire, 1966, 60). Buharî (ö. 256/869),

"Sahîh" inde başlık olarak daru'l islâm ve dârul-harp ifadelerini kullanmış ise de, bu başlık altında verilen hadislerde bu terimler yer almamıştır. Buhârî, hadislerin mefhumunu dikkate alarak bu başlıkları koymuş olmalıdır (bk. Buhârî, Sahîh, Cihad IV, 31, 33; Aynî, Umdetu'l-Kârî, Kahire 1348, XIV, 303).

Asr-ı Saadette dârulislâm ve darulharp kavramının ortaya çıkışı şu şekilde olmuştur. Mekke döneminde mü'minlerin sayısı az olup, güç bakımından bağımsız yaşayabilecek durumda değillerdi. Çünkü Mekke yöresinde yönetim ve ekonomik güç müşriklerin el-indeydi. Zaten İslâm'ın devlet sisteminde gelmişti.

İslâm'ın ilk zamanlarında davet ve ta'lim işleri Mekke'de Erkam b. Ebi'l Erkam'ın (ö. 13/634) evinde gizlice yürütülmüştü. İçlerinde Hz. Ömer'in (ö. 23/643) de bulunduğu bir çok kimse orada Müslüman olmuştu. Bu yüzden o eve "darûl-İslam" denilmiştir (Hâkim, el-Müstedrek, 1. Baskı, Riyad 1968, Fezâil, III, 502; Zeylaî, Nasbü'r-Râye, III, 477). Buradaki "dâr" sözcüğünün "ev, bina" anlamında kullanıldığı açıktır.

Diğer yandan Mekke müşriklerinin baskıları artınca Hz. Peygamber, tebeasına zulüm yapmadığı bilinen bir kralın yönettiği Habeşistan'a hicret edilmesini emir buyurdu. Bu ülke için Allah elçisinin " Ârdu sıdk (doğruluk ülkesi)" deyimini kullanıldığı nakledilir. Bunun hukuk terimi olarak bir anlamı yoktur, sadece iş başında doğruluk üzere olan bir yönetimin varlığını ifade eder (bk. İbn Hişâm, es-Sîre, Mısır 1355, I, 339, 340). Mekke döneminde dârülislâm'dan söz etmek imkânı yoktur. Ancak Mekke fethedilinceye kadar bu yörenin dârulharp sayıldığında şüphe yoktur. Nitekim Mâlikî fakihlerinden İbn Kasım (ö. 191/807), dârulharp'te Müslüman olan bir kölenin, İslâm'a girmemiş olan efendisiyle mülkiyet ilişkisini incelerken Mekke için şöyle der: "... Bilal, efendisinden önce İslâm'a girdi. Ebû Bekir de onu alıp azat etti. Ülke de o zaman dârulharp idi, çünkü o sırada Mekke'de cahiliyye devri otoritesi ve hükümleri hâkimdi" (Malik, el- Müdevvene, Mısır 1323, II, 22).

Hanefilere göre dârulharp'te Müslümanın harbîlerle mal ve para karşılığında bahse girmesi caizdir. Delil; Rum Sûresi'nin ilk âyetleri inince, Hz. Ebu Bekr'in (ö.13/634) müşriklerle girdiği bir bahse Hz. Peygamber'in izin vermesidir. Buna göre, belli bir zaman süreci içinde, ehl-i kitap olan Bizans, Müşrik olan İran'a karşı galip gelecekti. Nitekim zaman Hz. Ebû Bekr'i doğrulamış ve Bizans galip gelmîşti. es-Serahsî (ö. 490/1097), bu bahisle ilgili olarak şöyle der: "...Çünkü Ebû Bekir, Mekke'de, islâm hükümetlerinin uygulanmadığı dâruşşirk'te (şirk ülkesi) idi" (es-Serahsî, el-Mebsût, Mısır 1331, XIV, 57; İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VI,178). İbn Abbas (r.anhümâ)'ın hicretten önceki dönem için Medine hakkında da dâruşşirk deyimini kullandığı görülür. O şöyle demiştir: "Allah elçisi, Ebû Bekir ve Ömer de muhâcirlerdendi, çünkü onlar da müşriklerden hicret ettiler. Ensar'dan muhacir olanlar da vardı. Çünkü Medine dâruşşirk idi, onlar da Akabe gecezi Rasûlüllah'a geldiler" (Nesâî, Sünen, Bey'a, 13; Mısır 1348/1930, VII, 145).

Müslümanlar Medine'ye hicret edip siyasî, ekonomik ve askerî bir güç olarak kendi toplumlarını yönetecek güce kavuşunca İslâm Devlet sistemi uygulaması başlamıştı. İşte artık Medine yöresinde yahudilerle ve diğer müşrik topluluklarla İslâm toplumu arasında bir takım ikili anlaşmalar yapılıyordu. Bu konuda hazırlanan ilk islâm Anayasası'nı örnek verebiliriz (bk. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, I,121 vd,; Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1970, 35 vd.; Ahmet Akgündüz, Eski Anayasa Hukukumuz ve İslâm Anayasası, 38 vd).

Böylece Medine'de dârulislâm uygulaması söz konusu idi. Ancak, Mekkeli mü'minlerin hicret ederek yerleşmeleri nedeniyle önceleri Medine bir "dârulhicre" yani "hicret vatanı" durumunda idi. Mekke ise halen "dârul-küfr ve'l-harp" durumundaydı. Çünkü orada hiçbir Müslüman bir yakını veya müşriklerden birisinin himayesi olmadan namaz bile kılamıyordu. İbn Hazm bu durumu şöyle belirtir: "Rasulüllah (s.a.s)'in Medine'si dışında her yer dârulharp, düşmanla çatışma ve cihad alanıydı" (el Hazm, el-Muhallâ, VII, 353).

Bu duruma göre hicretten önce dârulislam mevcut değildi. Hicretle birlikte Medine yöresi dârulİslam halini aldı. Daha sonra Hz. Peygamber zamanında fethedilen yerler dârul İslam'a katılırken, fetihten sonra Mekke de darulislâm'a katılmış oldu.

İşte sınırlarla çevrili bir toprağın mü'minlere vatan oluşu bu ölçüler içinde gerçekleşmiştir. Mekke'de doğup büyüyen, mal-mülk sahibi olan ilk mü'minler mal, can, ırz güvenliği, inanç ve ibadet öğürlüğünü tehlikede görünce önce Habeşistan'a daha sonra da Medine'ye hicret ederek öz yurtlarını terketmişlerdir. Ancak bu sürekli terketmekten çok, İslâm'ı serbest yaşayıp yayabilecekleri yeni bir ortam arayışıydı. Nitekim Hz. Peygamber'in hicret için Mekke'den ayrılırken Kâbe'ye doğru bakarak; "Vallahi biliyorum ki, sen hiç şüphesiz Allah'ın yarattığı yerlerin hayırlısı ve Allah'a en sevgili olansın " dediği nakledilir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 305; Dârimî, Sünen, II,156). Yine vatanından kendi isteği dışında çıktığını şöyle belirtir: "Eğer senin halkın, beni senden çıkarmamış olsaydılar, çıkamazdım. Beni, beldelerin sana en sevgili olanında yerleştir" (Ahmed b. Hanbel, IV, 305; Beyhakî, Delâlilünnübilvve, II, 243).

Diğer Müslümanlar da Mekkelilerin dayanılmaz işkenceleri karşısında hicret için izin isteyince Allah elçisi şöyle buyurmuştur: "Sizin hicret edeceğiniz yurt bana gösterildi. Orasının iki kara taşlık arasında, hurmalık, çorak bir yer olduğunu gördüm. Orası Yesrib (Medine)'dir. Gitmek isteyen oraya gitsin. Orası yakın bir beldedir. siz orayı biliyorsunuz Şam'a giderken ticaret kervanınızın yoludur" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 45, Ta'bîr, 39; ibn Sa'd Tabakât, I, 226; Abdurrazzak, el-Musannef, V, 387; Beyhakî, Sünen, IX, 9).

Hicret emri verilince şu âyet inmiştir: "Şöyle de: Rabbim! Beni takdir ettiğin yere gönül rahatlığı ve selâmetle girdir. Oradan gönül rahatlığı ve selâmetle çıkar. Sen bana nezdinden yardımcı bir güç ver" (el-İsrâ,17/80).

