Yazı Duyurusu

Menu

Browsing "Older Posts"

Browsing Category "sözler"

CEMİL MERİÇ'İN HAYATI VE SÖZLERİ

23 Haziran 2022 Perşembe / No Comments
cemil meriç, cemil meriç hayatı, cemil meriç sözleri, cemil meriçten altın sözler, doğan güneş, güneş enerjisi, güneş tutulması, söz, söz filmi, sözler, cemil meriç kimdir, cemil meriç eserleri


CEMİL MERİÇ KİMDİR?

Yazar ve mütercim. Asıl ismi Hüseyin Cemil'dir.12 Aralık 1916'da Hatay Reyhanlı'da doğdu. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistan'dan göçmüştü. Fransız idaresindeki Hatay'da Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi'nde okudu. Bir süre ilkokul öğretmenliği ve nahiye müdürlüğü, Tercüme kaleminde reis muavinliği yaptı.

1940'da İstanbul Üniversitesi'ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. 1941'den başlayarak İnsan, Yücel, Gün, Ayin Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladı. 1942 ve 1945 yılları arasında Elazığ lisesinde, 1952 ve 1954 yılları arasında ise İstanbul`da Fransızca öğretmeni olarak çalıştı. Daha sonra İstanbul üniversitesi Edebiyat fakültesinde yabancı diller okutmanlığı görevinde bulundu, Sosyoloji bölümünde dersler verdi. Mükemmel düzeyde Fransızca okuyup yazan Meriç, İngilizceyi anlıyor, Arapçayı, kendi ifadesiyle, "söküyor"du.

1955'de gözlerindeki miyobunun artması sonucu görmez oldu, ama olağan üstü çalışma ve üretme temposu düşmedi. Talebelerinin yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü. 1974 yılında İstanbul üniversitesinden emekli oldu ve yıllarının birikimini ardarda kitaplaştırmaya girişti. 1984'te, önce beyin kanaması, ardından felç geçirdi, 13 Haziran 1987'de vefat etti.

Cemil Meriç`in ilk yazısı Hatay`da Yeni Gün Gazetesi`nde çıktı (1928). Sonra Yirminci Asır, Yeni İnsan, Türk Edebiyatı, Yeni Devir, Pınar, Doğuş ve Edebiyat dergilerinde yazılar yazdı. Hisar dergisinde "Fildisi Kuleden" başlığıyla sürekli denemeler yazdı. Meriç, gençlik yıllarında Fransızcadan tercümeye başladı. Hanore de Balzac ve Victor Hugo`dan yaptığı tercümelerle kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi. Batı medeniyetinin temelini araştırdı. Dil meseleleri üzerinde önemle durdu. Dilin, bir milletin özü olduğunu savundu ve sansüre, anarşik edebiyata şiddetle çattı.

Cemil Meriç-Başlıca Eserleri

İnceleme:
Hind Edebiyatı (1964),
Saint Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist (1967),
Bu Ülke (1974)
Umrândan Uygarlığa (1974),
Bir Dünyanın Eşiğinde (1976),
Işık Doğudan Gelir (1984),
Kültürden İrfana (1985)

Deneme :
Mağaradakiler (1978),
Bu Ülke (1985)

Günlük:
Jurnal (1992)
Diğer Kitapları:
Kırk Ambar (1980),
Bir Facianın Hikayesi (1981),
Sosyoloji Notları ve Konferanslar (1993)

Ödülleri
Umrandan Uygarlığa (1974) (Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülü)
Kırk Ambar (1983) (Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülü, Ankara Yazarlar Birliği Derneği'nin Yılın Yazarı ödülü)

CEMİL MERİÇ'TEN ALTIN SÖZLER

Jurnal'den:

Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce, tezatlarıyla bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkûm etmek değil midir? 13 Haziran 2007

Bu Ülke'den:

Dergi hür tefekkürün kalesi.
*
Düşünceye câzip ve parlak bir biçim vermek küçültür düşünceyi. Büyük yazar içinden gelen sesi olduğu gibi haykırandır. Kelimeleri kullanırken avamın hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmez.
İngiliz hodgamdır.Bir millet değil de bir yığın.Yığın düşünmez, mâruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçirince her mukaddesi unutuverir. 6 Nisan 2007
Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek.
*
Okumak, iki ruh arasında âşıkane bir mülâkattır.
*
Kâmus bir millietin nâmusudur.
*

Her kavganın ezelî mazereti: Son kavga olmak. 23 Temmuz 2007

Deha tabiatın en tehlikeli armağanı.
*
İnsanlık daima kötü oyuncaklar peşinde koşan bir çocuk.
*
Hayat herkesin yaşadığı, kimsenin yaşamaktan hoşlanmadığı komedya.

Günün sözü 19 Aralık 2006

Hiçbir zafer umulanı getirmez, hiçbir bozgun mutlak değildir.
*
Havarilerini yaratamayan İsa'nın yeri tımarhanedir, tarih değil.
*
İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri.
*
Tefekkür Vuzuhla başlar,kurtuluş şuurla.
*
Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır.
*
Türk aydını yangından kaçar gibi uzaklaşıyor memleketten. Hayır kirlettiği bir odadan kaçar gibi.
*
Kelime: Senin yıldızların kelimeler, söyle raksetsinler, alev saçlarıyla sonsuz bahçesinde hayallerinin.Kelime ormanda uyuyan dilber; şair uzaklardan gelen şehzade. Öyle seveceksin ki kelimeleri, sana yetecekler.Yıldızlar tanrı'ya yetmiş mi? Kelimeler benim sudaki gölgem, okşayamam onları, öpemem. Bir davet olarak güzel kelime ve muhterem. Gönülden gönüle köprü, asırdan asıra merdiven. Kelime kendimi seyrettiğim dere. Kelime sonsuz, kelime adem.
*
Sol ve sağ; çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit.
*
Kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her namuslu yazarın vicdan borcu.
*
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanıp uçmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.
*
Kelam, bütünüyle haysiyettir.
*
Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla...
*
Slogan, ilkelin ideolojisi.
*
İdeolojiler, uçurumları aydınlatan hırsız fenerleri.
*
Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız.
*
Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: Kültür.
*
Kitap, istikbale yollanan mektup, smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür.
*
Tarihimiz, mührü sökülmemiş bir hazine.
*
Her toplum bir kitaba dayanır: Ramayana, Neşideler Neşidesi veya Kur'an: "Senin kitabın hangisi?"
Duygunun asaleti, kuvvet ve isabetindedir.
*
Yığın düşünmez, maruz kalır.
*
Bayağı, hissetmeyendir.
*
Gerçek hükümdarlar, ebedi hükümrandırlar. Hazineleri yağma edildikçe zenginleşirler.
*
Meçhule açılan bir kapıdır kitap; meçhule, yani masala, esrara, sonsuza...
*
Mütercim, mutlak'ı arayan bir çılgın, "felsefe taşı"nı bulmaya çalışan bir simyagerdir.
*
Şiir ne bir teşrih masasıdır ne bir teşhir çarmıhı.
*
Polemik zekâların savaşıymış; zekalar birbiriyle savaşmaz. Kinlerin, peşin hükümlerin, gizli çıkarların savaşı, polemik. Eski bir inancı yok etmek isteyen yeni bir düşüncenin savaşı. Ve her mübariz kendi cephesinde muzaffer.
*
Yaşayanları yöneten ölülerdir; demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var.
*
Gitmek, kaderin hatalarını düzeltmektir.
*
Kahramanlık, hatada ısrar etmemektir.
*
Asya'nın bütün evlatları içinde Batı'nın ilk benimsediği: Zerdüşt.
*
Aldatmayan tek sevgili var dünyada: mutlak güzel.
*
Her çağ kendi kelimelerini söyletmiş kelimeye; her demagog kendi yalanlarını.
*
İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime.
*
İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim.
*
Kültür, homo ekonomikus'un kanlı fetihlerini gizlemeye çalışan birer şal.
*
Kültür, kaypaklığı, müphemiyeti ve seyyaliyetiyle Avrupa'dır. Tarif edilmeyen, edilemeyen bir kelime.
*
Batı'nın düşünce tarihi akılla naklin mücadele tarihi.
*
Din, Avrupa için bir afyondur, bütün ideolojiler gibi.
*
Avrupa tarihi, bir sınıf kavgası tarihidir.
*
Raskolnikov sarsıntı geçiren bir toplumda yapayalnızdır. Dosto gibi.
*
Şuuraltı (psikanaliz) her istediğini kolayca elde eden mutlu azınlığın imtiyazı.
*
Kendini tanımak, marifetlerin marifeti.
*
Belki de medeniyet uyuyor ve zaman zaman rüya görüyor.
*
Savaş bir irşat. Savaş, ışıkla karanlığın diyaloğu. Düşman, gözü bağlı olandır.
*
Bu çökmeye hazır medeniyet üç sutün üzerinde duruyor: süngü, açlık, fuhuş.
*
Tarihi yaratan, fertle yığın arasındaki anlaşmazlık.
*
Çatışmasız toplum beraber otlayan, beraber geviş getiren adsız bir sürü.
*
Tarihin mimarı: isyan, kadere, zamana, insana.
*
Dahi, münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen. Zirveden zirveye akseden şarkı.
*

Kronoloji: Aptalların tarihi

Hapishane, maskelerin çıkarıldığı yerdir.
*
Mahalle kavgaları, tefekkürün zirvelerine ulaşmamalı.
*
Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir.


cemil meriç, cemil meriç hayatı, cemil meriç sözleri, cemil meriçten altın sözler, doğan güneş, güneş enerjisi, güneş tutulması, söz, söz filmi, sözler, cemil meriç kimdir, cemil meriç eserleri

ALTIN SÖZLER-9 (SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN HZ.)

14 Mart 2022 Pazartesi / No Comments
Bu yazı, sözler, süleyman hilmi tunahan sözleri, süleyman hilmi tunahan sözleri facebook ile ilgilidir., süleyman hilmi tunahan sözleri indir, süleyman hilmi tunahan sözleri kısa,


SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN KİMDİR?


Osmanlı Devleti egemenliği döneminde Silistre olarak bilinen, bugünkü adıyla Bulgaristan'ın Silistre şehrinin bir köyü olan Ferhatlar'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Silistre'de yaptıktan sonra 1907'de medrese tahsili için İstanbul'a geldi. Nakşibendiye Silsile-i saadat büyüklerinden olup otuzüçüncü ve son halkası olarak sevenleri tarafından kabul edilir.

HAYATI

Süleyman Hilmi Tunahan, 1924 ile 1959 arası Kur'an-ı Kerîm okutmak için İstanbul'da Osmanlı sisteminde Medrese adı verilen özel okulunda kendi geliştirdiği eğitim sistemi ile çok sayıda öğrenci okuttu. Bu medreseler mevcut Cumhuriyet dönemi yasalarına aykırı olduğu için eğitim faaliyetleri gizlilik içinde yürütüldü. Süleyman Hilmi Tunahan, Süleymancılık akımını kesin bir dille reddetmiştir. Süleyman Efendi, 1959 yılında devletin bir memuru olarak vefatından sonra da uzun bir dönem bu eğitim faaliyetleri gizli kalmıştır.
Tunahan, 1924 yılında Tevhidi Tedrisat Kanununun çıkması üzerine merkezi İstanbul'da bulunan Müderrisiin Cemiyeti'ne mensup 500 civarında din adamını acilen toplantıya çağırdı.Kendisi o tarihte bu cemiyetin idare heyeti azası ve Katib-i Umumisi ( Genel Sekreter) idi. Tunahan burada yaptığı tarihi konuşmasında,dinin devamının kendi ellerinde olduğunu, her birinin 2 öğrenci yetiştirmesi halinde 2 nesil daha dinin unutulmayacağını anlattı.
 
Aynı toplantı sonunda resmi makamlara gönderdiği bir telgrafta "Biz aşağıda isim ve imzaları bulunan dersiamlar hiçbir ücret talep etmeden Müslüman çocuklarından arzu edenlere din dersi vermeye hazırız" diyerek izin istedi, ancak resmi makamların "Memlekette Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüktedir. Hilafına hareket şiddetle ceza-i müstelzimdir" cevabı üzerine kendisi ve birkaç dersiam dışında din adamlarının tamamı geri adım attılar.

Okutmaya talebe bulamayıp kendi kızlarını okutarak başlamış, daha sonra birer ikişer talebeleri artmıştır. Kur'an-ı Kerîm dersleri gizlilik içinde, izbe ve soğuk mekânlarda şehir içi taksi yolculuklarında, tren kompartımanlarında yürütülmüştür.
İç ve dış siyaset ile yakından ilgilenen Tunahan 2.Dünya Savaşında Almanya'yı destekledi.Hitler ordularındaki müslüman birliklerin kumandanlarından Özbek asıllı Nureddin Namangani ( d. 1905 - Serdaba, ö. 2001 - Tarsus ) savaş sonrası Türkiye'ye gelmiş ve Tunahan'ın talebeleri arasına katılmıştı.(Kaynak: Mustafa Özdamar...Hadimül Kuran Üstad Süleyman Hilmi Tunahan isimli kitap..sahife 52)

Daha 30 yaşındayken profesör unvanı alan Süleyman Hilmi Tunahan, aynı zamanda hukuk fakültesini yüksek dereceyle bitirmiştir. Çok sayıda Kur’an kursu hocası, vaiz ve müftü yetiştirmiştir. Tunahan’ın en önemli eseri Kur'an-ı Kerîm okumayı kısa zamanda öğreten “Elif Cüzü”dür.

Kendisi kitap yazmaktan çok kitapları yaşayacak ayaklı kitap yetiştirmeyi uygun görmüştür. 1970 yılında dönemin hükümeti tarafından öğrencilerinin oluşturduğu grupların çalışmaları serbest bırakılarak okulları resmen tanındı.

İstanbul'da Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı olarak Selatin camileri adıyla bilinen, aralarında Sirkeci'de bulunan Yeni Camii, Fatih semtine bağlı olan Şehzade Camii gibi dini mekanlarda görev yaptı. Vefatından önce Sultan Ahmet Camii'nde görevliydi.

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN'DAN ALTIN SÖZLER

Süleyman aleyhisselâm, "Yalnız başına bir orduyu mağlup etmek ne kadar zor ise, nefs-i emmâreyi mağlup etmek ondan daha zordur" buyurdular.
*
Sahâbi: Resülullah (s.a.v)’in daire-i imkan ve daire-i emkine-i külliyenin tamamını kendi letaifinden nazar ederek, seyr-i sülûkunu bir anda itmâm ettiği kişi demektir.
Sihir, insanın nefsindeki habâseti, başka bir habâsete bağlayarak, bir başkasına havâle etmektir.
*
Rütbesi yüce olan kimselerin, kendilerinde cemal sıfatı galip olduğundan kafir ve asilere helak değil, hidayet diler. Ehl-i küfrün kâffeten helak olup cehenneme gitmesinde fayda yoktur. Enbiya-yı mürselîn insanların hidayeti için gönderildiler, helakı için değil.
*
Maşayı ateşe koyup çekmekle ısınmaz, beklerse ateş gibi olur, dersler de böyledir.
*
Az okumaktan istifade o kadar olur.
*
Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri devam eden zevata da ölü denmez.
*
Râbıtaya ehil olmayanlara ilim öğretmek haraminin eline kılıç vermek gibidir.
*
Fuyûzât-ı ilâhiden mahrum olduklarından öğrendikleri ilmi dünya menfaatine âlet ederler.
*
Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icâbı ins ü cinnin nebîsi, Habîbü Rabbi’l-Âlemin Kur’ân-ı Kerim’le gönderilip âleme safâ verdiği gibi o Resûlullâh’ın hususî yaratılmış vârisleri de, ilâ yevmi’l-kıyam devam edecek olan dîn-i mübîni, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler.
*
Kalemsiz talebe, kurşunsuz avcıya benzer.
*
İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.
*
İttika; iman ile küfürden, ibadet ile isyandan, füyüzat-ı ilahi ve rabıta ile de gafletten muhafaza etmek manasınadır.
*
İmansız ve zındıklaşmış din düşmanlarının aleyhinde konuşmak, gayret-i diniyyeden olduğu için gıybet değildir.
*
İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan, ondan zevk almayan insan, nurun düşmanı olur.
*
İnsan gibi, ilminde anâsırı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözünden görmek, kulağından işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyz-i ilâhiyi çekecek.
*
İlim vukuata tabidir. Vukuat ilme tabi değildir. Ve herkesin işi kendi efal-i ihtiyarisine bağlıdır.
*
İlmin farz-ı ayın olduğu bu günde, sekiz saatten aşağı ders okumak kâfî gelmeyecek.
*
İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî es-Serhendî hazretleri, „Ben nefsin ne kadar büyük bir düşman olduğunu, ancak onyedi senede öğrenebildim“ buyurmuşlardır.
*
Hulûs-i kalble tahsil olunan ilim, ayn-ı ibâdettir.
*
İlim, muhabbet, kâmil itikad ve havf isyâna mânidir.
*
İlim, nûr-ı ilâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.
*
Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah’ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.
*
Hizmet muvaffak olsun da, varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.
*
Edep, akıl ve şeriata muvâfık hâl ve harekete denir.
*
Ey İslâm Cemaatı! Biz hayatta olduğumuz müddetçe, Resûlullâh’ın eshâbına yalan isnadında ve iftirada bulunulabileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.
*
Göz ve kan verip almakta mahzur yoktur. Zira aza-yı ârıziye olup, aza-yı asliyyeye tabidir. Yani, kötüye kullanılırsa mesuliyeti alan kimseye aittir.
*
Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez, gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.
*
Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabın da ortasını anlamak kolaylaşır.
*
Dışımız halk ile, içimiz Hak ile…
*
Din asıl, dünya ve siyaset fer’idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır.
*
Dinamitle su içinde ölen balıklar haramdır. Gayr-i merzuk olanları da mahvettiğinden bu işte hayır yoktur, hadiseler zuhur eder.
*
Biz, terakkî anlarında çürükleri terkederiz. Asker de harekât ânında hastaları bırakır. Bununla beraber, nâdim olup dönenler, kabul olunur.
*
Bize gelinceye kadar bütün piran, bu alemden giderken, kendilerinden sonra, kendileri gibi yetiştirdikleri birisini vazifelendirerek bu alemden gitmişlerdir.
*
Yalnız bana mahsus olmak üzere ben bu alemden gittikten sonra benim tasarrufum daha 40 yıl devam edecektir.
*
Yâ Rabbî! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma.
*
Benim evlatlarıma Tarih öğrenmek farzdır.
*
Benim evlatlarım, bildiğinin âlimi, bilmediklerinin tâlibidirler.
*
Benim evlatlarımın her biri bir Süleyman’dır. Ben daha yüz sene yaşayacağım.
*
Biz akla ve zekâya kıymet vermeyiz. Salıverdin mi evinin yolunu bulabilecek kadar aklı olsun kâfidir.
*
Biz Cenab-ı Hakk’ın ahirette bize vereceği selahiyetle, mahşer halkına şöyle dürbünle bakacak, kimin bize bir merhabası, ilgisi, sevgisi, alakası, Allah yolunda bir hizmeti varsa hepsine şefaat edecegiz.
*
Ben şu denî dünyayı, evlâtlarımın kirli tırnağına değişmem.
*
Bir meşaiyyun var, bir de işrakiyyun var. İşrakiyyun: Önce inanıyor, sonra hikmetini araştırıyor. Meşaiyyun bunun zıddıdır. Kainatı inceler Allah’ı bulur. Bizim sûfî mezhebimiz işrakiyyun üzerine kurulmuştur. Zahirilerle farkımız; biz cevizin içini, onlar kabuğunu yerler.
*
Benim evlatlarım, Yusuf (a.s.) güzelliğindedir.
*
Ben size “eceztü” dediğim zaman sizler alim olmadınız, ilmin anahtarlarını almış oldunuz. Bu aldığınız anahtarla Anadolu’ya gidecek, büyük büyük kitapları açacaksınız ve onun içindeki hakikatleri Ümmet-i Muhammed’in evladına anlatacaksınız.
*
Allah kerimdir amma kuyusu da derindir. İp ve kova olmayınca su çıkmadığı gibi, nur ve feyz de çıkmaz.
*
Atom’un arz üzerinde müddet-i te’siri elle sene olduğu gibi, decâcilenin bu ümmet üzerinde müddet-i fesâdı dahi elli senedir.
*
Varis-i Muhammedî ve sahib-i zamanın sonuncusu, sâdât-ı kiramdan olup bu devlet Türkiye’ye ihsan olunmuştur. İmam-ı Rabbanî (k.s.) Hindistan’da, Hz. Şah-ı Nakşibend ve Mevlana Siracüddin Buhara’da, son sahib-i zaman da Türkiye’de zuhur etmiştir. Cümlesi sâdâttan (altun silsileden) olup bu tarik-i âlinin yüceliğine şehadet eder. Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan, Pakistan ve Buhara’dan emanet-i kübra, ilahi irade icabı Türkiye’ye intikal etmiştir.
*
Tarîk-i Nakşî; rabıta yolu, enbiya ve mürselîn yolu, ârifler, kâmiller, sıddîklar yoludur. Tarîk-i müşahede ve tarîk-i şühuddur.
*
Tırnağını şu dünyaya değişmediğimiz bir evlâdımız için, küre-i arzın altı üstüne gelse, bir şey lâzım gelmez.


Bu yazı, sözler, süleyman hilmi tunahan sözleri, süleyman hilmi tunahan sözleri indir, süleyman hilmi tunahan sözleri kısa, süleyman hilmi tunahan sözleri facebook ile ilgilidir.