Hz. Peygamber'in yeni yurdu olan Medine'ye hicreti bütün Medîneli mü'minlerce büyük sevinç gösterilerine neden olmuştur. Mü'minler evlerinin damlarına çıkmış, gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüş; "Ey Allah'ın Rasulü! Ey Muhammed" diye sesleniyorlardı. Çocuklar ve hizmetçiler yollarda ve damlarda; "Allah'ın elçisi geldi, Muhammed geldi. Allah'ı ekber (Allah her şeyden büyüktür)" sesleriyle ortalığı çınlatıyorlardı (bk. Müslim, Sahih, VIII, 237; Ebu Davud, Sünen, II, 579; "Hicret" maddesi).

Hz. İbrahim, Ashab-ı Kehf, Yunus (a.s) gibi tarihte yaşadıkları vatanda hak dini tebliğ etme ve yaşama imkânı bulamayanlar da hicret etmişlerdir. Eğer bir kimse yaşadığı ülkede mal, can, ırz, dinî inanç ve dinini koruma ve yaşama hürriyetini kaybetmişse bunları koruyup, dinini yaşabileceği yöreye hicret etmesi gerekir. Nitekim dinini gizleyen bazı mü'minlerin Mekke'de kalması ve zorla sokulduklar Bedir Gazvesinde ölmesi üzerine şu âyet inmiştir: "Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: "Dünyada ne iş yaptınız?" derler. Bunlar; "Biz yeryüzünde güçsüz bırakılmış kimseler idik"diye cevap verirler. Melekler derler: "Allah'ın yeri geniş değil miydi ki, oraya göç etseydiniz". İşte onların durağı cehennemdir. Ne kötü bir gidiş yeridir orası" (Nisâ, 4/97).

Hanefîlere göre küfür diyarından İslâm diyarına hicret etmek vaciptir. Hanbelîlere göre, bir kimse dârulharp'te dinini açığa vurup yaşıyor olsa bile, Müslümanların sayısını çoğaltmak ve cihada katılmak için bunun darûlislam'a hicreti sünnet olur. Şâfiîlerden el-Mâverdî'ye (ö. 450/1058) göre, 'bir Müslüman küfür diyarında dinini açığa vurabiliyorsa, orası bu kimse için darûlislam hükmünde olur. Onun orada kalması, hicret etmesinden daha faziletlidir. Çünkü onun yardımıyla orada İslâm'ın yayılması umulur (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VIII, 28, 29).

Hicret edilecek yerle ilgili duyulabilecek iş bulamama, aç kalma, çevre edinememe gibi endişeleri şu âyet kaldırmaktadır: "Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde giderek, barınacak bir çok yerler bulur, genişlik de bulur. Kim evinden Allah ve Rasûlüne muhacir olarak çıkıp da sonra yolda ölürse, onun mükâfatı Allah'a aittir" (es-Nisâ, 4/100).

Allah'ın elçisi hicreti teşvik etmiştir. Hadiste şöyle buyurulur: "Âllah yolunda hicret eden kimseyi, yüce Allah'ın bağışlaması hak olur" (Tirmizî, Cennet, 4; Ahmed b. Hanbel,V, 240). Muhâcir, hadislerde şöyle tarif edilmiştir: "Gerçek muhâcir, Allah'ın haram kıldığı şeyleri terk eden, yani haramları işlememek için yurdundan ayrılan kimsedir" (Buharî, İmân, I, Rikak, 26; Ebu Davud, Vitr, 2,1 l, 12, Cihad, 2; Nesaî, İmân, 9; İbn Mace, Fiten, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 163,192,193, 205).

İşte belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan dil, din, tarih ve kültür birliği bulunan bir toplumun teşkil ettiği birlik ona bir millet özelliği kazandırırken, üzerinde yerleşilen toprak parçası da vatan adını alır. Sınırları belli vatan toprağı, dış saldırılardan korunmuş, içte mal, can, ırz ve namus güvenliği sağlanmış, din ve vicdan özgürlüğü tanınmış olunca mü'minin yaşayabileceği bir belde sayılır. Artık bu ülkenin bir tebeası olarak iç ve dış düşmanlara karşı bu toprakların savunulması özellikle saldırılan ülke mal, can, ırz güvenliği ve dinine sahip olmayı tehdit ediyorsa vacip olur. Çünkü mü'minin bu manevi değerlere sahip olması ve önceden elde ettiği hakları koruyabilmesi belli toprak parçası üzerinde güven içinde yaşamasına bağlıdır. Bu güveni tehdit eden güçlere karşı ülkeyi savunması bir görev olur.

Nitekim Türkistan, Kafkasya, Kırım, Azerbaycan, Bulgaristan gibi ülkelerde uzun yıllar baskı ve tehdit altında dinî inanç ve ibadet özgürlüğü tanınmayan İslâm toplulukları buğün bu haklarını elde etme imkanına savuşabilmişlerdir. Ancak hicret etmeme yüzünden kültürünü imanını ve Müslümanlığını yitiren ve bu yüzden çok büyük acılar çeken toplumlar da vardır.

Müslümanların azınlığa düştüğü ve devlet yönetiminde etkili olamadığı yörelerde, Müslümanlar cemaatleşerek İslâm'a uygun eğitim, öğretim ve İslâm'ın güzelliklerini yaşamak, çevrenin de bu adet fazilet ve ahlâk değerlerinden yararlanmasını sağlamak amacıyle gerekli girişim, çalışma ve kurumlaşma yoluna gitmelidir. Bunun yolu bilimsel çalışmalardan geçer. Türkiye gibi büyük çoğunluğu Müslüman olup, beşerî kanunlarla yönetilen ülkelerde ise İslâm'ın bu yüce değerleri toplumun yararlanmasına sunulmalıdır. Çünkü zekât, vakıf yardımlaşma, karz-ı hasen gibi yaygın halk kitlelerine mutluluk getirecek ve servet dağılımında adaletli bir denge oluşturabilecek güçteki İslâmî değerlerin dışlanması veya bunların terkedilmiş durumda bırakılması topluma pahalıya mal olmaktadır. Yapılan istatistik çalışmaları ile meselâ; zenginlik ölçüleri tutan kimselere ait bütün nakit para, döviz, altın ve alıp-satmak üzere elde bulunan tüm ticaret malları, şirket ve fabrikaların döner sermaye, hammadde ve üretilmiş madde ile kesin alacakları kırkta bir zekâta tabidir. Tarım ürünleri onda bir, sulama ile tarım yapılan yerde yirmide bir, madenlerde beşte bir ve hayvanlarda cinse göre belli oranlarda zekât yükümlülüğü gerçekten yoksul kesimîn mesken problemi, yüksek öğretim gençliğinin tümüne yeterli bursu, ve yoksul ailelere geçinecek kadar yardımı ya da gelir getirecek bir iş kurmayı makul sürede sağlayabilecek güçtedir.

Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında önce sultan ailelerinden başlanarak varlıklı kesim özellikle İstanbul, Bursa, İzmir, Kayseri, Konya gibi şehirlerde ve ülkenin diğer yerleşim birimlerinde pek çok vakıf eserler meydana getirmişlerdir. Bununla toplumun eğitim, öğretim faaliyetlerini, sağlık işlerini, din görevlilerinin geçimini, zekât yerine yoksullara daha düzenli yardımı bu vakıflar üstlenmiştir. Günümüzde vakıflar da tarihteki bu güzel fonksiyonu üstlenecek durumdan çıkarılmıştır. Halbuki vakıfların vakıfnâmelerindeki esaslara göre idaresi ve gelirlerinin burada belirlenen yerlere verilmesi gerekirken mütevellilerin yerini alan vakıflar idaresi vakıfnâmeleri dikkate almaz olmuştur. Bu yüzden de vakıfların fonksiyonu eski önemini kaybetmiştir. Bu da toplumun zarar gördüğü önemli bir alandır. Diğer yandan gerçek vakıf hükümlerinin uygulanmaması, takipsizlik ve sorumsuzluk yüzünden vakıfların gelirleri de azalmıştır. Halbuki yetim malı, vakıf malı ve beytülmale ait mal gerektiğinde usulüne göre satılacaksa veya kiraya verilecekse "rayiç bedel" ile verilebilir. Rayiç bedelden fahiş gabin ölçüsünde düşük bedel satım veya kira akdini batıl kılar ve bu idarelerin ya bedeli tamamlatma ya da akdi feshetme hakkı doğar. Fahiş gabin ölçüsü Hanefilere göre gayri menkullerde rayiç bedelden % 20 düşük olan bedeldir. Bu oran hayvanlarda % 10 diğer menkul eşyada % 5 ve daha fazla rayiç bedelin altına inilmesidir. Mecelle'nin kanunlaştırdığı ölçüler de bunlardır (bk. İbn Nüceym el-Mısrî, el-Bahru'r-Râik, Mısır, 1334, 1330/1912, I, 247; Mecelle, mad.165; Hamdi Döndüren, İslam Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir, 1984, 145-147).