ALTIN SÖZLER (BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ'DEN)

20 Nisan 2021 Salı / No Comments
Bediüzzaman Said Nursi Sözleri Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkum şişeler hükmündedir. Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun.  Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde ceza’a iltica etmemek gerektir. Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, islamın sadası olacaktır.   Kur’an kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifadır. Gıdanın tekrarı, kuvveti arttırır. Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba’-ı kur’andır. Kâinatta en yüksek gerçek imandır, imandan sonra namazdır.   İnsanda en tehlikeli damar enâniyettir. Ve en zaif damarı da odur. Onu okşamakla çok fenâ şeyleri yaptırabilirler.   Deli adama iyisin, iyisin denilse iyileşmesi, iyi adama fenasın, fenasın denilse fenalaşması nâdir değildir .  Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı. O halde çalışınız ahiretiniz ağlamasın.  Zaman gösterdi ki; cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değil.   İnsanları canlandıran emeldir; öldüren ümitsizliktir.    İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez! Gündüz gibidir, göz kapamakla gece olmaz! Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar!   Her sözün doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek, doğru değil.   Her şey kader ile takdir edilmiştir; kısmetine razı ol ki rahat edesin.   Bizler muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yoktur.   Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.   Cenâb-i hakkı bulan, neyi kaybeder? Ve onu kaybeden, neyi kazanır. Beni dünyaya çağırma, ona geldim fenâ gördüm.   Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.   Bîçare hakikatlar, kıymetsiz ellerde kıymetsiz oIur. Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâva etmek, hakka bir nevi haksızlıktır.   Arzı ve bütün nucum ve sumuşu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı hakl ve iddia-yı icad edemez. Zira herşey, herşeyle bağlıdır.   AIIah’im madem sen varsın ve bâkışın, giden gitsin, sen bana yetersin. Hazırlanınız; başka, daimi bir memlekete gideceksiniz. ÖyIe bir memleket ki; bu memIeket ona nispeten bir zindan hükmündedir.   Tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir; terettub-ü neticede, tevekküldür. Sıkıntı, sefahetin muallimidir. Ye’s, dalalet i fikrin; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menba’idir.  İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet! Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okur.! Sivrisineğin gözünü halkeden, güneş’i dahi o halketmiştir.   En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zira atalet ademin biraderzadesidir; sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır. Sevdası büyük olanın imtihanı da büyük olur.  Milletimin imanını selamette görürsem, cehennem’in alevleri arasında yanmaya razıyım!

said nursi sözleri,said nursi sözleri facebook,said nursi sözleri resimli,sözler,said nursi,said nursi hayatı kısa özeti,said nursi sözleri,bediüzzaman,bediüzzamanın talebeleri kimler
Bediüzzaman Said Nursi Sözleri

Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkum şişeler hükmündedir.
Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun.
*
Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde ceza’a iltica etmemek gerektir.
*
Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, islamın sadası olacaktır.
*
Kur’an kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifadır. Gıdanın tekrarı, kuvveti arttırır.
Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba’-ı kur’andır.
Kâinatta en yüksek gerçek imandır, imandan sonra namazdır.
*

İnsanda en tehlikeli damar enâniyettir. Ve en zaif damarı da odur. Onu okşamakla çok fenâ şeyleri yaptırabilirler.
*
Deli adama iyisin, iyisin denilse iyileşmesi, iyi adama fenasın, fenasın denilse fenalaşması nâdir değildir .
*

Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı. O halde çalışınız ahiretiniz ağlamasın.
*
Zaman gösterdi ki; cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değil.
*

İnsanları canlandıran emeldir; öldüren ümitsizliktir.
*
İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez! Gündüz gibidir, göz kapamakla gece olmaz! Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar!
*

Her sözün doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek, doğru değil.
*
Her şey kader ile takdir edilmiştir; kısmetine razı ol ki rahat edesin.
*

Bizler muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yoktur.
*
Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.
*

Cenâb-i hakkı bulan, neyi kaybeder? Ve onu kaybeden, neyi kazanır.
Beni dünyaya çağırma, ona geldim fenâ gördüm.
*
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.
*

Bîçare hakikatlar, kıymetsiz ellerde kıymetsiz oIur.
*
Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâva etmek, hakka bir nevi haksızlıktır.
*

Arzı ve bütün nucum ve sumuşu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı hakl ve iddia-yı icad edemez. Zira herşey, herşeyle bağlıdır.
*
Allah’im madem sen varsın ve bâkışın, giden gitsin, sen bana yetersin.
Hazırlanınız; başka, daimi bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki; bu memleket ona nispeten bir zindan hükmündedir.
*

Tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir; terettub-ü neticede, tevekküldür.
Sıkıntı, sefahetin muallimidir. Ye’s, dalalet i fikrin; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menba’idir.
*
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet! Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okur.!
Sivrisineğin gözünü halkeden, güneş’i dahi o halketmiştir.
*

En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zira atalet ademin biraderzadesidir; sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.
Sevdası büyük olanın imtihanı da büyük olur.
*
Milletimin imanını selamette görürsem, cehennem’in alevleri arasında yanmaya razıyım!


Bediüzzaman Said Nursi'nin Kimdir?

Said Nursi, 1873 te Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza, annesinin adı Nuriyedir. Ağabeyi Molla Abdullah'ın ilim tahsil etmesinin kendisine kazandırdığı itibara imrenerek 9 yaşında Tağ köyünde Muhammet Emin Efendi'nin medresesinde öğrenime başladıysa da çok geçmeden Nurs'a döndü ve haftada bir gün gelen ağabeyinden temel bilgileri öğrenmekle tahsilini devam ettirdi.

Öğreniminin en verimli safhası, 15 yaşındayken 1888'de Muhammet celalî'den ders aldığı üç aylık devredir. O zattan Molla Cami'den nihayete kadar, ortalama on yılda okutulan bütün metinleri üç ayda okuyup diploma aldı. Usûl'den Cem'ül-cevâmi, Kelâm'dan Şerhül-Mevâkıf gibi ağır metinlerden günde ortalama iki yüz sayfalık bir kısmı anlayarak okuyordu. Bu sıralarda Şirvandaki ağabeyinin yanına gittiğinde icâzet aldığını söyleyince o inanmamış, sıkı bir sınamadan sonra küçük kardeşinin kendisini geçtiğini görerek talebelerinden gizlice ondan ders almaya başlamıştı.

Molla Fethullah da imtihan sonucunda durumunu tespit etmiş, yanında bulunduğu bir hafta içinde, günde 1-2 saatlik meşguliyetle Sübkî'nin Usûl-i Fıkh'a dair Cem'ül Cevâmi eserini ezberlediğini görünce "zeka ile hafıza kuvvetinin ifrat derecede bir kimsede bir araya gelmesi nadirdir" deyip hayretini belirtti ve kitabına şu cümleyi yazdı "Cem'ul Cevâmi Kitabının tamamını bir haftada ezberlemiştir." Böylelikle ünü bu bölgelerde yayılmaya başlamıştır. Çeşitli eğitim ve haraketli dünya hayatı boyunca bir çok talebe yetiştirmiş ve Risale-i Nur isimli eseriyle beraber Bediüzzaman unvanını almıştır.

Tillo'da Kubbeyi Hasiye türbesinde inzivada Kamus'u Muhit'i ezberlerken bir gece Abdülkadir Geylâni'yi rüyasında görür. "Git Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'yı hidâyete davet et; zulümden vazgeçip namaza, emr'i ma'rûfa başlasın der" Molla Said, derhal Miran aşiretine doğru Tillo'dan hareket eder.

1893 yılında, Miran aşiret reisi Mustafa Paşa’yı, yöre halkına yaptığı baskı ve zorbalıktan vazgeçirmek için Cizre’ye giden ve burada bir müddet kalan Said Nursi, 1894’te Mardin’e geldi. Mardin’de kaldığı süre zarfında her türlü sosyal faaliyetin içinde bulunan Bediüzzaman, burada karşılaştığı Şeyh Cemaleddin Afgani’nin bir talebesinden Afgani’nin siyasi fikirlerini tanıma fırsatı buldu.

Siyasetle ilgilenmeye de ilk defa Mardin’de başlayan Bediüzzaman, tartışmalarda fikrini açıklamaktan geri durmuyordu. Bulunduğu topluluklarda tartışmalara neden olan Said Nursi’yi, Mardin Mutasarrıfı bir tedbir olarak muhafızlarla kelepçeli olarak Bitlis Valiliğine sevk ettirir. Namaz kılmak için kelepçelerinin çözülmesini ister. Jandarmalar kabul etmeyince kelepçeleri kendisi açar. Bu hali keramet addeden jandarmalar hayretler içinde kalırlar, özür dileyip her türlü hizmete amade olduklarını söylerler. İleriki zamanlarda Said Nursi'ye "kelepçeleri nasıl açtın?" diye sorulunca "Bende bilmiyorum, olsa olsa namazın kerametidir" diye cevap vermiştir.
 
Bitlis’e gelen Bediüzzaman’ın ilmi vukufiyeti ve farklı kişiliği, Bitlis Valisi Ömer Paşanın dikkatini çekmiş ve Vilayet konağında kalarak çalışmalarına devam etmesi için ona bir oda tahsis etmişti. Konağın büyük kütüphanesi İslami ilimlere ait olan eserleri tamamen mütalaa ederek çalışmasına müsait zemin oluşturmuştu. Bitlis’te geçirdiği iki yıllık süre Bediüzzaman’ın İslami ilimlerde derinleşmesine vesile olmuş, ilmi üstünlüğü ulema ve nüfuzlu kimseler arasında ona, hatırı sayılır bir şöhret kazandırmıştı. Bu arada onun ulema ve halk arasındaki şöhret ve itibarından etkilenen Van Valisi Hasan Paşa, Van’a gelmesi için ısrarla davet ediyordu.
İki senelik Bitlis hayatından sonra Said Nursi, Vali Hasan Paşa’nın daveti üzerine gittiği Van’da on yıl kadar kaldı. Hasan Paşa’nın yerine tayin olunan İşkodralı Tahir Paşa da Said Nursi ile ilişkilerini devam ettirmiş ve aralarında samimi bir dostluk kurulmuştu. Bediüzzaman konağın kendisine ayrılan bölümünde uzun süre kalarak çalışmalarına devam etmişti. Çeşitli gazete ve dergilerin de zamanında bulunabildiği konağın zengin kütüphanesi, Bediüzzaman’a çeşitli konularda derinleşmesi için iyi bir imkan oluşturmuştu. Said Nursi, burada Paşa’nın kütüphanesindeki pozitif bilimlere ait kitapları da inceleyecek çalışma imkanını buldu. Bir yandan tarih, felsefe, coğrafya, matematik, kimya, jeoloji ve felsefe ile ilgilenirken, diğer yandan içinde yaşadığı toplum yapısını çok yakından inceleme ve tanıma fırsatına sahip oldu. Osmanlı cemiyetinin içinde bulunduğu sıkıntıların aşılmasında eğitime çok önemli bir rol düştüğünün farkındaydı ve medreselerde din ilimleriyle birlikte müsbet ilimlerin de okutulması gerektiği kanaatine vardı. Hatta bu yolda eğitim esasları ve yönetim şekliyle bir de üniversite projesi zihninde teşekkül etmiş, bundan sonraki hayatının en büyük iki gayesinden birini oluşturan idealindeki bu üniversite Said Nursi’nin bundan sonraki hayatını şekillendiren en önemli hareket noktalarından biri olmuştur.

Genç yaşta edindiği dini ve pozitif bilimlerdeki derin bilgisi, devrin ilim çevreleri tarafından kabul görmüş, küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanmıştır.

Tahir Paşa, bir gün ona, konağa getirilen gazetelerin birinde, İngiltere’nin Sömürgeler Bakanı Gladstone’un Avam Kamarasında yaptığı konuşmanın haberini okudu. Habere göre Gladstone elinde bir Kur’an-ı Kerim ile kürsüye gelerek: “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp edip, bu Kur’an’ı sükût ettirip ortadan kaldırmalıyız. Yahut da Müslümanları ondan soğutmalıyız” demişti. Bu söz Said Nursi’nin dünyasında fırtınalar koparmış ve hayatının belki de en önemli kararını vermesine yol açmıştı. Gladstone’un sözüne karşılık olarak, “Ben de Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez ebedi bir güneş gibi mucize olduğunu dünyaya ilân edeceğim” diyen Bediüzzaman, hayatının diğer bir gayesi olarak “Kur’an’ın bu asra bakan manevi mucizesi”ni insanlara ispat ederek gösterme kararını verdi.