Sonuç olarak vatan ve üzerinde yaşayan tebea unsuru bir bütün olarak düşünülmelidir. Bunlar birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Biri diğerine feda edilemez. Pek çok İslâm fakihinin tarif ettiği şekliyle dârulislam; "Müslümanların idare ve hamiyetleri altındaki yerdir" (es-Serahsî, el-Mebsût, X,81, Şerhu's-Siyer, IV,1253). İmam Şâfiî dârulislâm'ı daha geniş olarak tarif etmiştir. O'na göre: a) Müslümanların meskûn bulunduğu yerler, b) Müslümanların fethedip gayri müslim halkı cizye karşılığı yerlerinde bıraktıkları topraklar, c) Önceden İslâm'ın uygulandığı, ancak daha sonra gayri Müslimlerin eline geçen topraklar (Nevevî, Ravdatilt-Tâlibîn, y.y, 1386/1966, V, 433; Ömer Nasuhî bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, III, 371). Bu nitelikleri taşımayan yerler de dârulharptir.

Ancak dârulharp sayılan yerlerde de yukarıda belirttiğimiz gibi İslâm toplumu varlığını korumalı, kültürüne, ve manevî değerlerine sahip çıkmalı, üzerinde yaşanan topraklara saldırı olduğunda da, kendisine düşen görevi yapmalıdır. Çünkü sınırlarla çevrili toprağı koruma ve bakıma orada yaşayan İslâm toplumunun mal, can ve ırzını koruma, din ve vicdan özgürlüğünün devamım sağlama ile eş değerdedir.

Vatanın Seferiliğe Etkisi: 

İslâm yolcu olanlara ibadetlerde bir takım kolaylıklar getirmiştir. Dört rekatlı farz namâzların iki rek'at olarak kılınması, mestlere mesih süresinin üç güne çıkarması, ramazan oruç günü oruç tutulmayarak daha sonra kaza edilebilmesi gibi. İşte kişinin içinde doğup büyüdüğü veya halen yaşamakta olduğu yerle yolculuk sırasında kaldığı yerler de birer vatan parçasıdır. Buna göre vatan üçe ayrılmıştır.

a) Aslî Vatan: Bir insanın doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği ya da içinde barınmayı kasd edip, başka yeri vatan edinmek istemediği yere "aslî vatan" denir.

b) İkamet Vatanı: Bir kimsenin doğduğu, evlendiği ve yerleşmeye karar verdiği yerden ayrılıp yalnız içinde onbeş günden fazla kalmak istediği yere "ikâmet vatanı" denir. Bu yer aslî vatana sefer mesafesi uzakta olmalıdır.

c) "Süknâ Vâtanı: Bir yolcunun kendisinde onbeş günden az oturmak istediği yerde "süknâ vatanı” adım alır. Bu sonuncuya itibar edilmez. Bununla ne aslî ve ne de ikamet vatanı değişmiş olmaz.

Seferilik konusunda bu vatanlar kendi misli ile veya üstü ile bozulur, aşağısı ile bozulmaz. Meselâ, Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç edip yerleşen kimsenin artık aslî vatanı Türkiye'de oturduğu yer olur. Yine mesela; Kars'ın bir köyündeki mülkünü satarak İstanbul'a yerleşen bir ailenin aslî vatanı İstanbul olur (Ayrıca bk. "Daru'l-İslâm" ve "Darul-Harb" mad.)...Hamdi DÖNDÜREN


resimli mesajlar, tüyleri diken diken olmak, vatan nedir, vatan ne demektir, vatanın önemi, vatan sevgisi, vatanım sensin, vatansever, islamda vatan, bir yolcuya şiiri, dur yolcu şiiri

NİMETLERE ŞÜKÜR

27 Eylül 2022 Salı / No Comments
birlikte yaşamak, hayat, hayatın anlamı, hayatın gayesi, şükür nedir, nimetler, resimli mesajlar, yaşam, zahmetler, nimetlere şükür, nimetlere nasıl şükredilir, nasıl şükretmeliyiz, neden şükretmeliyiz

NİMETLERİN DEĞERİNİ BİLMEK

Hayat, zahmet ve nimetleri ile birlikte yaşanır.
Hayat; zahmetleri ile yaşanır, nimetleri ile değer kazanır.
Hayatın zahmetleri,
nimetlerin değerini anlamamızı sağlar...

*

NİMETLERE ŞÜKÜR

Şükür, çok kıymetli, yüksek bir mertebedir. Bunun için Allahü Teâlâ; 'Şükredenler azdır' buyurdu. 

Sevgili Peygamberimiz de buyurdu ki: 'Nimet, yabani bir kuştur. Ayağını şükürle bağlayın, uçup gitmesin!'

Şükrü, çeşitli şekilde tarif etmişlerdir:

Şükür, Allahü Teâlâ'ya, verdiği nimetleri ile âsi olmamak, yani Hakkın nimetini O’nun razı olmadığı şeylerde kullanmamaktır.

Nimeti Allahü Teâlâ'dan görmek, kendini şükürden aciz bilmek, şükürdür.

Allahü Teâlâ'nın nimetlerini dile getirmek şükürdür. Nitekim, Peygamber Efendimiz buyurdu ki;

'İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü Teâlâ'ya şükretmiş olmaz. Aza şükretmeyen, çoğa şükredemez. Allahü Teâlâ'nın ni’metlerini dile almamız şükür, hiç bahsetmememiz ise nimete küfürdür. Birlik rahmet, ayrılık azaptır.'

Kul, Allahü Teâlâ'nın ni’metlerini düşünür, şükrünü kendine lâzım bilirse, "Elhamdülillah" derse, ni’mete şükretmiş olur. Şükrün kısaca tarifi, İslâmiyetin emirlerine uymaktır. Kur’ân-ı kerîmde: 'Şükrederseniz, elbette size ni’metimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz azabım çok şiddetlidir' buyurulmaktadır.

Demek ki, şükür, din ve dünya ni’metlerinin artmasına sebep olmaktadır. Ni’met umûmi olunca, insan bunları görmez ve ni’metin kıymetini bilmez. Bir ni’metin kıymetini, ni’mete kavuşmayana sormalıdır. Gençliğin kıymetini yaşlananlar, sıhhatin kıymetini hastalar, rahatın kıymetini, sıkıntı içinde olanlar, zenginliğin kıymetini fakirler, hayatın kıymetini ölüler bilir. 

Allahü teâlâ, 'Sizlere, gizli açık nimetler verdim' buyuruyor. Açık ve gizli ni’metin ne olduğu hakkında ise Hadîs-i Şerif'te şöyle buyurulmaktadır: 'Açık ni’met, her uzvu düzgün, güzel yaratılmış olmak, gizli ni’met ise güzel ahlâktır.'

Şükür; kalb, dil ve beden ile olur. Kalbin şükrü, iman etmekle olur. Dilin şükrü, Allahü Teâlâ'yı hatırlayıp söylemektir. Bütün bedenin şükrü ise, namaz kılmak ile yapılmış olur. Ayrıca kalb ile şükür, herkes için iyilik istemektir. Dil ile şükür, nı’meti değil, nimet sahibini görerek şükrünü açıkça ifade edip "Elhamdülillah" demektir. Beden ile şükür ise, bütün uzuvları Allahü Teâlâ'nın bir nimeti bilmek ve ne için yaratılmışsa o işte kullanmaktır.