Bediüzzaman Said Nursi, Doğu'nun en acil ihtiyacı olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve eğitim bilimlerinin birlikte okutulabileceği, Medreset-üz Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907'de İstanbul'a gelmiştir. Derin bilgisiyle buradaki ilim çevresine de kendini çok kısa süre içinde kabul ettirmiş, çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlatmış, hürriyet ve meşrutiyet tartışmalarına katılarak hükümete destek vermiştir.
23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet ilan edilmiş. Bu dönemde Bediüzzaman meşrutiyet ve hürriyet kavramlarının İslamiyet'e aykırı olmadığını anlatmak için İstanbul'da çeşitli yerlerde konuşmalar yapmış, Doğu'daki aşiret reislerine Bediüzzaman imzasıyla telgraflar çekmiştir. Yayınladığı bu makaleler ve yaptığı konuşmalarda yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, 1909'da 31 Mart olayına karıştığı iddia edilerek birçok hoca arasında o da tutuklanıp idam istemiyle yargılandı. Mahkeme Başkanı Hurşit Paşa'nın: "Sende Şeriat istemisşin öyle mi?" sorusuna şu cevabı verir: "Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira Şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakt ihtilalcilerin istediği gibi değil!". Kendisine yapılan ithamlara karşı yaptığı uzun savunma ve Cesurca müdafaası neticesinde idam beklerken beraat etmiştir.

Kafkas cephesinden sonra Van tarafına geçip, Anadolu savunmasına katılır. Gönüllü Alay Komutanı olarak çoğunu talebelerinin oluşturduğu gönüllü milis kuvvetle birliğinden üç talebesiyle kalıncaya kadar çarpışır. Sonra yaralı bir vaziyette esir düşüp Sibirya'daki esir kampına gönderilmiştir. Esir kampını teftişe gelen Rus Başkumandanı Nikola Nikolaviç'in önünde herkes ayağa kalkarken o kalkmadı. Sebebi sorulunca "Ben Müslüman âlimiyim. Benim kalbimde iman vardır. Kendisinde iman olan bir şahıs, imanı olmayan şahıstan efdaldir. Ben onun karşısında kıyam etseydim mukaddesatıma hürmetsizlik etmiş olurdum. Onun için kıyam etmedim." der. İdam edilmesine karar verilir. İdam emri verilmişken Bediüzzaman iki rekat namaz kılmak ister ve namazını kılmaya başlar. Bediüzzaman'ın bu durumunun hakaret olarak değil inancından dolayı yaptığını anlayan Nikolaviç; "Beni affediniz. Sizin beni tahrik için bunu yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanuni muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki, siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz ve mukaddesatınızın emirlerini ifa ediyorsunuz. Hükmünüz iptal edilmiştir" diyerek idam emrini geri alır. Bediüzzaman Komünizm ihtilali ile sarsılıp bölünen Rusya'nın karmaşıklığından faydalanarak 4 yıl süren esaretten firar ile kurtulup 1334 yılında İstanbul'a dönmeye muvaffak olur.

İstanbul'daki önemli ve başarılı hizmetlerinden dolayı Ankara hükûmeti, onu Ankara'ya davet etti. "Ben tehlikeli yerde mücadele etmek istiyorum" diyerek bu teklifi kabul etmedi. Zaferden sonra 9 Kasım 1920'de davet tekrarlandı ve bu defa kabul etti. Meclis'de, resmî karşılama töreni yapılmasına karşı çıktı. Mebusların dinî yönden lâkayd olduklarını görünce 19 Ocak 1923'te üç sayfalık bir beyannname dağıtarak onları uyardı. Namaz kılanlara altmış mebus daha katıldı. Namazgâh olan küçük bir odayı, büyük bir mescid haline getirtti. İdealindeki üniversiteyi gündeme getirdi; 163 milletvekilinin oyu ile bu iş için yüzellibin banknot ödenek ayrıldı. Bediüzzaman, İslâm âleminde bir dirirliş olacağına dair kuvvetli ümidi sebebiyle Ankara'ya gelmişti. Gençliğinden bu yana tüm çabaları hep bunun içindi. Siyasî açıdan bu yöndeki son teşebbüsü, Ankara'da oldu. Fakat karşısına kuvvetli engeller çıktı. Bir gün Meclis'te, Mustafa Kemal Paşa ile iki saat kadar görüşmüş; yapılacak inkılâbın Kur'an'dan kaynaklanması gerektiğini, Avrupalıları taklit etmenin doğru olmayacağını anlatmıştı. Mustafa Kemal, Bediüzzaman'ın nüfûzundan istifade etmek için ona mebusluk, Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye gibi Diyanet'te azalık ve Şark Umumi Vaizliği'ni teklif eder. Fakat Bediüzzaman kabul etmez. Meclis'teki ortamı da değerlendirerek siyaset alanında yapacağı bişey kalmadığını düşünür; Van'a gidip Erek dağında bir mağarada inzivaya çekilir. Bu düşünce, aslında başka bir alandaki hareketi planlamak gayesiyle yapılan bir gerilim, koşmak için yapılan bir geri çekilmeydi. Dalâletin, ilim ve medeniyet kisvesiyle girdiği, yöneticilerin çoğunun Avrupai fikirlere meftun olduğu, dini faaliyetlerin yasaklandığı, dinî eğitim veren okulların kapatıldığı, totaliter tek parti yönetimin hâkim olduğu bir dönemde teşkilâttan mahrum olarak dinî hizmet realitede yok sayılırdı. Bediüzzaman, neticesiz kalmaya mahkum ani çıkışlara iltifat etmemiş; İslâm beldelerinden birine yerleşme, orada hizmete devam etme tekliflerini de kabul etmemiştir. O, her zaman mücadelenin kızıştığı yeri tercih etmiştir.

25 Ocak 1926’da Isparta’ya nakledilen Bediüzzaman, burada da derslerine devam etti. Ve etrafındaki insanlar çoğalmaya başladı. Bu defa da Bediüzzaman’ı, Isparta’nın daha ücra bir köyüne naklederek insanlarla irtibatını kesmek istedi. Eğirdir Gölü’ne yakın bir dere içine kurulmuş olan Barla’ya ulaşım göl üzerinden kayıkla yapılmaktaydı. Barla, Isparta’nın çok eski köylerinden biri idi ve artık nüfusunun çoğunluğunu yaşlılar oluşturuyordu. Okuma-yazma seviyesi de hayli düşük olan Barla, hükümet tarafından tecride en uygun yer olarak seçilmişti. Artık Said Nursi için sürgünler süreklilik kazanmıştı. O, bunları sürgün değil, kaderin onu vazife başına sevk etmesi olarak görüyordu.

Bir jandarma eşliğinde Eğirdir Gölü’nü kayıkla geçerek Barla’ya geldi. Bütün bu seyahatleri boyunca yanından ayırmadığı küçük sepetinde çay demliği, birkaç bardak ve bir sahan, elinde de Kur’an-ı Kerim vardı. İlk haftalarda, Muhacir Hafız Ahmed’in evinde kalan Said Nursi, daha sonra tamir edilerek köylüler tarafından kendisine tahsis edilen ve önünde büyük bir çınar ağacı olan köy odasına taşındı.
Eğirdir Gölü kenarında, dağlarda, tepelerde bahar mevsimiyle yeniden canlanan kainatı seyreden ve Rum Suresinin 50. ayetini defalarca okuyan Bediüzzaman, öldükten sonra dirilişi ispatlayan “Haşir Risalesi”ni burada yazdı. Bu eser asırlardır yerinde sayan ve son iki asırda da Batı karşısında ezik bir duruş sergileyen İslami tefekkürün yeniden dirilişinin müjdecisiydi. Bu eseri yine Kur’an-ı Kerim’i esas alan ve insanların imanını kurtarmalarına vesile olan diğer Nur Risaleleri takip etti. Sözler ve Mektubat tamamen ve Lem’alar mecmuası 26. Lem’aya kadar Barla’da yazıldı. Önünde ulu bir çınar ağacı olan ev, Nur’un ilk medresesi olmuştu.

Barla’da bir iman inkılabının temelleri atılırken, Ankara’da başka bir inkılap gerçekleşiyor, yeni rejim dinden uzak, dünyevi bir temel üzerine oturtulmaya çalışılıyordu. 3 Mart 1924’de hilafetin kaldırılmasıyla birlikte çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim tamamen dinden arındırılmış ve dini eğitimin yapıldığı medreseler kapatılmıştı. Bir biri ardına çıkarılan kanunlarla gerçekleşen inkılaplar çağdaş,“Batılı insan tipi”ni elde etmek uğruna Anadolu’da kök salmış olan İslami dokuyu tamamen değiştirmeyi hedefliyordu. 30 Kasım 1925 yılında çıkan bir kanunla tekke ve zaviyeler kapatıldı. Hemen ardından çıkarılan başka bir kanunla halk Batılılar gibi giyinmeye zorlanıyor, şapka ve kılık kıyafet inkılabı yapılıyordu.
1928 yılında gerçekleştirilen Harf İnkılabı ile, İslam harfleriyle kitap yayınlamak yasaklanmıştı. Barla’da telif edilen risalelerin, bu yüzden matbaalar yoluyla çoğaltılması mümkün değildi. İman ve Kur’an hakikatlerine ihtiyaç duyan çevre köy ve kasabaların sakinleri de Risaleleri elle yazarak çoğaltmaya başladılar. Büyük bir sabır ve azimle tam altı yüz bin nüsha olarak elle yazılan Risale-i Nurlar bütün Anadolu’ya yayılıyordu. Halktan insanlar Said Nursi’nin Nur Risalelerini okuyor, yazıyor, başkalarına ulaştırmaya çalışıyor, anladığını yaşamaya ve başkalarına anlatmaya çabalıyordu.

Said Nursi’nin Nur Risalelerini, önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler, onu sürgünle durduramadıklarını anlayınca bu defa imha yollarını denemeye karar vermişlerdi. Hükümet daha yakından kontrol edebilmek amacıyla Bediüzzaman’ın 1934 yılının yaz aylarında Isparta’nın merkezine getirilmesini istedi. Bediüzzaman, burada da iman hizmetinden geri durmadı. Isparta polisi, 20 Nisan 1935’de Said Nursi’nin oturduğu evde arama yaptı ve onun bütün kitaplarına el koydu. Bediüzzaman’ı da emniyete götürerek sorgulayan polis suç unsuru herhangi bir şeye rastlamayınca serbest bırakmak zorunda kaldı. Ancak birkaç gün sonra, yeni tutuklamalarla birlikte Said Nursi ve Risale-i Nurlar hakkında soruşturma başlatıldı. Bediüzzaman’ın masumiyetine inanan insanların infiale kapılmamaları için İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın “sıradan bir zabıta vakasıdır” diye beyanat vermesine rağmen Bediüzzaman ve 120 Nur talebesi askeri araçlara bindirilerek Eskişehir hapishanesine gönderildiler.