Ni’meti, Allahü Teâlâ'nın sevdiği ve istediği işe sarf edince şükür yapılmış olur. Şükrün îmânla alâkası bulunmaktadır. Şükür, îmânın yarısıdır buyurulmuştur. Hadîs-i Şerîf'lerde buyuruldu ki:

Yemek yiyip, şükredenin derecesi, oruç tutup sabredenin derecesi gibidir.

Kıyamet günü şükredenler ayağa kalksın denir. Allahü Teâlâ'ya şükredenlerden başkası kalkamaz.

Dâvûd aleyhisselâm, Allahü Teâlâ'ya münacaât etti:

– Yâ Rabbi, Âdem aleyhisselâma sayısız ikram ve ni’metlerde bulundun. O sana nasıl şükretti?

– Ey Dâvûd, Âdem aleyhisselâm, bütün bu ikramların benim tarafımdan olduğunu bildi. Bu bilmesini, onun şükrü olarak kabul ettim.

Sevgili Peygamberimiz şöyle bildiriyor:

Beni İsrail'de çok ibadet eden biri vardı. Beşyüz yıl ibadet etmişti. Deniz ortasında bir adada bulunuyordu. Allahü Teâlâ ona tatlı su çıkarmıştı. Bir de nar ağacı yaratmıştı. Her gün nar verirdi. Abidin duası üzerine Allahü Teâlâ ruhunu secdede iken aldı. Şimdi hâlâ secde halindedir.

Kıyamet günü, bu abid diriltilir. Allahü Teâlâ'nın ihsanı ile mi, yoksa beşyüz yıllık makbul ameliyle mi Cennete girmek istediği sorulur. Abid, “Ben amelimle Cennete girmek isterim” der. Melekler, beşyüz yıllık kabul olmuş amelini hesap ederler. Bu kadar amelin, sadece bir gözün şükrünü bile eda edemediği meydana çıkar. Melekler, Cenâb-ı Hakkın emriyle Cehenneme götürürler. O zaman âbid der ki:

– Yâ Rabbi beni fazlın ve ihsanınla Cennete koy!

– Ey kulum seni yoktan kim yarattı?

– Sen yarattın, yâ Rabbî!

– Senin yaratılışın, kendin tarafından mı oldu, yoksa benim ihsanım ve rahmetimle mi oldu?

– Senin rahmetinle oldu, yâ Rabbî!

– Seni bir adaya indirdim. Orada sana tatlı su yarattım. Senede bir defa meyva veren ağaçtan her gün nar bitirdim. Sonra ruhunu secdede iken almamı istedin, öyle yaptım. Bütün bunları senin için kim yaptı?

– Sen yaptın, yâ Rabbî!

– Benim rahmetim ve fazlım ile Cennete gir!



birlikte yaşamak, hayat, hayatın anlamı, hayatın gayesi, nimetler, resimli mesajlar, yaşam, zahmetler, nimetlere şükür, nimetlere nasıl şükredilir, nasıl şükretmeliyiz, neden şükretmeliyiz, şükür nedir

HZ. ALİ'DEN ÖĞÜTLER

1 Eylül 2022 Perşembe / No Comments
acı, adalet, ateş, deniz, hak, hukuk, hz. alinin öğütleri, iftira, münafık, ne nedir? 5 n 1 k, resimli mesajlar, soğuk, sorular, sözleri, taşlar, tavsiyeleri, zalim, zehir, zemheri,

Hz. Ali'ye sorarlar;


'Denizden zengin, taştan katı, ateşten sıcak, zemheriden soğuk ve zehirden acı olan nedir?

Hz. Ali şöyle cevapladı;

-Dürüst insana iftira atmak gökten ağırdır.
-Hak yeryüzünden geniştir.
-Kanaatkarın kalbi denizden zengindir.
-Münafığın kalbi taştan katıdır.
-Zalim idareci ateşten sıcaktır.
Namerde muhtaç olmak zemheriden soğuktur.
Sabretmek zehirden daha acıdır. 



acı, adalet, ateş, deniz, hak, hukuk, hz. alinin öğütleri, iftira, münafık, ne nedir? 5 n 1 k, resimli mesajlar, soğuk, sorular, sözleri, taşlar, tavsiyeleri, zalim, zehir, zemheri, acı, adalet, ateş, deniz, hak, hukuk, hz. alinin öğütleri, iftira, münafık, ne nedir? 5 n 1 k, resimli mesajlar, soğuk, sorular, sözleri, taşlar, tavsiyeleri, zalim, zehir, zemheri,

MUTLU AİLE FORMÜLÜ: 5S KURALI

16 Ağustos 2022 Salı / No Comments
5s kuralı, aile, aile yapısı, anne, baba, eş, mutlu aile, mutlu aile formülü, mutluluk, resimli mesajlar, sabır, sadakat, sağlam toplum, sağlık, sağlıklı, saygı, sevgi, sorumluluk, toplum yapısı,

MUTLU AİLE FORMÜLÜ 

"5S KURALI"

SEVGİ
SAYGI
SABIR
SADAKAT
SORUMLULUK

*

Her yıl yüzbinlerce çift boşanıyor.
Yüzbinlerce aile parçalanıyor, dağılıyor.
Çocukların  kalbi ikiye bölünüyor.
Hayatlar kararıyor.
Aile toplumun temelidir.
Aile yapısı sağlam olan toplumlar daha sağlıklı bireylerden oluşuyor.
Toplum daha sağlam, sağlıklı ve sorunsuz hale geliyor.
Büyük sorunları birlikte kolaylıkla aşabiliyor.
Suç oranları düşüyor. Kötü alışkanlıklar daha az ediniliyor.
Sağlam aile yapısı, sağlam toplum demektir.
Sağlam ve mutlu bir aile yapısı için aile fertleri arasında, özellikle de 
eşler(anne-baba) arasında beş konuda uyum olmalıdır.
Eşler, birbirini sevmeli, saygılı davranmalı, sabırlı olmalı, sadakatle hareket etmeli ve sorumluluklarını bilmelidir.
İşte o zaman mutlu aileler ve sağlam ve sağlıklı toplumlar oluşur.





5s kuralı, aile, aile yapısı, anne, baba, eş, mutlu aile, mutlu aile formülü, mutluluk, resimli mesajlar, sabır, sadakat, sağlam toplum, sağlık, sağlıklı, saygı, sevgi, sorumluluk, toplum yapısı, 

SUÇLULUK PSİKOLOJİSİ

15 Ağustos 2022 Pazartesi / No Comments
dostoyevski, günahlar, kibirli olmak, resimli mesajlar, suç ve ceza, suçlu kim, tövbe etmek, suçlu psikolojisi, suçluluk psikolojisi, suçun unsurları, suç nedir

SUÇLU

Eksiklerini, yetersizliklerini, günahlarını
kibirle örtmeye alışmış insanlara göre,
suçlu hep başkasıdır...

*

SUÇLU VE SUÇLULUK PSİKOLOJİSİ

Bir insanı tanımak için onu bütün olarak ele almak gerekir; yani bir davranışın ortaya çıkmasında kişinin biyolojik özelliklerinin, geçmiş yaşantılarının, o andaki içsel durumunun, içinde bulunduğu fiziksel ve toplumsal çevrenin etkisi vardır. İnsanın psikolojisi bunların birleşiminden oluşan bir bütündür. İnsan davranışı iklimden hormon düzeylerine kadar birçok kültürel ve kültürel olmayan faktörlerden etkilenir. Tabii ki başka koşullar da bunu etkileyecektir. Herhangi bir uyarıcı karşısında kişinin nasıl davranacağını(etki-tepki) kestirebilmek için bu etmenlerin tümü hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Kişiler aynı uyarıcılara, çeşitli nedenlerle farklı tepkiler verirler. Algılar, duyu organlarına gelen uyaranların anlamlandırılmasıyla oluşur. Bir davranışın normal ya da anormal sayılması zaman ve mekâna göre değişebilir. Suçlu davranışının temelinde değişik faktörler yatabilir. İnsan davranışlarını, ailesi ve toplumla olan ilişkileri de etkiler.

Suç,  yasalarda yazılı olan ve yapıldığında ya da yapılmadığında karşılığında cezai yaptırım/müeyyide uygulanan fiillerdir. Bunlar yasaklanmış, kanunun cezalandırdığı fiillerdir. Bu fiilleri işleyene suçlu ve bu kişinin suç işlemeden önce, suçu işlerken ve suç sonrasını da kapsayan süreçteki bütün davranışlarının psikolojisine suçlu psikolojisi denir.

Suçluluk psikolojisi daha çok bir suç işledikten sonra suçlu kişinin davranışlarında, yaşamındaki pişmanlıkları ve diğer davranışlarını kapsar. Bizzat suç işlememiş, ancak suçun işlenmesine bir şekilde sebep olmuş, önlem almamış, suç işlenirken gördüğü halde müdahale etmemiş, tanıklık yapmamış, ya da iftira atmış, tezvirat yapmış, sahte tanık olmuş… bu kişilerde de suçluluk duygusu oluşur.

Suçluluk konusunda pek çok sebebi bir arada düşünmek gerekir. Bunun için insanın iç dünyası, fiziksel, ruhsal yapısı ve içinde yaşadığı aile, oyun oynadığı sokak, okul, akran grubu, toplumsal çevreyi de içeren bir ortak etkiler alanı düşünülmeli ve bir suçu inceleyip çözerken bunlar da göz önünde bulundurulmalıdır.  

Suçun unsurları:

1.Kanunilik ilkesi, suçun kanunda yazılmış ve tanımı yapılmış olması gerekir.
2.Maddi unsur ise fiilin(suçun) gerçekleştirilmiş olması gerekir.
3.Hukuka aykırılıkta ise fiilin yapılmasına hukuk izin vermemesi anlaşılır.
4.Manevi unsurda ise kusur, kasıt(plan) aranır.

Suç doğuştan mı?  deneyimle mi? eğitimle mi? Suç olgusunun sebeplerini, suçluluğun altında yatan nedenleri ve bunları etkileyen nedenleri bilmek gerekir.

Suç evrensel bir kavramdır, ekonomi, bilimsel araştırma, insan kaynağı gibi birçok alanda yer almaktadır. Suç ve suçluyla ilgili olarak hukuk, psikiyatri, psikoloji, kriminoloji gibi bilim dallarında bilim adamları araştırmalar yapmaktadır.

Psikoloji insan davranışlarının altında yatan sebepleri araştıran bilimlerden biridir. Suçta bir çeşit insan davranışıdır ve şiddetle beraber görülür.

Davranış, insan ve hayvanların gözlenebilen, ölçülebilen hareketlerinin tamamına denir. İnsanın gözle görülen davranışları ve bu davranışlara zemin hazırlayan gözle görülmeyen iç dünyaları ve dış dünyaları vardır. Psikoloji de işte bu iç ve dış dünyalarımızı inceler.
İşlenmiş bir suçu incelerken suçlunun davranışları, ailesi, çevresi, okul durumu, medeni hali ve bu süreçteki sorunları incelenir. Böylelikle suçlunun psikolojik profiline de ulaşılır.
Suçlunun psikolojik profili suç öncesi, suç sırasında ve suç işledikten sonraki davranışlarının tamamının örüntüsüdür.

Riskli bir kişilik mi, değil mi?   

Suç işleme bir bakıma topluma, kurallara, kanuna… başkaldırıdır. Suçlu işlemiş olduğu suçuyla bizden biri olmadığını, toplumdan biri olmadığını tamamen karşı olduğunu “karşı” da, ötede bulunduğunu ve ötekileştirilmiş olduğunu göstermektedir. İçsel yaşantımız suç işlemede etkindir. Peki, içsel yaşantımız nasıl oluşur? 1- genetik, 2-aile, 3-çevre, 4-okul, 5-rol model, 6-eğitim(hangi işi yapıyorsa onun eğitimi ve eğiticisi, öğrenci-öğretmen, usta-çırak, anne baba-çocuk). İnsan aile, çevre, okul ve çevresi, akran grubu, etkileşim ve iletişimde bulunduğu diğer kişiler, usta çıraklık durumu ve zaman ile yaşı büyüdükçe kişiliği tamamlanır.  Ailede, çevrede, okul ve çevresinde suç işlenecek ortam ve suçta kullanılacak malzeme, alet var mı?

İnsanın içindekiler (duyguları, düşünceleri) dışarıdakilerle etkileşime ve iletişime geçince davranış meydana geliyor ve içindekiler dışarıya çıkıyor.

Çocukların, içinde yetiştikleri bir ortamı davranışlarında yaşamaları ve yansıtmaları çok doğaldır, “çocuk ailenin aynasıdır” sözü de aynı gerçeği vurgular. Kişinin kendine ve yaşama bakış tarzının temelleri çocuklukta atılır… Bireyin yaşamla kurduğu ilişkinin, kendisiyle kurduğu ilişkinin bir yansımasıdır.(cüceloğlu,2010)

“Çocuktan al haberi” sözü, burada çocuğun içinde yetiştiği ortamı onun davranışları yolu ile tanımamız anlamın da bir ipucudur.

Her suçlunun- ki aynı suçu işleseler bile- suç işlemesinin altında yatan neden(ler) farklıdır. Farklı kişilik örgütlenmeleri ve farklı suçlar, bunların benzerlikleri vb incelenmelidir. Burada hem kişilik örgütlenmesi ve hem de suçlunun içerisinde bulunduğu ruhsal durumun tespiti de önemlidir. Suçlunun suç işlemedeki nedenleri irdelenmelidir. Kişilik örgütlenmesi bir bütündür. Suçlu kişinin özellikleri her yönüyle bilinmeli ve değerlendirme ona göre yapılmalıdır.

Özellikle kadınlar çocuklarının yaramazlığını, inatçılığını ya da kendi isteklerinin çocuklarınca kabul edilmesi için ‘Bak seni polise veririm!,  bak polis amca kızar, hemşire iğne vurur sana!, yaramazlık yaparsan seni öcüye veririm, diline biber sürerim…’  gibi sözlü  korkutmalarla çocukları polis, iğneci hemşire ya da doktor  vb ile korkutarak hizaya getirir, yaramazlık yapmalarını engellemeye çabalar. Bu korkutucu terbiye ile çocuğun bilinçaltını kızan ve korkutan polis, iğneci hemşire, doktor, öcü korkusu ile doldurup besleriz. Çocuk kamera gibidir, gördüklerini,  duyduklarını yüreğine, beynine kaydeder. Bu korkutmalar yoluyla çocuğun yüreği ve beyni korkuyla ezilir ve titrer. Çocuk başına direnecek değil ya. Büyüyünce de bir hata yapan çocuk bu dış otoriteler karşısında gereksiz yere bir mahcubiyet ve utanç duyar.

İşte Ebeveynler küçükten beri çocukları dışarıdan(aile dışından) bir otorite ile korkutarak disipline etme ve eğitme yolunu tercih etmekte ve bu yolu kullanılarak çocuklar büyütülmektedir. Absürt bir çocuk eğitme hali. Bu anlamda ebeveynlerin eğitimi çok gerekli ve kaçınılmazdır.  Çocukluğu boyunca defalarca aynı korkutma sözlerini duyan çocuğun yüreğine ve bilinçaltına olumsuz polis imajı yerleşir ve adeta hipnoz edilmiş gibi olur. Bu tür sözler toplumda yaygındır. Hatta “Allah,  kur’an çarpar, Allah cezalandırır” gibi korkutmalar da sıklıkla kullanılmaktadır. Sanki toplumsal bir hipnoza tabi tutuluyoruz(Bilinçaltı=şuuraltı oluşturulması).  

Korkutulduğumuz kişi ya da nesneyle baş başa kalınca ne yaparız? Örneğin ateş yakar bu bilgilendirme duyarak, görerek ve dokunup hissederek öğrenilip bilinçaltına yerleşir. Ateşe elimizi değemeyiz, değersek yakar, bu korkuyu gidermenin bir yolu da ateşi söndürmek yani yok etmektir. Suyu dökersiniz ve ateş söner. Peki korku nesnesi olarak bilinçaltımıza sokulan ve dışarıdaki otorite olan  kızan ve korkutan polis, iğneci hemşire, doktor.. Bunları ne yapacağız? Onları da mı yok edeceğiz? Korkudan doğan gizli huzursuzluk, güvensizlik ve kinin belirli bir zaman sonra önemli sonuçları olacaktır.