Tedbirli bir tarzda, civardan hizmete gelenler vasıtasıyla eserlerini yayıyor, Isparta ve diğer yerlerle irtibatı devam ediyordu. Kastamonu'da sekiz yıl kaldıktan sonra, bu hizmetin durdurulamayıp daha da yayıldığı görülünce 1943'de 126 talebesiyle Denizli Ağır Ceza Makhemesi'ne sevkedildi. Prof Necati Lügal, Prof Y.Z.Yörükkan ve Türk Tarih Kurumu'nunda incelemesi neticesinde: "Bediüzzaman'ın siyasî faaliyeti yoktur. Eserleri ilmî, îmânîdir. Kur'ân'ın tefsiri mahiyetindedir. Onun mesleğinde cemiyetçilik ve tarîkatçılık yoktur." dedi. Mahkemece 130 parçalık külliyatın hepsine 15 Haziran 1944 günü beraat kararı verilip bu karar temyizce de tasdik edildi. Denizli mahkemesinde kendiside tarihi bir müdafada bulunmuştu. Müdafasının bir yerinde şöyle demişti: "Evet, biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki; her asırda üçyüzelli milyon mensupları var. Ve her gün beş defa namazla, o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hürmetlerini gösteriyorlar. İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efrâdındanız ve hususi vazifemiz de Kur'ânın imanî hakikatlarını tahkiki bir suretle ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi kurtarmaktır. Eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki laik manası, bitaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim. Yirmi senedir ki hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükümet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El-iyazu billah, eğer dinsizlik hesabına, imanına ve ahiretine çalışanları mes'ul edecek kanunları yapan bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-pervâ ilan ve ihtar ederim ki bin canım olsa, imâna ve âhirete feda etmeye hazırım..." Denizli hapishanesinden çıktıktan sonra hükümet, o'nu Emirdağı'nda ikamete gönderdi. Fakat hizmeti ilerledikçe hakkındaki kanunsuz şiddet uygulaması artıyordu. Kendisi: "Denizli hapishanesindeki bir aylık sıkıntıyı, Emirdağ ikametinde bir günde çekiyordum..." demiştir. Bir süre sonra kaymakamlık, camiye çıkmasını menetti. Prensip olarak, sadece hizmetle ilgili olanlarla zaruret miktarı görüşürdü. Halk ile temas etme fırsatını, yaptığı gezintilerde bulurdu. Rastladığı insanlara kısa dersler verir, irşad ve nasihatte bulunurdu. Derken 1948 ocak ayında, ülkenin çeşitli yerlerinden toplanmış ellidört talebesiyle Afyon da tutuklandı.

Afyon'un soğuk kışında yetmiş beş yaşındaki ihtiyar birinin yirmi ay hücre hapishanesinde tutuklu kalması, ölüme terk edilmesi demekti. Şahsına verilen sıkıntıların fazlalığını, bütün cemaate duyulan hiddeti teskin vasıtası saymakla memnun olmuştu. Hapishanede onunla gizlice görüşmeye çalışan talebeleri falakaya yatırılıyordu. Her şeye rağmen diğer hapishaneler gibi Afyon hapishanesi de "Medresey-î Yusufiye"ye dönüştü.Caniler ıslah-ı hal ettiler. Hatta ceza süresini tamamlayan bazı mahkumlar: "Kendimizi suçlu göstermek suretiyle onlarla beraber kalacağız dediler. Burada hapishane müdürüne yazıp dedi ki: "Rusya da bolşevizm fıtınası ve fransız ihtilali önce hapishanede başladı. Fakat Risale-i Nur şakirdleri Eskişehir, Denizli, Afyon da hapishaneleri ıslah etti... Mahkeme kendisini yirmi ay mahkum etme kararı aldı. Yargıtay'ın bu kararı bozmasına rağmen kanunsuz oylamalar ile tekrar aynı karara mahkum edildi. Mahkeme devam ederken demokrat parti iktidara gelip genel af ilan etti. Tahliye edildiler. Mahkeme ancak 11 eylül 1956 da beraat verdi. Tahliyeden sonra Emirdağ da ikamet etti. Afyon hapishanesinden sonra mektepliler ve memurlar, hissedilir derecede onun halkasına dahil oldular. Bazı üniversiteli gençlerin yayınladığı Gençlik Rehberi adlı kitabı dava konusu olunca mahkeme için 1952 de İstanbul a geldi.

Abdurrahman Şeref Laç ve Mihri Helav gibi değerli avukatlar savunmada yer aldılar. Mahkeme beraatla neticelendi. Halk,özellikle gençlik, kendisine büyük ilgi gösterdi. Uzun bir ayrılıktan sonra istanbul'a, sılaya gelir gibi gelmişti. 1953'te Isparta da ikamete başladı. Demokrat parti iktidarının, ezanı asli şekliyle okunmasına imkan vermesi sebebiyle tebrik edip vatan ve millet hizmetinde muvaffakiyet temennisinde bulundu. Ayrıca Risale-i Nur'u serbest bırakıp, Ayasofya'yıda cami haline irca eden bir mesaj gönderdi. 1953'te üç ay İstanbul da kalıp, fethin 500. yıl dönümü kutlamalrına katıldı. 1956'da eserleri, talebelerinden bir kaç heyetçe yeni türk harfleriyle yayınlanmaya başladı. 1960 başlarında Ankara ve Konya'ya gitmesi siyasi çevreleri telaşa verince Hükümet, radyodan bildiri yayınlayarak Emirdağ'da ikamet etmesini istedi. 18 Mart 1960'da Emirdağ'dan Isparta'ya oradan da gizlice Urfa'ya gitti (21 Mart). Bakanlığın acele Urfa'yı terketme emrine, Urfa'lı siyasiler ve halk karşı koydu. Emri tebliğ eden Emniyet Müdürü'ne: "Ağır hastayım. Dönecek takatim yok. Zaten buraya ölmeye geldim" dedi. 23 Mart sabaha karşı Kadir Gecesi vefat etti.


Bu yazı; sözler, said nursi, said nursi sözleri, said nursi hayatı kısa özeti,said nursi sözleri resimli, said nursi sözleri kısa, said nursi sözleri facebook,  said nursi sözleri indir ile ilgilidir.

ALTIN SÖZLER-16 (THOMAS EDİSON'DAN)

14 Ocak 2020 Salı / No Comments
 Bu yazı, altın sözler, atarlı sözler yeni, edison kimdir kısa, thomas edison, en güzel sözler, kapak sözleri kısa, sözler, thomas edison hayatı, edisonun hayatı, edisonun sözleri, edisonun özellikleri ile ilgilidir.
altın sözler, atarlı sözler yeni, Bu yazı, edison kimdir kısa, edisonun hayatı, edisonun sözleri, en güzel sözler, ile ilgilidir., kapak sözleri kısa, sözler, thomas edison, thomas edison hayatı, 

THOMAS EDİSON KİMDİR?

Thomas Edison’un tarihte unutulmaz icatlarda bulunmuştur, teknolojinin gelişmesine yaptığı ampul icadı ile bir ışık olmuştur. 11 Şubat 1847 Amerika Ohio’da doğmuştur yedi kardeşlerdir. Yedi yaşında okulda başarısızlığı yüzünden okuldan uzaklaştırılmıştır.

Zeka geriliği yüzünden özel bir öğretmen tarafından eğitilmiştir 10 yaşına geldiği zaman fizik ve kimya ile ilgilenmeye başladı.

12 yaşında ailesine maddi yardım etmek için trenlerde gazete satardı, pazarlarda yük taşırdı. Çalıştığında aynı zamanda araştırmalarını sürdürdü sabahlara kadar odasında ışığı açık olurdu.

Kazandığı para ile birlikte Atölye kurdu kendisine burada elektrikli oy makinesini geliştirip patentini almıştır. Araştırmalarına sesli telgraf üzerinde sürdürmeye devam etti. Karbondan iletici eklemesi ile birlikte telefonun temelini atmış oldu. Kısa süre içersinde 1877’de ses kayıt cihazını geliştirmiştir.
Elektrik akımının ters orantılı olacağını ve güvenli bir yolla düşünerek ark lambası üzerinde çalışmalar yapmıştır. Yapılan 13 ay boyunca çalışma karşılığında karbon flamalı lambanın patentini alıp halka tanıttı. Evliliği boyunca 2 kere evlenip 6 tane çocuğu olmuştur. Edison 18 Ekim 1931 tarihinde New Jersey’de öldü.

ALTIN SÖZLER THOMAS EDİSON

Güçlü düşünceler geliştir ama kendi düşüncelerinin esiri olma! Kafamda bir teori kurardım ve işe yaradığı sürece onu kullanırdım. O işe yaramadığı zaman, başka bir teori bulurdum. Karşılaştığım sorunları çözmenin tek yolu buydu. Abartmıyorum, elektrik ampulünü buluncaya kadar 3000 farklı teori yarattım. O an her biri bana doğru ve mantıklı geliyordu. / Thomas Edison

Doğanın sırlarını, insanların mutluluğu için kullanan kazanır. Benim hayat felsefem çalışmaktır. Doğanın sırlarını ortaya çıkarmak ve onları insanların mutluluğu için kullanmaktır. Dünyada bulunduğumuz şu kısa süre içinde, yapabileceğimiz daha iyi bir hizmet bilmiyorum. / Thomas Edison

Medeniyetin en önemli görevi, insanlara düşünmeyi öğretmektir. Okulun temel amacı da bu olmalı. Eğitim sistemimizin temel sorunu, öğrencilere zihinsel esneklik tanımamasıdır. Çocukların beyinlerini bir kalıba sokmaya çalışıyoruz. Onların, verilenleri kabul etmeleri için ısrar ediyoruz. Eğitim sistemimiz, çocukların mantık yürütmesini veya yeni bir şey düşünmesini teşvik etmiyor. Aksine, gözlemden daha çok ezbere önem veriyor. / Thomas Edison

Elektriği o kadar ucuz yapacağız ki, bundan sonra sadece zenginler mum yakacak! / Thomas Edison

Konsantrasyon, bezginlik duymadan fiziksel ve zihinsel enerjiyi tek bir noktaya sürekli uygulama yeteneğidir. / Thomas Edison

Hayatımda bir gün bile çalışmadım. Hepsi keyiften ibaretti. / Thomas Edison

Tüm potansiyelimizi kullanacak olsaydık, şaşkına dönerdik. / Thomas Edison

En büyük zayıflığımız, bırakmakta yatar. Başarıya giden en kesin yol ise, sadece bir kez daha denemekten geçer. / Thomas Edison

Büyük bir fikir üretmek için, önce bir çok fikir üretmiş olmak gerekir. / Thomas Edison

Hayatın en büyük hataları, başarıya ne kadar yaklaştıklarını bilmeyen insanların vazgeçmelerinden dolayı olur. / Thomas Edison

Bazı yenilgilerin nedeni, insanların işi yarıda bıraktıklarında, başarıya ne kadar yakın olduklarını bilememeleridir. / Thomas Edison

Tüm İnciller insan yapımıdır. / Thomas Edison

Ben iyi bir süngerim başkalarının kullanmadığı fikirleri kullanırım. / Thomas Edison

Cesaretimi kaybetmiyorum, çünkü vazgeçilen her yanlış girişimileri doğru atılmış yeni birr adımdır. / Thomas Edison

Konsantrasyon, bezginlik duymadan fiziksel ve zihinsel enerjiyi tek bir noktaya sürekli uygulama yeteneğidir. / Thomas Edison

Bir şey sizin istediğinizi yapmıyor diye kullanışsız demek değildir. / Thomas Edison

Biz hiçbir şeyin milyonda birini bile bilmiyoruz. / Thomas Edison

Eğer yapabileceğimiz her şeyi yapsaydık kelimenin tam anlamıyla kendimize hayret ederdik. / Thomas Edison

Orası çok güzel görünüyor. Son sözleri. / Thomas Edison

Hiçbir şeyin yüzde birinin milyonda birini bile bilmiyoruz. / Thomas Edison

Ben benden öncekinin bıraktığı yerden başladım. / Thomas Edison

Düşünmeden konuşmanın cezası sonradan düşünmeye mahkum olmaktır. / Thomas Edison

Yorgunluk hoşnutsuzluk getirir. Hoşnutsuzluk gelişim için gereklidir. / Thomas Edison

Her şey için zaman vardır. / Thomas Edison


Bu yazı, altın sözler, atarlı sözler yeni, edison kimdir kısa, thomas edison, en güzel sözler, kapak sözleri kısa, sözler, thomas edison hayatı, edisonun hayatı, edisonun sözleri, edisonun özellikleri ile ilgilidir.