 Araştırma sonuçlarına göre çocuk doğduğundan sonra 2 sorunun cevabını aramaktadır.
 1-      Güvende miyim? 
 2-      Kabul ediliyor muyum?
 3-      Sahipleniliyor muyum?

Doğumu takiben kabullenilmeyen, cami ve hastanelere, otobüs durakları ve yol kenarları gibi yerlere bırakılan, terk edilen bebekler güvende değildir ve sahipsizdir; ta ki devletimizin koruması altına alınana kadar.

Freud’a göre insanın ruhsal hayatının temelini şuuraltı oluşturur. Şuuraltını meydana getiren çocukluktan itibaren var olan cinsiyet içgüdüsü ile benlik(ego) duygusu arasındaki çatışmada idin ego tarafından bastırılması, itilmesi ve birikmesidir. Bu birikme iç dünyamızda patlamaya hazır potansiyel(durul güç) bir enerji meydana getirir. Bu itilme niçin meydana gelmektedir? Libidonun, yani içgüdülerin amacı tatmin olmaktadır, çünkü bunlara hâkim olan zevk prensibidir. Zevklerimizi ne kadar ötelersek, bastırırsak yani engellersek bir gün mutlaka yaşanmak isterler. Libido, enerji, hayati bir hamledir ve sadece cinsel içgüdüyle sınırlı değildir.

İnsandaki saldırganlık içgüdüsü, kişiyi suç işlemeye iter, suç topumun koyduğu sosyal kurallara karşı gelmektir. Suç işleyen kişi, kolay yoldan işini halletmektedir. Hırsızlık, dolandırıcılık ve kaçakçılık gibi. Çalışmadan para elde eder. Ya da mahkemede hakkını aramak yerine karşı tarafa saldırır, yaralar, öldürür.

Suçlunun içindeki kin ve nefreti tetikleyen, ateşleyen ne?

Yani ateşleyici, tutuşturucu, ilk kıvılcım ne?
Suç işlemenin tek, basit bir nedeni yoktur. Bardağı taşıran son damla yani suç işlememek için kişinin artık kendini tutamaması halidir. Burada bardak beden, taşan ise öfkedir. “Artık dayanamıyorum, patlamak üzereyim…” derler. İnsanların “sabır ve tahammül sınırları”nı zorlamış, “o dayağı yemek” için elinden gelen her şeyi yapmıştır!..

Sabrın da bir sınırı vardır. Sabır eşiği yüksek kişilerde öfke birikmesi olur (sabırlı öfke), sabır eşiği düşük kişilerde ise saman alevi gibi en ufak bir olumsuzlukta bile öfke kabarması ve taşması birlikte görülür (duygusal öfke,dürtüsel öfke). Bu durumda öfke yaşanan süreçte bir sonuçtur, öfkenin altında yatan nedenler ise, hasetlik, kıskançlık, çekememezlik, megalomani tavır(kendini beğenme, büyüklenme ve gösteriş), gurur ve kibirli olmaktır.

Suç işlemede kişinin kendisi ve etkileşim halinde olduğu çevrenin, toplumun, kültürün etkileri vardır. Su konduğu kabın şeklini alır. Örneğin çevresinde, işyerinde, ailesinden dışlanan ya da buralara uyum sağlama sorunları yaşayan kişiler suç işlemeye daha meyillidirler ve bu kişilerin dışlanma ve uyum sorunu davranış bozukluğu/uygunsuz davranışları olduğu gibi bu dışlama da uygunsuz davranışları geliştirmeyle sonuçlanabilir. Yani toplumda kabul görmeyen ve çevresine uyum güçlüğü yaşayan bireyler suç işlemeye ve uygunsuz davranışlar geliştirmeye daha yatkın olabilmektedir. Yani dışlanma ve uyum sağlayamama, eğer tedbir alınmazsa bir suç işleme nedeni olabilir.

Suç ve suçluları incelerken yaşadığı çevre, göç var mı, yaşadığı çevredeki kişiler, bunlarla etkileşim ve paylaşım var mı, rol modeli kim, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik, yaşlılık dönemleri nerelerde geçmiş, o zamanlarda yaşadığı veya/ ya da tanık olduğu bireysel ve toplumsal bir ya da birkaç olay var mı, travma var mı, haksızlığa uğramış mı, hakkını nasıl almak istiyor, kanun yoluna mı gidiyor yoksa kanunsuz yola mı gidiyor, suç işlemeyi hak kazanmada bir çözüm yolu mu görüyor eğer böyle görüyorsa suç devamlılık gösterir. Suçu bu saik ile mi işliyor, varoş ya da şehir merkezinde mi yaşamış ya da yaşamakta mıdır?

Çocuk suçlularda ailenin etkisi, çevrenin etkisi, okul ve okulun bulunduğu mahallin etkisi önemlidir. Çocuk suçluluğunda çocuğun sosyalleşmesi, sosyalizasyonu(toplumsallaşma süreci), eğitim ve denetimi önemlidir. Suçu önleyemezseniz bu kişi suçlu, gelecekte bir suç makinesine dönüşebilir.
Çocuk suçu ne için işliyor?

Fiziksel(açlık, susuzluk) ihtiyaçları için mi, duygusal ihtiyaçlar için mi, ailesini istismarını ifşa etmek için mi?

Yani çocuk suçu ne aracı olarak kullanıyor bunu anlamak lazım. Çocuklar suçu öğrenirler, suç aynı zamanda öğrenilen bir davranıştır. Suçlu davranışları ve altında yatan sebepleri araştırırken buna da dikkat edilmelidir.

Halk arasında adamda “deli kuvveti” var, sözü söylenir. Bunda söz konusu kişinin güçlü, kuvvetli olduğu anlatılmaktadır. Bu deli kuvvetinin oluşmasına baktığımızda kişi yediği gıdaların kalorisini vücudunda biriktirir, bunları cinsellik, spor, bedenen çalışma ya da zihnen çalışma gibi planı, hedefi gibi faaliyetleri olmadığından harcamaz. Deli deyip geçmemek lazım. Deli(akıl hastalığının zirve yapmış hali) olarak nitelendirilen bu kişilerin yaşlarının gereği yaşamaları gereken cinsel yaşam yoktur, bir işte çalışıp üretmeyi, kazanmayı, gelecekle ilgili tasa ve kaygıları, yaşam gaye ve meşgaleleri gibi enerjilerini harcayacakları herhangi bir fiziksel ve zihinsel aktiviteleri yoktur. Hal böyle olunca da yedikleri besinlerin verdiği enerji vücutta harcanmadan kalmakta, enerjileri daima kendilerindedir ve emsallerine göre çok daha güçlü olmaktadır.

Seri katillerde de buna benzer bir durum vardır. Bir insanın boğazını elle boğarak öldüren katilin el ve bileklerine baktığımızda halk dilinde “tokaç gibi” denilen kalın kaslı güçlü bilekler ve kavrayan sert elleri görürüz. Yine tecavüz olayında da mağdurelerin anlatımlarında saldırganın el ve bileklerinin yukarıda tarif edilen şekilde olduğunu görürüz. Mağdurun anlatımları ve olayın akışına bakarsak çok kallavi beden yapısı olan zebellah gibi bir erkeği bekleriz oysa bazen çok tersi bir erkek de olabilmektedir ve saldırganı görünce “buna mı gücü yetmemiş bir sıkımlık canı var” derler.  İşte saldırgandaki “deli kuvveti” olarak tarif edilen birikmiş enerjinin varlığı saldırı esnasında ortaya çıkmaktadır. Bu da saldırganı, normal insandan daha güçlü gösterir. Bu hem psikolojik hem de fiziksel bir güçlülük halidir. Saldırgan hedefine tam odaklanmakta ve kuvvetini hedefine tam aktarmaktadır.