ALTIN SÖZLER-25 (ADALET)

29 Kasım 2019 Cuma / No Comments
Bu yazı, sözler, Hz. Ömer Sözleri, Hz. Ömer Sözleri Yeni, Hz. Ömer Sözleri Kısa, Hz. Ömer Sözleri Hazır, Hz. Ömer Sözleri Facebook, Hz. Ömer Sözleri Twitter, Hz. Ömer kimdir kısa, hz ömer sözleri adalet  ile ilgilidir.
Bu yazı, hz ömer sözleri adalet  ile ilgilidir., Hz. Hz. Ömer Sözleri Facebook, Hz. Ömer kimdir kısa, Hz. Ömer Sözleri, Hz. Ömer Sözleri Twitter, Hz. Ömer Sözleri Yeni, sözler, 
HZ. ÖMER KİMDİR?

Hz. Ömer (ra), 581 yılında Mekke’de dünyaya geldi. Babası Hattab bin Hufeyl, annesi Ebu Cehil’in kardeşi veya amcasının kızı olan Fatıma bin Haşam’dır. Hicretten kırk sene evvel kadar doğmuştur. Buna göre, Peygamber Efendimiz’den (Sav) 12 veya 13 yaş küçük olduğu anlaşılmaktadır.

MÜSLÜMAN OLUŞU:

Hz. Ömer Mekke müşriklerince Hz. Muhammed’i (Sav) öldürmek üzere görevlendirilmiş, yolda bu niyetini anlayan bir sahabe tarafından, hedef saptırmak amacıyla, gizli bir Müslüman olan kız kardeşinin evine yönlendirilmiş, önce gidip onunla ilgilenmesi söylenmiştir.

Kız kardeşinin evine geldiğinde evden gelen Kur’an sesini işiten Hz. Ömer “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih etmektedir…” diye başlayan Kur’an ayetlerinden (Taha ve Hadid surelerinin ilk ayetleri) etkilenerek Müslüman olmuştur. Müslüman olduktan sonra ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur.

Hz. Ömer (ra) yani Ömer bin Hattab Hz. Ebubekir’den sonraki ikinci halifedir. Hz. Ömer’in (ra) 10 yıl kadar süren hilafet döneminde Bizans ile yapılan Yarmuk, Halep, Ecnadin, Demirköprü, Dathin, Firaz ve Qarteen muharebeleri ile Mısır, Suriye, Lübnan ve Filistin; Sasaniler ile yapılan Köprü, Nihavend, Kadisiye muharebeleri ile de Irak’ın tamamı ve İran’ın büyük bir kısmı feth edildi.
Hz. Ömer (ra) 1 Kasım 644’te, kendisinden alınan verginin azaltılmasını isteyen, ancak talebi kabul edilmeyen İranlı Ebû Lü’lüe tarafından Medine’de sabah namazında hançerle saldırıya uğradı. Saldırgan intihar ederken Hz. Ömer (ra) 3 gün sonra vefat etti. Hz. Aişe’nin muvafakatiyle Hz. Peygamber’in (Sav) ve Hz. Ebu Bekir’in (ra) yanına defnedildi.

HZ. ÖMER'DEN ALTIN SÖZLER

Adalet olmadıkça; Yönetimin faydası olmaz.
Edep olmadıkça; Asaletin faydası olmaz.
Cömertlik olmadıkça; Zenginliğin faydası olmaz.
Güven olmadıkça; Sevincin faydası olmaz.
Kanaat olmadıkça; Fakirliğin faydası olmaz.
Alçak gönüIIü olmadıkça; Yükselmenin faydası olmaz.
ALLAH’ın başarıya ulaştırması olmadıkça; Çalışmanın faydası olmaz.
* Hz. Ömer: Hızla camiye koşan çocuğun kolundan tutatarak, daha küçüksün bu acelen ne dedi?Çocuk: Dün benden daha ufak birisi öldü.
*
Beni en çok şaşırtan şey, bir kimsenin, AIIah’ı bilip, O’na isyan etmesi; Şeytan’ı biIip ona itaat etmesi ve dünyayı bilip ona meyletmesidir.
*
Dicle kenarında bir kurt bir koyunu yese, AIIah adaleti gelir onu Ömer’den benden sorar.
*
İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.
*
Tevbe’den maksat günahı bilip yapmamaktır.
*
AmeI-i saIihte bulunmaktan maksat, kendini beğenmemektir. 
*
Şükürden maksat, aczini itiraf edip kuIIuğu bilmektir.
*
Gözü haramdan korumak, en güzel şehvet perdesidir.
*
Kişiye imandan sonra verilen şeylerin en hayırlısı saliha kadındır.
*
İnsanlığın şerefi akIıyIa, asaleti diniyle; şahsiyeti ahIakıyIadır.
*
Arkadaş çokluğu, zamanın feIaketIerine karşı bir destek ve yardımdır.
*
Borcunu azaltırsan hür yaşarsın, Günahlarını azaltırsan rahat ölürsün.
*
AmeIIerin efdali, farzları yapıp haramlardan kaçınmak ve katında sâdık niyettir.
*
HeIâIin onda dokuzunu harama düşmek korkusu ile terk ederdik.
*
Bir insanın; şöhretine ve görünüşüne aldanma, namaz ve niyazına bakma, aklına ve doğruluğuna bak.
*
İnsanların en cahili, ahiretini başkasının dünyası için satandır.
*
Şiddet göstermeden güçlü ve kuvvetli; zayıflık belirtmeden yumuşak ol.
*
İnsanları düzeItebiImemiz için önce kendimizi düzetmemiz gerekir.
*
Şu ümmet için en çok korktuğum şey: dili ve sözleri ile âlim; kalbi ile cahil olan kimselerdir.
*
Tevazunun başı, bir müslüman ile yolda karşılaşırsan ilk önce selamı senin vermen, bir mecliste en geride oturmaya razı olman ve şöhretten uzak durmandır.
*
Ölümü, yattığın zaman yastığının altında, kalktığın zaman burnunun ucunda bil!
*
Tevbe edenIerIe oturun, onların kaIbIeri yumuşak olur.
*
AIIahü teâIâ başkasına acımayana acımaz, affetmeyeni affetmez, özür kabuI etmeyenin özrünü kabul etmez.
*
Ben duanın kabul edilmemesi kaygısı taşımam. İçimde dua etme isteğinin olmaması kaygısı taşırım.
*
Namaz seni yolun yarısına ulaştırır, oruç da hükümdarın kapısına ulaştırır. Sadaka ise, hükümdarın huzuruna çıkarır.
*
Âhiret işIerinde zarar etmektense, dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha hayırlıdır.
*
Fazla gülmeyi terk edene heybet verilir.
*
Fazla konuşmayı terk edene hikmet verilir.
*
Fazla yemeği terk edene ibadetin lezzeti verilir.
*
Mizahı terk edene zarafet verilir. 
*
Dünya sevgisini terk edene ahiret sevgisi serilir.
*
Hakkımda hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemediğim için darlık ve boIIuk günlerimin hiçbirine aldırış etmedim. 
*
Bana ayıplarımı, kusurlarımı söyleyen kimse AIIah-ü teâIânin merhametine kavuşsun.
*
Namaz kılan yaşlıyı severim ama namaz kılan gence aşığım.
*
Bir kimse her kimle şakalaşırsa, onun gözünde küçülür ve heybetsiz olur.
*
Mescid’de oturan kimse, AIIahü teâIâ’nin huzurunda bulunuyor demektir.
*
Oburluktan sakınınız, zira oburluk bu dünyada hamaIIık, öldükten sonra ise pis kokudur.
*
Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. AmeIIerinizi tartılmadan önce tartınız.
*
AIIah’a itaat eden büyük zatların sözlerine dikkat edin. Çünkü onlar tarafından gerçekler teceIIi eder ve onu konuşurlar.

Bu yazı, sözler, Hz. Ömer Sözleri, Hz. Ömer Sözleri Yeni, Hz. Ömer Sözleri Kısa, Hz. Ömer Sözleri Hazır, Hz. Ömer Sözleri Facebook, Hz. Ömer Sözleri Twitter, Hz. Ömer kimdir kısa, hz ömer sözleri adalet  ile ilgilidir.

SÖZ SÖYLEME SANATI

4 Temmuz 2019 Perşembe / No Comments
ağız, ağzımızdan çıkan, gönül kırmak, gönül yarası, ölçü, ölçülü, resimli sözler, söz, söz zamanı, söz nedir, söz söyleme sanatı hakkında bilgi, sözler, sözlü, söz harmanı, altın sözler

SÖZ

Sözlerinde ölçülü ol.
Bir sözünle kırdığın gönlü, bin sözünle toplayamazsın.
*
Söz ağzımızdan çıkmadan bizim kontrolümüzde, çıktıktan sonra ise herkesin.
Ağzımızdan çıkana dikkat etmeli ve ölçülü konuşmalıyız.
Sözlerimiz ölçülü olmazsa gönülleri yaralar ve kırar.
Tek bir sözümüzle kırdığımız gönlü ise binlerce sözle toplayamayız.
*

SÖZ SÖYLEME SANATI

Düşünmek ile konuşmak arasında çok fark vardır. Hatta yazmak arasında daha da çok fark vardır. Birçok insan bunlardan sadece birinde çok başarılıdır. Ama diğerine gelince biraz çekimser kalır bir türlü derdini anlatamaz. Bazı insanların analitik düşünce yapıları vardır. Anında olayı çözer. Bazı insanlar bu düşündüklerini kaleme almada inanılmaz beceri sahibidirler. Ama gel gör ki bir türlü derdini anlatamaz. Hepsini aynı beceri ile kullanan insanlar hayatta da çok başarılı olurlar. Düşünün ki olayı anında çözüyor ve bunu çok güzel ifade ediyor. Bir de çok güzel yazıya döküyorsa bence muhteşem olur.

Hepimizin başına zaman zaman gelmiştir. Aşırı sevgimizden kaynaklanan bir hırçınlık yaşarız. Karşımızdakine sevgimizi anlatmak yerine onu hırpalarız. Onu iteriz. Çünkü düşündüklerimizi bir türlü ifade edemeyiz. Ama ona mektup yazarsak harika derdimizi anlatabiliriz. Bazen eleştiri yapmak isteriz. Amacımız karşımızdakini çok sevdiğimiz için onun zarar görmesini istememizden kaynaklanır.

Ama öylesine bir eleştiri yaparız ki karşımızdakini ne kadar üzdüğümüzü farkına bile varmayız. Türkçe öylesine güzel bir dil ki gerçekten kullanmasını bilsek hiç kırmadan her şeyi söyleyebiliriz. Hatta bazen güzel bir şey söylediğimizi sanır karşımızdaki ama aslında ona hakaret etmişizdir. Aynı kapıya çıkan bir konuyu 2 yoldan da ifade edebiliriz. Biri çok kırıcı biri de sevecen olabilir.