İnsanların işlevselliğinin üç ana psikolojik boyutu vardır. Bunlar düşünceleri, duyguları ve davranışlarıdır. Bu üç alan birbiriyle ilişki içindedir, birinde olan bir değişiklik çoğu zaman diğer ikisinde de bir takım değişikliklere yol açar. Dolaysıyla insanlar bir olay hakkında düşünme biçimlerini değiştirirlerse, büyük bir olasılıkla bu olay hakkında ne duyumsadıklarını ve bu olaya karşı gösterdikleri davranışsal tepkilerini de değiştirirler. Davranışlarımızdaki değişiklikler benzer bir biçimde düşünme biçimimizde de değişikliklere yol açar.  Söz gelimi, yapmaktan koktuğumuz bir şeyi bir kez yaparsak artık ondan korkmayabiliriz(Köroğlu,2005). İlk suçu işleyen bir kişi 2. ve devamında suçları korkmadan işler ve artık bir defa yol açılmıştır yani korku duvarı bir kere yıkılmış bulunmaktadır(yol olmuştur)  ve devamı da gelecektir.

Öldürme (cinayet) olaylarına bakıldığında öldürülenlerin(maktül) yakınlarından aldığımız bilgilere göre genelde anti-sosyal kişilik bozukluğu özellikleri gösterdiğini, buna karşın öldürenlerin(katil) ise genelde narsisistik kişilik bozukluğu özelliklerini gösterdiklerini söylenebilir. Psikopatların düzenin kurallarına uymayan, sistemi bozan tipler olması nedeniyle düzenin sahipleri tarafından cezalandırılmaları olasıdır. Öldürme bir bakıma cezalandırma hatta en ağır cezalandırmadır.
Narsisistler  megaloman yapılarını korumak için, ona buna kafa tutan, sistemini bozan psikopatı öldürür. Psikopatlar çabuk öldürülen(genelde genç yaşta) tiplerdir. Güvenlik hizmetinde çalışan psikopatların ömrü ise çalışmayanlara göre uzundur. Meslektaş dayanışması(grup koruması, grup dayanışması), meslektaş koruması ve kanunlarla korunması kurumsal dayanışmayı bozmayalım, ayıp olur diye benzeri gerekçelerle onu savunması, bu sistem içindeki psikopatlara yaklaşmayı, ilişmeyi, yaptıkları kural ihlalinin hesabını sormayı ve cezalandırılmalarını güçleştirmekte hatta imkânsızlaştırmaktadır. Eğer bu meslektaş dayanışması ve güvenlik sistemi dışında olsalardı düzene kafa tutmalarının hesabı ve cezalandırılmaları çabuk olurdu. 

Suçluların davranışları ve bunların nedenlerini bilirsek bunların üzerine gidilirse bir sonraki suçun ya da suçların işlenmesini önleriz ya da önlemeye çalışırız.

İnsanlar kötü alışkanlıklara sahip kişiler olarak doğmadıkları gibi başlangıçta herhangi bir iyi alışkanlığa da sahip değillerdir. O halde, insan iyi veya kötü her türlü alışkanlıklarım çevresinden kazanmakta ve geliştirmektedir. İnsan iyi bir gözlemcidir. Çoğu kez çevresi tarafından kabullenilen ve çoğunluğun tasvip ettiği davranış ve hareketlere yönelir ve tasvip edilmeyenlerden de kaçınır. Şu halde, öğrenmede, insana çevresi iyi bir örnek olmakta ve onun davranışlarına rehberlik etmektedir  (Kesik, 2014). Yani başlangıçta suç ve suçlu yok, üstelik saf, temiz ve masumlar.

Toplumsal kurallar ve kanunların yanı sıra suçu önlemenin bir yolu da vicdan gelişimini sağlamaktır. Suçluyu olayın sonucuna göre değerlendirmenin yanında asıl değerlendirme olayı/suçu ortaya çıkaran nedenleri değerlendirmek, bilmek gerekir. Suçlu üzerine yapılan çalışmalarda bu esas alınmalıdır.
İnsan psikolojisi büyüme ve gelişme dönemlerinde aile ve toplumdaki ahlaki, kültürel vb. değerleri içerir. Kişinin içselleştirdiği bu değerler onun kimliği ve kişiliğini oluşturmada işe yarar. Kimlik ve kişilik ise kişinin dışarıdan görünüşü ve tanınmasına ve tanımlanmasına yaradığı gibi kendini tanımasını da sağlar. Kişinin içselleştirmediği değerler dışarısında kalır ve bir anlam ifade etmez. Toplum ve ailenin çok yüksek anlam,  nitelik ve nicelik yüklediği değerleri kişi içselleştirmezse onun için bir anlam ifade etmez. Bu içselleştirilen değerler kişinin motivasyon kaynağı da olur. Örneğin bir kişi para ile motive olurken diğeri milli bayrak ile motive olabilir. Bu tamamen içselleştirilen değerlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”  şeklinde bir atasözümüz vardır. İnsanın psikolojisinde “yaşatma” yönünün de gelişmesi gerekir. Buna bir anlamda “vicdan” denir. Vicdan gelişimi tamamlanmışsa yani aksama olmamışsa kişi sapma/suç davranışı göstermeyecektir. Vicdan gelişimi tamamlanmamışsa yani aksama olmuşsa kişi sapma/ suç davranışı gösterecektir, bu kaçınılmazdır. Bu aksama kişinin kişiliği ve kimliğinde de ortaya çıkmaktadır. Davranışlarımız ve bütün davranışlarımızın örüntüsü olan yaşantımız bir anlamda da kişiliğimiz ve kimliğimizdir. Kişi sapma/suç davranışı gösteriyorsa içselleştirilen değerler az demektir. Bu durum vicdan eksikliğine işaret eder. Vicdan eksikliği ise başkalarının haklarını yok sayma yani haksızlık etme ve yaşatmama gibi kişinin çıkarını düşündüğü eylemlerle kendini gösterir.  Diğerleri/ötekiler kişinin umurunda değildir ve ilgilendirmez de. Önemli olan kişisel çıkarıdır. Sapma/suç davranışı gösteren kişi için hırsızlık, öldürme, yaralama, gasp vb. normal bir olay olarak yapılırken, bize göre ise bunlar sapma/suçtur, günahtır, ayıptır, ya da şiddet davranışlarıdır. Bu tamamen içselleştirilen değerlere göre anlam kazanır ya da anlam ifade eder. Sapma/suç davranışı içselleştirdiği değerlerini değişik nedenlerle yitirmiş kişilerde de ortaya çıkabilir. Bu durumlarda ortalık gaspçı, psikopat, hırsız, katil, pedofili  vb ile dolacağı kaçınılmaz olacaktır. Sapmanın/suçun önüne geçilmezse bunlar(suç ve suçlular) toplumun yeni değerleri olur ve rol model yoluyla kişilerin psikolojisinde yer almaya başlar. Sapma/suç davranışını gösteren yani suç işleyen kişi açısından baktığımızda ise bir öğretmen ile bir doktor ya da bir mühendis ile işsiz ya da gazeteci ile polis arasında bir fark yoktur.

Olay yeri bizim kelimelerle ifade etmeye çalıştığımızdan daha çok bir anlatım, ifade etme ve yansıtma yapar. Bir resim tablosu vardır ve bu resim bize ne demektedir?  İşte bunu bizim anlamamız ve anlamlandırmamız gerekir.

Her suçlunun kendine has bir suç işleme yol ve yöntemi vardır. Bu yol ve yöntem bir suçluyu diğerinden farklı kılar ve bizim de suçluları birbirinden ayırt etmemize yarar. Suç soruşturmacıları ve kovuşturmacıları buna İmza demektedir. Bu işaret suçlunun olay yerinde bıraktığı ve genel karakter taşıyan izidir. Bu işaret suçlunun psikolojisini ve kişilik yapısını tanımamıza yarar. Aynı zamanda işlediği suçlarda da ana karakterdir. İmza sizin kendinize has olup, sizin diğerlerinizden ayırt edilmenize yarar. Suçlu işlediği suçunda içindekini dışa yansıtmaktadır. Bunu suç yerindeki imzasından anlayabiliriz. Suçun yaşı yoktur, ancak suçlanmak için bir yaş sınırı vardır, insan hayatının her yaşında suç işleyebilir. Suçlunun imzası ile onun iç dünyasına uzanabilir, imzasını yorumlayabiliriz. İmzada kişinin iç dünyasındaki duygularını okuyabilmeliyiz.  Örneğin, her kasa hırsızının kasa patlatması/açması tekniği kendine hastır diğer kasa hırsızlarının tekniğinden farklıdır. Suçlular işledikleri suçlarla bir mesaj verir. Hırsızın elini kesmek, tecavüz etmek, cinsel organını kesmek, ağzına cisim sokmak, saçlarını kesmek… Bunlar suçlunun imzası olarak değerlendirilir ve önceden işlenmiş suçlarla uyumlarına bakılarak diğer suçlarla bir ilgisi, irtibatı, ilişkisi var mı o anlaşılmaya çalışılır;  suçlunun psikolojik profili, kişilik özellikleri tespit edilir ve kim tarafından işlendiğine yani faile ulaşmakta işe yarar.

Durulma (dinlenip kendine gelme süreci)  döneminde saldırgan harcadığı enerjiyi yeniden kazanma, biriktirme, depolama gibi faaliyetler vardır. Enerji depolanır, beden dinlenir, zindeleşir, psikolojik ve fizyolojik yorgunluğu (kas ve sinir yorgunluğu) gider, ve bir sonraki eylem için hayaller kurulup içinde bir istek uyandırıp planlar geliştirilir. Adı üstünde bir soluklanma, teneffüs, mola gibi bir süreçtir durulma dönemi.

Suç her zaman olacaktır. Her toplumda münafıklar, soytarılar, hainler, provokatörler, hırsızlar, gaspçılar, röntgenciler, katiller, pedofililer  gibi tekil kriminal kişiler vardır ve bundan sonra da olacaktır. Bu kriminal kişilerin yaptıkları olaylar nedeniyle toplumu hastalıklı olarak görmemek gerekir.

Ancak suç işlemekten caydırmak, suç işlenmesini önlemek(suçun önünü almak) ve suçluyu uslandırmak için eğitim, rehabilitasyon ve cezaları istisnasız uygulamak gerekmektedir hatta mecburidir. Bu bir zihniyet olmalı ve asla şahıslara bağlı kalmamalıdır.

Kaynakça:

– Atabek, E.(2014) erdalatak@superonline.com, Cumhuriyet Gazetesi.
-Bolat, Ö.(2014). ozgurbolat@hurriyet.com.tr
-Canter, D.(2011). Suç Psikolojisi,İmge Kitabevi, Ankara,çev:A. Dönmez,I.Çoklar Başer,M.Güler.
 -Cüceloğlu,D.( 2004 ).İçimizdeki Çocuk, İnsan ve Davranışı, Remzi kitabevi, İstanbul.
– Cüceloğlu,D.( 2004). İnsan ve Davranışı, Remzi kitabevi, İstanbul.
– Erdoğan, L.(2014) Yeni Akid Gazetesi.
-Doğan,Ö.(2007). Din Bilimleri, Editör, C.Tosun, A.Ü. Basımevi, Ankara.
-Erem, F.(1997). Adalet Psikolojisi, Adil yay.
-Femset Felsefe Grubu, (2013).  İstanbul.
-Fırat, E.(1982). Şahsiyet Gelişiminde Tövbenin Fonksiyonu(Doç. Tezi), Ankara.
-Giddens, A.(2008). Sosyoloji, Kırmızı Yay. İstanbul, Çev. Komisyon.
-Kesik, A(2014), Üst kademe Yöneticilik Ders notları, Ankara.
-Köroğlu,E.(2005).Düşünsel Duygulanımcı Davranış Terapisi, Hyb yay. Ankara.
-Levinson,H. 82008).Liderlik Psikolojisi, İşbankası yay.(çeviri.D.Tayanç) İstanbul
-Odağ,C.(1999).Nevrozlar-1, H. Odağ Psikanaliz ve psikoterapi vak.yay. İzmir.
-Öğel, K.(2009).99 Sayfada Uyuşturucu ve Gençlik, T. İş Bankası yay.İ stanbul.
-Topkara, M.(2011).İlişkilerin Psikolojisi, Karma Kitaplar,İ stanbul.
-Tüzün, E.(2006). Suçun Psikolojisi, Sabah’la Günaydın, Sabah Gazetesi.
-Yapıcı, A.(1997).İslamda Tövbe ve Dini Yaşayıştaki Rolü, Beyan Yay. İstanbul.
-Çocuk ve ergene yönelik şiddet  sempozym mayıs 2006, editör i.Çapan.aem kitap, Ankara.




dostoyevski, günahlar, kibirli olmak, resimli mesajlar, suç ve ceza, suçlu kim, tövbe etmek, suçlu psikolojisi, suçluluk psikolojisi, suçun unsurları, suç nedir, üstün dökmen suçluluk

İNSANLAR NEDEN ÖLÜR?

23 Haziran 2022 Perşembe / No Comments
alışkanlıklarımız nelerdir, altın sözler, İbni Haldun kimdir, İbni haldununun hayatı, kıtlık nedir, ölüm nedir, resimli mesajlar, insan neden ölür, insanlar neden ölür, genom projesi nedir, dna nedir,

Kıtlık zamanı insanlar, 
açlıktan ölmez, alıştıkları tokluktan ölür. 

İbni Haldun
*
Kıtlık her şeyin yok olması ya da, 
hiç bir şeyin olmaması demektir. 
*
Alışkanlıklarımızı kaybetmek kıtlıktır. 
*

İnsanlar Neden Ölür?

Çoğu insan televizyondaki haber ya da belgesellerden insan organlarının 150-200 yıl durmadan çalışabileceğini duyar ve neden bu kadar erken öldüğünü düşünür. İnsan bedenindeki organların hiç durmadan uzun yıllar boyunca işlevlerinde herhangi bir bozulma olmadan çalışabileceği doğrudur ancak bir insanın ölmesinin nedeni organlar ile ilgili değildir. İnsanlar neden ölür sorusunun cevabında; DNA, serbest radikaller ve sinir hücreleri gibi konulardan bahsedilmesi gerekir.

Genom Projesi

Öncelikle her insanın anne ve babasından aldığı bir gen dizilimi vardır. 26 Haziran 2000 tarihinde Bill Clinton önderliğinde açıklanan “Genom Projesi” kapsamında insan genleri araştırılmaya başlanmıştır. Her ne kadar bilim adamlarının insan genini çözdüğünü ve yasak olmasına rağmen gizli bir şekilde insan kopyaladıkları iddia edilse de, bunların tamamı bir komplo teorisidir. İnsan genini çözme işlemi; muazzam derece karmaşık, çözülmesi için birçok farklı bileşkenin göze alınması gereken muazzam bir algoritma gereken ve yapılan denemelerin test edilebileceği kadar çok kobay insan olmadığından günümüz itibarıyla imkansızdır.

Genetik Faktörler

Bu aşamada açıklanamayan vücut işlevlerinin ya da hastalıkların nedenini sadece genetik faktörlere dayandırılmaktadır. Bir başka değişle; bilim adamları insan vücudunun çalışması hakkında fikir sahibi olmadıkları konuların, genetik faktörlere bağlı olduğunu “TAHMİN” etmektedir. Tahmin edilen bir konu hakkında ben değil kimse insanlar neden ölür sorusuna biyolojik anlamda bir cevap veremez. Ancak bilimsel olarak ispatlanmıştır ki; her insan doğumundan itibaren sahip olduğu gen dizilimi nedeniyle, bazı hastalıklara yatkındır.

DNA ve işlevi

Genetik olarak bazı hastalıkları geçirme ihtimali daha fazladır ancak bu da “kesinlikle” o hastalığa kesinlikle yakalanacaksınız ya da o hastalıktan öleceksiniz demek değildir. Bunun için insan neden ölür sorusunda genetik faktörlerin ne denli etkili olduğu ya da genler ile oynanarak insanların ölümünün engellenebileceği hakkında şuan için insanoğlunun yeterli bilgisi yoktur. Ayrıca araştırmalarına devam eden bilim adamlarının “TAHMİNLERİNE” göre; beyinde yer alan ve yenilenmesi mümkün olmayan sinir hücrelerinin sayısı ve işlevi de, genetik faktörlerce belirlenmiştir.





alışkanlıklarımız nelerdir, altın sözler, İbni Haldun kimdir, İbni haldununun hayatı, kıtlık nedir, ölüm nedir, resimli mesajlar, insan neden ölür, insanlar neden ölür, genom projesi nedir, dna nedir,