*

Kralın rüyasında olduğu gibi:

“Kral bir sabah uykudan uyandığında bir rüya gördüğünü hatırlamış. Hemen emir vermiş. Ülkenin en iyi rüya yorumcusunu bulun getirin demiş. Rüya yorumcusunu getirmişler. Kral rüyasını  anlatmış. Yorumcu şöyle bir yorum yapmış;
– Kralım sizin bütün sevdikleriniz en yakın zamanda ölecekler.
Kral inanılmaz sinirlenmiş ve bağırmaya başlamış:
– Atın bu adamı dışarı. Bana başka bir rüya yorumcusu bulun.
Ülkeyi aramışlar taramışlar başka bir rüya yorumcusunu bulmuşlar. Yorumcuyu kralın huzuruna çıkartmışlar. Kral rüyasını anlatmış. Rüya yorumcusu kralın rüyasını şöyle yorumlamış;
-Kralım, sizin rüyanızın yorumu şöyledir. Siz çevrenizdeki bütün insanlardan daha uzun ömürlü olacaksınız.
Kral buna çok sevinmiş. Ona bir kese altın vermiş ve uğurlamış.”

*

Bakın aynı şeyi değişik şekillerde ifade ediş biçimi. Günlük hayatın içinde bazen hepimiz çok kırıcı olabiliyoruz. Çünkü söylemek istediğimizi zamanında ve iyi şekilde ifade edemediğimiz için. Bazen de zamanında cevap veremediğimiz için de üzülürüz. Keşke şöyle deseydim diye üzülürüz.

*

Hazır cevaplık da farklı bir yetenektir. 

Buna örnek olarak da size komik bir hikaye anlatmak istiyorum:

“Üniversite yemekhanesine giren bir öğrenci tüm yerler dolu olduğundan gidip üniversite profesörünün oturduğu masaya oturmuş. Profesör kaşlarını çatarak;
– Öküzler ve kuşlar aynı masada oturamazlar!
Öğrenci:
– O zaman uçuyorum.
Profesör cevaba çok sinirlenmiş, sınavda öğrenciye takmış ve sınavının başarısız geçmesi için elinden geleni yapmış. Yalnız sınavda öğrenci tüm soruları mükemmel bir şekilde cevaplamış. Profesör öğrenciye sana son bir soru soracağım demiş:
– Yolda yürürken iki torba bulduğunu hayal et, birinde akıl var, diğerinde ise para var. Hangi çuvalı alırsın?
Öğrenci:
– Para olan çuvalı seçerdim.
Profesör:
– Ben akıl olan çuvalı seçerdim.
Öğrenci:
– Normal! Kimde ne eksikse onu seçer.
Profesör çok sinirlenmiş, öğrencinin not defterini alıp içine ‘Öküz’ yazmış. Öğrenci nota bakmadan odadan çıkmış. Bir dakika sonra öğrenci kapıyı aralamış;
– Sayın profesör, imzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayı unutmuşsunuz.


kralın rüyası, altın sözler, gönül kırmak, gönül yarası, ölçü, resimli sözler, söz, söz harmanı, söz nedir, söz söyleme sanatı hakkında bilgi, söz zamanı, sözler, sözlü, profesör öğrenci fıkrası

ÖNCE ADAM OL!

7 Şubat 2019 Perşembe / No Comments
adam, adam ne demek, adamlık nedir, akıl, akıl vermek, cinsiyet, eleştiri ne demek, erkek nedir, insanlık, kadın, koca, sözler, erkek ile adam farkı, adam ve erkek farkı

ÖNCE ADAM OL!

Erkek ol, kadın ol ama ÖNCE ADAM OL!
*
ERKEK İLE ADAM ARASINDAKİ 10 FARK

Bir erkekle bir adam arasındaki en temel 10 fark şöyle:

1. Evet her adam erkektir ama ne yazık ki her erkek adam değildir! Çünkü adam olmak erkeklik gibi cinsiyet meselesi değil, şahsiyet meselesidir. Bir adamı önce karakteri ele verir!

2. Erkek olmak için pipin olması yeter ama adam olmak için bir de yüreğin olması gerekir! Gerçek adamlar aslan yüreklidir, vicdan sahibidir, iyi niyetlidir!

3. Bir erkek ne istediğinden asla emin değildir. Sağı solunu tutmaz, maymun iştahlıdır, savaşmaz, kolay vazgeçer. Bir adam ise ne istediğini her zaman iyi bilir ve onun peşinden gitmekten korkmaz da gitmeye üşenmez de!

4. Erkek dediğin anı yaşar, geleceği düşünmez. Sadece eğlencenin peşindedir. Adam dediğinse gelecek planı yapar. İş hayatı hakkında da aile hayatı hakkında da kafasında belirlediği hedefleri vardır.

5. Bir erkek “Kalbi atsın yeter” ile “Bu kızı götürsem ne havam olur” arasında gider gelir. Bir adam ise bir kadının sadece dış görünüşüne bakmaz. Birlikte olacağı kadında güzellik dışında da özellik arar.

6. Adam dediğin zor ve rahatsız edici konulardan kaçmaz. Onlarla yüzleşir. Haksızsa özür dilemesini de bilir af dilemesini de. Erkekse mümkün olduğunca sorunları görmezden gelir ve mecbur kalmadıkça özür dilemez.

7. Bir adam ne zaman bir kadınla ciddi olacağını ve bir sonraki aşamaya geçeceğini iyi bilir. Bir erkek ise asla tam anlamıyla kendini ilişkiye vermez ve evliliğin e’sini duyarsa arkasına bakmadan kaçar.

8. Bir adam hem sosyal olup hem sorumluk sahibi olabilir. Nerede durması gerektiğini iyi bilir. Bir erkekse yarın yokmuş gibi parti yapmanın peşindedir. Kısacası bir adam ne yapılması gerekiyorsa onu yapar, bir erkekse sadece istediğini yapar!

9. Bir adam sözünün eridir. Söz ağızdan bir kez çıkar der ve arkasında durur. Bir erkeğinse sözleri havadır. İşin özeti erkek söz verir adam tutar!

10. Ve oyunlar erkek çocukları içindir adamlar için değil! Bir adam asla bir kadının kalbiyle veya aklıyla oyun oynamaz!
Uzun lafın kısası zordur adam olmak ama değer her çabaya. Çünkü günün sonunda kadınlar hayatlarına kaç erkek girdi diye saymaz, kaç adam tanıdıklarına bakarlar!




adam, adam kime denir, adam ne demek, adamlık nedir, akıl, akıl vermek, cinsiyet, eleştiri ne demek, erkek nedir, insanlık, kadın, koca, sözler, erkek ile adam farkı, adam ve erkek farkı 

DÜNYANIN İHTİYACI: KALİTELİ İNSAN

2 Mayıs 2018 Çarşamba / No Comments
breathnach, çalışmak, dünyanın ihtiyacı, düşlemek, düşlerimiz, hayallerimiz, hikmetli sözler, maşallah, resimli mesajlar, sözler, yapmak, kaliteli insan nasıl olunur, kaliteli insanın özellikleri

DÜNYANIN NEYE İHTİYACI VAR?

Dünyanın düşleyenlere de ihtiyacı var, yapanlara da.
Ama düşlediğini yapanlara daha çok ihtiyacı var...S.Breathnach

*

Kaliteli İnsanın 10 Özelliği

Kaliteli insan kime denir? Bu soruya toplumdaki herkes farklı cevaplar verebilir. Ama genel olarak bazı insanlar vardır ki, tüm toplum onu kaliteli bulur. 

Kaliteli insan olmak ve kaliteli insan olarak yaşamak bir insanın dünyaya geliş gayesidir. Kaliteli insan iyi insandır. Merhametli insandır.

Hayatta başarılı olmak, yaşam boyu mutlu olmak için kaliteli insan olmak yeterlidir.

Peki kaliteli insan nasıl olunur. İşte cevaplarımız:

Yaşantılara açık olma: yaşantılara açık olan kişiler, gerçekleri daha doğru ve daha çabuk algılayabilirler. Olanı olduğu gibi görür olmasını istediği gibi değil. Bu özellikle güçlenen insan, karşısındaki insanları, olayları, hayatı, kendini daha doğru olarak değerlendirir.

Anı yaşama: Anı yaşamak, duyguları anında hissetmek, keşfetmektir.

Kendini, başkalarını ve tabiatı kabullenme: İnsanın kendini kabullenmesi, kendini gerçekleştirmesi için güç sağlar. Kendini kabullenme, hatalardan ötürü yüksek oranda suçluluk duymamak, gereksiz korkulara kapılmamak, kendinden utanmamak demektir. Başkalarını, durumları, olayları kabullenebilmek de kendini kabullenme ile ilgilidir.

Sadelik, doğallık ve içten geldiği gibi davranma: Ruhsal açıdan sağlıklı olan insanlar, tabi, sade ve içten davranırlar. Yapmacıklıktan, riyakârlıktan, egoistlikten hoşlanmazlar

Problemlerden kaçmaz: Geniş ve evrensel bir bakış açısıyla problemlere yaklaşırlar. Sadece kendi problemleriyle değil kendi dışındaki problemlerle, özellikle de kendini etkileyebilecek problemlerle de ilgilenir.

Takdir edebilme: kendini gerçekleştirmiş olan insan, hayattaki iyilikleri, güzellikleri, bilinçle, hayranlıkla, ibretle, şükür ve coşkuyla değerlendirme gücüne sahiptir.

İletişim ve ilişkileri güçlü ve sağlamdır: Kendini gerçekleştirmiş insan, diğer insanlarla ilişkilerinde yoğun ve derindir. Çok geniş bir çevre yerine daha güçlü, derin ve yoğun bir çevreleri vardır ve bu onların tercihidir.

Dostluklarında insanları sınıflara ayırmaz: Kendini gerçekleştiren insan, ilişkilerinde sosyal sınıf, ırki dil ayrımı yapmadan karakterine uygun olan herkesle arkadaşlık ve dostluk kurabilir.

Nüktedan ve mizahçıdır: Kendini gerçekleştirmiş insanların kendine has ancak alaycılığa kaçmayan bir mizah anlayışları vardır. Bu insanlar nüktedanlığı ve mizahçılığı, düşünce yolunu açmak için kullanırlar. İncitici nükteden ve hicivden kaçınırlar.

Sıradan davranmazlar: Kendini gerçekleştiren insan, bağımsız, farklı ve bu farklılığı ortaya cesaretle koyabilen bir yapıdadır.

Ayrıca;

Yenilikçidir: Kendini gerçekleştiren insan, olumlu yenilikleri düşüncesizce reddetmez ve yeniliğin her yönden faydasını düşünür.







breathnach, çalışmak, dünyanın ihtiyacı, düşlemek, düşlerimiz, hayallerimiz, hikmetli sözler, maşallah, resimli mesajlar, sözler, yapmak, kaliteli insan nasıl olunur, kaliteli insanın özellikleri







breathnach, çalışmak, dünyanın ihtiyacı, düşlemek, düşlerimiz, hayallerimiz, hikmetli sözler, maşallah, resimli mesajlar, sözler, yapmak, 

ÖLÜM

11 Eylül 2017 Pazartesi / No Comments
ölüm nedir, ölüm nasıl olur, ruh nedir, ruh acı çeker mi, sekarat nedir, sekerat hali ne demektir, sözler, camüs sağır,sikkei tasdik, nesai, istiaze, ölüm gerçeği

Ölüm nedir ve nasıl oluyor? 
Ölüm anında iyi olsun, kötü olsun, tüm ruhlar büyük acı mı çekerler? 
Sekerât ne demektir?

İnsan ruhu, bedenle geçirdiği dünya hayatı süresince her yıl eski bedenini terk ediyor, yeni bir bedene giriyor. Fakat bu öyle sanat, hikmet, şefkat ve rahmet içinde oluyor ki, biz farkına bile varmıyoruz. Söz gelişi, bizim her nefes alıp verişimiz bir bakıma buna hizmet ediyor. Yemek yememizin, su içişimizin, terleyişimizin bir hikmeti de budur. Vücudumuzu yenilemek ve tamir etmek. Vücudumuzdaki eşsiz tahribât ve tâmirât, bizim için sıradan denebilecek bir takım davranışlarımızla gerçekleşiyor.
Ruhumuz her yıl belirli bir süreç içinde değiştirdiği bedenini, ölüm esnasında birden terk ediyor. Ölüm bundan ibarettir. Yani ölüm, ruhun bedeni birden terk etmesi halidir. Rûhun kafesinden çıkması ve artık serbest kalması halidir. Bedenden tamâmen ayrılmak ruhun bekâsına tesir etmez, ruhun varlığına zarar vermez ve ruhun mâhiyetini bozmaz. Çünkü ceset ruh ile ayakta duruyor olsa da; ruh, ceset ile ayakta duruyor değildir. Ruh binefsihî (bizzat, kendisi ile) kâim ve hâkimdir. Ceset istediği kadar dağılıp toplansa da, bundan ruhun istiklâliyeti bozulmaz. Ruh hiçbir şekilde dağılmaz, bozulmaz ve cesedin başına gelen belâlardan dolayı ruh zarar görmez. Bedîüzzaman Hazretlerine göre esâsen ceset ruhun sadece hânesi ve yuvasıdır; elbisesi değildir. Ruhun elbise mâhiyetinde, bir derece sâbit, letâfetçe ruha münâsip latîf bir gılâfı ve misâlî bir bedeni vardır. Ruh ölüm ânında dünyevî yuvasından çıkar; misâlî bedenini giyer.1

Sekerât, ruhun ölüm esnasında kendinden geçmesi halidir. Başka bir ifâdeyle, ruhun bedenden ayrılma esnasında geçirdiği bir sarsıntı halidir. Fakat bu herkes için aynı ölçüde sarsıntı verici değildir. Allah’tan güzel bir ölüm dilemeye devam etmemiz ve salih amel işlememiz kaydıyla inşallah bu sarsıcı hali en kolay şekilde geçirmeyi Rabbimizden ummamıza hiçbir engel yoktur.

Aslında sekerâttan daha zor geçitler ve badireler vardır. Meselâ, îmânda elde etmemiz gereken tahkîkî dereceler, bu derecelerde ölüme kadar hiç olmazsa sebat etmek, dünyada uymamız gereken hak-adâlet dengesi (âdil olma yükümlülüğümüz), salih amel yapma yükümlülüğümüz, günahlarımıza karşı sürekli tövbe yükümlülüğümüz, Allah’ın celâl ve izzetinden Allah’a sürekli sığınma ve Allah’ın rahmet ve şefkatini sürekli umma hâli ve bunda sebat etme yükümlülüğümüz… Ve mahşerde, Allah’ın huzurunda, yaşadığımız dünya hayatı ile ilgili vereceğimiz hesap!

Bu yokuşlar ve bâdireler ölüm sekerâtından çok daha zor bâdirelerdir. Ölüm sekerâtı bunların yanında çok hafif kalır. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki: “Kul ile Cennet arasında yedi sarp yokuş vardır. Bunların en kolay geçileni, ölümdür. En zor olanı ise, mazlumun kendi yakasından yapıştığı mahşer gününde zalim olarak hesap vermek için Allah’ın huzurunda dikilmektir.”2

Kötü ölüm vardır şüphesiz ve biz kötü ölümden Allah’a sığınmalıyız. Ölümü bizim için bir mutlu yolculuk kılan da, bir zor dönemecin başı kılan da aslında kendi amelimizdir. Fakat Peygamber Efendimiz’in (asm) bu konudaki uyarılarına kulak verirsek kötü ölümden korkmamıza inşallah gerek kalmaz.

Peygamber Efendimiz’den (asm) birkaç hadisi buraya alalım:

“Günahlarını azalt ki, ölüm sana kolay gelsin. Borcunu azalt ki, hür yaşayasın.”3

“Müslüman kişinin verdiği sadaka ömrünü uzatır, kötü ölümü önler. Allah onunla övünme ve kibir duygusunu giderir.”4

“İyilik yapmak kötü ölümlerden korur.”5

“Yoksula yardım etmek kişiyi kötü ölümden korur.”6

“Mü’min, kulluk elbisesi günahlarla yıprandığında onu tövbeyle yamayandır. Bahtiyar, tövbesi üzere ölendir.”7

Sekerât esnasında şeytanın vesvese vermesi de ölüm sekerâtıyla gelen gizli bir tehlikedir ve Bediüzzaman Hazretleri bu tehlikenin iman-ı tahkikiyi elde etmekle ancak kolaylıkla bertaraf edilebileceğini söylüyor. Sekerat anında şeytanın, vesvesesiyle ancak akla şüpheler vererek tereddüte düşürebileciğini söyleyen Bediüzzaman, iman-ı tahkiki elde edildiğinde ise bu imanın aklın dışında kalp, ruh ve sır gibi bir çok duygulara da işleyerek kökleştiğini ve neticede imanın tehlikeden korunduğunu ifade ediyor.8

Peygamber Efendimiz (asm) bu sekerât anında da Allah’a sığınarak, bize Allah’a sığınma yolunu göstermiştir:

“Allah’ım! Ölüm anında şeytanın sırtımı yere getirmesinden Sana sığınıyorum.”9

Dipnotlar:
1- Sözler, s. 478
2- Câmiü’s-Sağîr, 2/801
3- Câmiü’s-Sağîr,1/369
4- Câmiü’s-Sağîr,3/1121
5- Câmiü’s-Sağîr, 3/1252
6- Câmiü’s-Sağîr, 4/1606
7- Câmiü’s-Sağîr, 4/1610
8- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 29
9- Nesâî, İstiâze, 56


Bu yazı, ölüm nedir, ölüm nasıl olur, ruh nedir, ruh acı çeker mi, sekarat nedir, sekerat hali ne demektir, sözler, camüs sağır,sikkei tasdik, nesai, istiaze, ile ilgilidir.

NAZAR NEDİR?

2 Ağustos 2017 Çarşamba / No Comments
sözler, nazar nedir, nazar var mı nasıl anlaşılır, nazardan nasıl kurtulunur, nazar ayeti, nazardan korunma, nazar belirtileri, nazar değmesi için dua, peygamber efendimizin nazar duas


NAZAR NEDİR? NAZAR VAR MIDIR?

Nazarın gerçek olduğu âyet ve hadis ile sabittir. Yüce Allah şöyle buyurur:
وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ
"Şüphesiz inkar edenler Zikr'i (Kur'-an'ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle devirecekler. (Senin için,) "Hiç şüphe yok o bir delidir" diyorlar."  (Kalem; 51)
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
"Halbuki o (Kur'an), âlemler için ancak bir öğüttür."  (Kalem; 52)
Ayetin iniş sebebi hakkında iki farklı rivayet vardır;
Kâfirler Resûlullah’a (aleyhissalatü vesselam) göz değdirip nazara uğratmak istediklerinde bu âyet indi. Kureyş'ten bir grup Ona bakıp şöyle dediler: “Bunun gibi birini ve gösterdiği delillerin bir benzerini hiç görmedik.”
Arap biri vardı. İki veya üç gün bir şey yemeden beklerdi. Sonra çadırının kenarından geçen sürüye bakıp şöyle derdi: “Bugün bunlardan daha güzel bir sürü yayılmamıştır.” Aradan az bir zaman geçmeden o    sürüden bir grup koyun ve deve yere yığılır kalırdı. Araplar bu adamdan, bunun aynısını Resûlullah’a yapıp, O’nu yere yıkmasını istediler. Allah Teâlâ Resulünü korudu ve bu âyet-i kerimeyi indirdi.

NAZARIN GÜCÜ NEDİR?

 Çok verimli ve göz alıcı bir bağa sahip olduğu hâlde, Allah’a şükretmeyip bağa her girişinde "maşaallah" demediği için malı helak olan adama bir mü’minin nasihat ederken söylediği söz Kur'an’da şöyle geçer:
وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ اِنْ تَرَنِ اَنَا۬ اَقَلَّ مِنْكَ مَالاً وَوَلَداًۚ
"Bağına girdiğinde ‘Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah'ındır' deseydin ya!.. Eğer benim malımı ve çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak haline geliverir.""  (Kehf; 39-40)

NAZARLA İLGİLİ HADİSLER

Abdullah b. Abbas’tan (RA) gelen rivayette;
Resûlullah (SAV) şöyle buyurdular:
“Nazar/göz değmesi gerçektir. Kaderin önüne geçebilecek bir şey olsa o da nazar olurdu. (Tedavi için) Yıkanmanız istenirse, yıkanın.”
(Müslim, Selam, 42; Tirmizî, Tıbb, 19).
Hazret-i Aişe (Allah Ondan razı olsun) şöyle anlattı: “Gözü değene (nazar yapana) abdest alması emredilir, abdest suyu alınır ve nazarına uğrayan o su ile yıkanırdı."
(Ebû Dâvud, Tıbb, 15).
Resülullah, yüzünde sarılık gördüğü bir kişi için, "Buna dua okuyun, çünkü kendisinde nazar var.” (Buharı, Tıbb, 34) buyurdular.
*
Nazardan çocuklar da fazlasıyla etkilenebilirler. Çünkü onlar çocuk olmaları hasebiyle ne dua bilirler, ne de Allah’ın Kur’an’da haber verdiği muavezatı / Allah’ a sığınmak için okunacak sûreleri bilirler.
Çocuklar, ya çok güzel oldukları için, yahut sevimli olmaları sebebiyle, ya da küçük yaşta insanları hayrete düşürecek hareketleri yapmaları, zeki olmaları, kısaca akranlarına göre bazı üstünlüklere sahip oldukları için nazara uğrayabiliyorlar.
Hazret-i Câbir'den (Allah O’ndan razı olsun) gelen rivayette Resûlullah (SAV) şöyle buyurdular: “Nazar, insanı mezara, deveyi de tencereye kor.’’(El-Elbanî, Camiu’s-Sahih, 4144).
*
Bu hadis-i şeriften, nazarın ne kadar etkili bir şey olduğunu anlıyoruz. Fakat, Allah’ın takdiri, dilemesi olmadan hiçbir şey meydana gelmez, o takdirin dışında hiçbir şey gerçekleşmez. Her şey Allah’ın takdiri iledir.
Nazardan korunmak için Resûlullah'ın öğrettiği ve tavsiye ettiği dualar kadar, nazara uğraması muhtemel şeylerin mümkün olduğu kadar gözlerden gizlenmesi de çarelerdendir.
Nitekim Hazret-i Yâkub (aleyhisselam) çocuklarını Mısır'a gönderirken, onlara “şehre aynı kapıdan değil de değişik kapılardan girin” şeklinde öğütlemesinin nazardan korunmaları için olduğunu söyleyenler vardır.

Bu yazı, sözler, nazar nedir, nazar var mı nasıl anlaşılır, nazardan nasıl kurtulunur, nazar ayeti, nazardan korunma, nazar belirtileri, nazar değmesi için dua, peygamber efendimizin nazar duası ile ilgilidir.